28 Ağustos 2008 Perşembe

Steaua Bucharest: 1 - Galatasaray: 0

Yakın geçmişte çok heyecanlı olurduk biz. Heyecanımızın katlandığı günler genellikle salı ve çarşamba geceleri olurdu. Stadyumdan odamıza kadar ulaşan "Hizanaaaa Şampiyooooooonz" şarkısına kendimize eşlik ederken, farkına varmazdık belki ama diken diken olurdu tüylerimiz. Nou Camp'tan puan çıkarmanın plânlarını yapardık evdeki ahali ile. Teknik direktöre giydirirdik en fazla, eğer işler yolunda gitmiyorsa. "Ulan Davala forvet mi oynatılır" ya da "Şimdi Hagi olacaktı ki..." gibi cümleler kurmak bile ayrı bir haz verirdi. Maç boyunca odada bulunan koltukların hiçbirine oturamayışımız, bunaltan stresin bir getirisi olarak içinde bulunduğumuz odada sürekli olarak bir o yana bir bu yana gidip gelişimiz... Ağzımızdan düşürmezdik Manchester United ve Porto ile birlikte Devler Ligi'ne en fazla katılan takım olduğumuzu... Yıllar geçti, biz salı ve çarşamba geceleri iliklerimize kadar hissettiğimiz heyecanı artık unutur olduk.
Birçok Galatasaraylı için belki de erken nihayete eren bir sezonun özetiydi dün geceki maç. Geçen sezon Ali Sami Yen'de oynanan Oftaş maçından bu yana taraftarın hayalini kurduğu yerdi Şampiyonlar Ligi. Üstelik zenginleşen kadro ile birlikte bulunulmaması gayet ayıp olurdu. Kendi adıma konuşmam gerekirse, tüm arzum bu yöndeydi. Koca bir yaz mevsiminin geçip gitmesini bu an için beklemediğimi söylesem yalan söylemiş olurum. Hani deyimler sözlüğünü alsak elimize, "hevesi kursakta kalmak"ın karşılığının dün geceki maç olacağından adım gibi eminim. Elbette kendimce giden turun sorumlulularını sıralayabilirim. Sorumlu çok çünkü. Ancak bunu yapmayacağım. Olan olduktan sonra...
Kuralar çekildiği gün Galatasaray'ın tur şansını %40 olarak gördüğümü yazmıştım. Bu yüzdeyi yukarılara çekmek elbette takımın göreviydi. Ancak daha ilk maçta, Ali Sami Yen'de, adeta turu rakibimize kendi ellerimizle sunuşumuzun ardından, dün geceki maçın son derece zor geçeceği belliydi. Mutlaka kazanmak için çıkılan maçta 5.dakikada direkten dönen topumuzdan başka önemli bir pozisyon yakalayamadık. Rakibin korkaklığı olası bir farkı önledi. Yediğimiz golün 2 metre ofsayt olması da elbette bir bahane değil. Biz ilk maçta golleri neredeyse kendi kalemize atmışız, hakem atmış çok mu yani!
Açıkça belirtmek gerekirse dün akşamki durum benim biraz kanıma dokundu. "Şampiyon"un bulunması gereken yerde lig ikincisinin bulunacak olması ya da kaybedilen 5,5 milyon Euro umrumda değil açıkçası. Kanıma dokunan takımımın başarısızlığı da değil esasında. Çünkü ortada bir başarısızlık varsa bu sadece futbolcuların değil, tüm camianındır ve buna gayet tabii taraftar da dahildir. Herkes kendi görevini layıkıyla yerine getirecek, ondan sonra ağıtlar yakacak. Peki nedir benim kanıma dokunan? Şudur! Galatasaray'ın uzun yıllar boyunca yoğun emek harcayarak elde ettiği "Avrupa Fatihi" payesinden, bu kadar ucuz ve basit bir şekilde uzaklaşma çabasıdır. En büyük ezeli rakibi ile rollerinin değişmesini kabul etmesidir. Galatasaray'ın "marka" imajını kaybetmek üzere oluşudur. Tüm bunların yanında taraftarın da hedef küçültmesidir. Öyle ki kaybedilen Şampiyonlar Ligi fırsatı çok büyütülmemekte, televizyon kanallarının final maçını artık canlı yayınlamaya bile tenezzül etmediği UEFA Kupası ile yetinecek oluşumuz neredeyse sokaklara dökülerek kutlanmaktadır. Çünkü ucunda ezeli rakibinin evinde kupayı kaldırma fırsatı varmış. Hatırlatırım ki UEFA Kupası'na Şampiyonlar Ligi'nden katılmak da mümkün. Hem UEFA Kupası bu sezon son birkaç sezondur olmadığı kadar zorlu. Galatasaray da seribaşı olmayacak maalesef.

Neticede biz yine perşembe gecelerine talim edeceğiz. Bir şey değil, buna alışmak zorunda kalıyor oluşumuz canımı fena sıkıyor. O kadar para harcandı... Kewell, Meira ve Baros gibi isimler takıma kazandırıldı. Kendilerini Kayserispor'a, Sivasspor'a karşı oynatmak için aldıysak eğer, kelimelerim kifayetsiz kalır.
Benim için erken sezon erken bitti sayılır. Lig şampiyonluğu umrumda değil. Zaten ya biz oluyoruz ya da suyun öteki tarafı. Bu sezona dek 17 kez kazanmışız. Ha bir fazla, ha bir eksik. UEFA Kupası deseniz, artık adı bile heyecanlandırmıyor beni. Futbol böyle işte. Müzemizde bulunması sebebiyle gurur duyduğumuz kupa, şu an bir anlam ifade etmiyor. Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynarsınız, konuşulursunuz; ancak UEFA Kupası'nda konuşulmanız için kupayı almanız gerekir, finalde kaybetmek bile yetmez size. Varın aradaki farkı siz düşünün.
Tüm bu yazdıklarımdan takımıma küstüğüm anlamı çıkarılmamalı. Bizim yazgımız birlikte bağlanmış. Anlayacağınız kopması söz konusu bile olamaz. Sıradaki Antalyaspor maçı ile birlikte yine alacağım yerimi mabette. Ancak bu kez bir damla gözyaşına mani olamayacağım ve işte o an bir defaya mahsus haykıracağım: "Ulan Galatasaray!"
Her şeye rağmen kızamıyorum ben takımıma. Her şeyi yapsam bunu yapamıyorum. Biraz da bu dokunuyor kanıma. Kızmak istiyorum ama... Ama kızamıyorum ulan!

2 yorum:

Mobius dedi ki...

Oturdum bu yazıyı baştan sona okudum, aferim bana:)

Anıl dedi ki...

Öyle demeyiniz :)

Hiçbir şey anlamasanız bile, ki bu sizin iddianız olduğu için yazdım bunu, buralara da uğradığınızı belli etmeniz bana mutluluk veriyor :)

allamallam süphaneke dinimiz amin!