29 Şubat 2008 Cuma

Avrupa'da Hâlâ Aslan

Futbol sektörünün isim yapmış kurumlarından biri olan Sport + Markt'ın yaptığı son araştırmaya göre Avrupa'nın en sevilen kulüpleri belirlendi. Avrupa'daki 16 ülkede yapılan araştırma sonuçları bazılarının görmekten hoşlanmayacağı sonuçlar ortaya çıkardı. Toplam 9600 katılımcının cevaplarıyla oluşturulan listede Galatasaray'ımız kendine ilk 20'de yer bulurken diğer Türk takımlarının esamesi okunmadı. Lafı fazla uzatmadan tam listeyi vereyim:
1 – Barcelona
2 – Real Madrid
3 – Manchester United
4 – Arsenal
5 – Milan
6 – Bayern Munih
7 – Chelsea
8 – Liverpool
9 – Juventus
10 – Zenith St. Petersburg
11 – Spartak Moskova
12 – Inter
13 – Olympique Lyon
14 – Olympique Marsilya
15 – CSKA Moskova
16 – Wisla Krakow
17 – Ajax
18 – GALATASARAY
19 – AS Roma
20 – Werder Bremen

Bayanlar Yarı Finalde

Galatasaray Bayan Basketbol Takımı, FIBA Bayanlar Euro Cup çeyrek final ilk maçında deplasmanda 74-59 mağlup ettiği İsrail temsilcisi Electra Ramat-Hasharon'u dün gece Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda konuk etti. İlk maçta elde ettiği avantaj ile sahaya çıkan bayan basketbolcularımız 70-53'lük skorla bu maçtan da galip ayrılarak FIBA Euro Cup'ta yarı finale yükseldiler. Bu sonuçla birlikte kupa tarihinde ilk kez bir Türk takımı bu mertebeye erişti. Yarı finaldeki rakibimiz İtalya'nın Beretta-Famila takımı oldu. Bu takım ile ilk maçımızı 6 Mart'ta İstanbul'da, rövanşı ise 12 Mart'ta İtalya'da yapacağız. Kupa yolunda emin adımlarla ilerleyen basketbolcularımızı kutlamak da bize düşüyor.

Galatasaray: 2 - Fenerbahçe: 1

Maçın kolay olmayacağı belliydi. İlk maçta deplasmanda oynanan harikulade oyun ancak bir türlü rakip filelere gönderilemeyen top kendi evimizdeki rövanşta başımıza iş açabilirdi. Bunun yanında takımın moralinin de iyi olduğu söylenemezdi. 4 günde içinde önce Leverkusen'de adeta hezimeti yaşamış, ardından ligin şamaroğlanına dönmüş takımı Kasımpaşa'ya kendi evimizde teslim olmuştuk. Açıkçası Türkiye Kupası'ndaki Fenerbahçe maçı için takımda birşeylerin yolunda gitmediği gayet aşikârdı. Ancak buraya kadar getirip de pes etmek bize yakışmazdı.
Hafta başından beri medyayı takip ettim. İlk maçtaki gibi Fenerbahçe'yi şişiren, Galatasaray'ı aşağılayan haberler yoktu bu kez basında. Buna şaşırmamak gerekti tabii. İlk maçta bu doğrultuda yapılan Fenerbahçe'ye gaz verme işlemi ters tepmişti. Galatasaraylı futbolcuları bir kez daha motive etmeyi istemezlerdi. Susmak Fenerbahçe'ye çeyrek asır sonra Türkiye Kupası'nın kapısını aralatacaksa sessizlik en iyi çareydi belki de. 27 Şubat 2008 Çarşamba gecesi Mecidiyeköy'de, Ali Sami Yen Stadyumu'nun ışıkları yanarken akıllara inleri ve cinleri getiren sessizlik maç boyunca kopacak fırtınanın da habercisiydi sanki. Türkiye'nin kalbinin odaklandığı yerde birşeyler ateşlenmeyi bekliyordu belki de.
Teknik direktör Karl Heinz Feldkamp bu maç için kaleye Aykut'u koymayı tercih etti. Orkun'un insanı her an endişeye düşüren performansından sonra sabırla sıranın kendisine gelmesini bekleyen Aykut için vereceği sınav çok önemliydi. Savunmaya baktığımızda Emre'nin kesik yediğini Song, Servet, Volkan ve Sabri'nin ilk 11'deki yerlerini aldığını gördük. Orta alanda Arda, Lincoln, Barış ve bu sezonun yükselen yıldızı Mehmet Topal görev alırken, ileride ise Hakan ve Ümit gol arayacaktı. Devşirmelerden kurulu rakibimiz ise maça Volkan, Gökhan, Vederson, Lugano, Edu, Selçuk, Aurelio, Deivid, Uğur, Kezman ve Alex ilk 11'i ile başladı.
Henüz karşılaşmanın 30. saniyesinde geldi maçın ilk kritik pozisyonu. Sol kanatta topla buluşan Arda kanadı boyunca bindirdi ve sıfıra yaklaşırken topu ceza sahasına gönderdi. Topu önce düzelten Hakan sonrasında şık bir vuruş yaptı ama rakip kaleci topu aynı güzellikte kornere çeldi. Tribünlerden yükselen 3'lü hâlâ bitmemişti. Maça pozisyonla başlamanın da etkisiyle taraftar ses ayarlarıyla biraz daha oynadı ve takım da buna abluka ile karşılık verdi. Netekim gol için fazla da beklenmedi. Dakikalar 4'ü gösterirken Ümit'in akıl dolu pasıyla ceza sahasına yönelen Kral sol ayağını çok iyi kullandı ve Galatasaray'ı 1-0 öne geçiren golü kaydetti. Ali Sami Yen kendinden geçti.
Golün sonrasında da Galatasaray rüzgârı dinmedi. Orta alanda maruz kaldığı baskı yüzünden yarı alanı geçmekte zorlanan Fenerbahçe pozisyona dahi giremezken, Galatasaray Lincoln ve Hakan Şükür ile çok net pozisyonlardan yararlanamadı. Dakikalar 25'i gösterince çok bile dayanan Lugano kırmızı kartla oyun dışı kaldı. "Hakeme gözlük, eline sözlük" edebiyatı kendisine pahalıya mâl oldu. Bu pozisyondan doğan serbest atışı çok akıllıca değerlendiren Lincoln topu ceza alanı içinde bir anda boşta kalan Ümit'e nişanladı. Ümit'in kavisli vuruşu az farkla dışarıya gitti. İlk yarının son anlarında Lincoln Volkan'a akılâne bir taç atışı gönderdi. Bir anda defansın ardına sarkan Volkan kaleciye karşı karşıya kalmıştı ki maçın hakemi Cüneyt Çakır ilk yarının son düdüğünü çalarak Galatasaray'ımızı muhtemel bir golden etti.
Karşılaşmanın ikinci yarısı ilk yarısına oranla daha kontrollü başladı. Her iki takım da yapılacak en ufak hatanın nelere mâl olabileceğinin farkında gibiydi. Devrenin ilk önemli pozisyonunu 64'üncü dakikada Hakan Şükür buldu. Sol kanatta topla buluşan Volkan, Hakan'a "Bu işi bitir" dercesine harika bir orta yaptı. Arka direkte topa yükselen Hakan çok sert bir kafa vuruşuyla karşılık verdi. Fakat kaleciden seken top savunmanın çabasıyla kornere gönderildi. Bu pozisyondan 2 dakika sonra "atamayana atarlar" kuralı işledi ve sağ kanatta topla buluşan Gökhan Gönül 5 Galatasaraylı'yı geçtikten sonra ceza alanına girerken topa çok sert vurdu ve skora denge getirdi. Ali Sami Yen yaşadığı bir anlık şokun etkisinden çabuk kurtuldu ve takıma verdiği büyük desteğe devam etti.
Golden 10 dakika sonra kullanacağı taç atışında zaman geçirmeye yönelik davranışlarda bulunan Fenerbahçeli Gökhan Gönül ikinci sarı kartını gördü ve takımını 9 kişi bıraktı. Bu dakikadan sonra ataklarını iyiden iyiye sıklaştıran Galatasaray'ımız uzatma anlarında Nonda-Hakan-Ümit üçlüsünün çabalarıyla takımı yarı finale götürecek golü attılar. Sağ kanatta topla buluşan Nonda iki şık çalımla ceza sahasına girdi. Sıfıra kadar indikten sonra topu altı pasa çıkardı. Defanstan seken topun üzerinden atlayan Hakan, Ümit'e pozisyon yarattı. Ve Karan... Affetmedi! Sol ayağıyla çok sert bir vuruş yaptı ve karşılaşmanın skorunu tayin etti. Lâkin o an saha karıştı. Fenerbahçeli futbolcular hazımsızlıklarının acısını çıkartmaya and içmişti bir kere. Kaleci Volkan hızını alamayıp Lincoln'ün kasıklarına bir tekme savurunca saha savaş alanına döndü. Önce Volkan, ardından Lincoln oyundan atıldı.
Maç 2-1'lik üstünlüğümüzle sona erdi. Galatasaray'ımız Fenerbahçe'nin 26 yıllık kupa özlemini bir başka bahara ertelerken ismini yarı finale yazdırdı. Ağzı torba olmayan ve dolayısıyla büzülemeyecek olanlar ise konuşmaya devam ettiler tabii. Ne hakem kaldı uğraşmadıkları ne de Galatasaray. Hakemin maçı katlettiğini söyleyenler 2 sene evvel oynanan ve 4-0 kazandıkları maçın ardından aynı hakemi Türk futbolu için gelecek vaat ettiği için kutluyorlardı. Sonra bir de gol anına dek 9 kişi oynayan Fenerbahçe'yi Galatasaray'ın zor yendiğini söyleyenler vardı. Bunlar Galatasaray'ın 7 kişi kaldığı maçta Fenerbahçe'nin döktüğü ecel terlerini unutuverdiler bir anda. Bir de Galatasaraylı futbolcuların maçtan sonraki sevincine taktılar. Fazla abartmışlar. Oldu canım! Sen 1 aydır ortamı ger, Galatasaraylı futbolcuların onurlarıyla oyna, sonra adamlar kazanılan maçın ardından sevindiler diye onları eleştir... Ne güzel dünya be! 2 sene önce Tuncay'ın hindilerini hatırlatmamı ister misiniz?
Hazmededurun!

Galatasaray: 76 - Asvel: 75

Galatasaray'ımız ULEB Cup ikinci tur ilk maçında deplasmanda 69-69 berabere kaldığı rakibi Asvel'i Ayhan Şahenk'te taraftar desteğini de arkasına alarak 76-75 mağlup etti ve adını son 16'ya yazdırmayı başardı. Karşılaşmanın ilk yarısını 10 sayı farkla, 45-35, geride kapatan Galatasaray'ımız, ikinci yarıda bulduğu 16-0'lık serinin de yardımıyla son çeyreğe farkı 60-57'ye indirerek girdi. Karşılaşmanın son 7 dakikasına girilirken Charles Gaines'in çabaları ile skoru 61-60 lehimize çevirdik. Bu dakikadan sonra büyük çekişmeye sahne olan maçtan 76-75 galip ayrılarak son 16'da İspanyol Gran Canaria'nın rakibi olduk.
Karşılamanın en skorer oyuncusu 19 sayı ile oynayan Cüneyt Erden olurken, Charles Gaines de 13 sayı ve 12 ribaundluk "double-double"ı ile galibiyette başrol oynadı.

27 Şubat 2008 Çarşamba

Adnan Polat Başkan Adayı

Özhan Canaydın'ın başkanlığı bırakacağı haberinin ardından, Adnan Polat 2 hafta sonra yapılacak olan kulüp başkanlığı seçimi için başkan adayı olduğunu açıkladı. Yıllardır taraftarın gönlündeki başkan olan Polat'ın bu açıklaması en azından beni mutlu etti.

Galatasaray: 0 - Kasımpaşa: 1

Fotoğraf çok şey anlatıyor aslında. Hakan Şükür'ün ifadesinde en çok göze çarpan çaresizlik. Bir taraftar için de herhangi bir mağlubiyetten sonra yorum yapmak, spor programlarını takip etmek her zaman zordur. Benim için de yazmak zor gerçekten. Hele bir de aynı hafta Bursapor'un deplasmanda Fenerbahçe'yi mağlup ettiğini düşünürsek üzüntümüz ikiyle çarpılıyor. Çünkü ligin dibine demir atmış Kasımpaşa'yı mağlup etmek demek hafta sonunda oynayacağımız Beşiktaş deplasmanı öncesi zirvede puan farkını 4'e çıkarmamız anlamına gelecekti. Bazı mağlubiyetlerden sonra alttan almak, "Olur böyle" demek kolay geliyordu bize. Kasımpaşa'nın Ali Sami Yen'de bize attığı tokat yanağımızı biraz fazla acıttı doğrusu. Ne topu ayağına her alışında yere yığılan Lincoln'den, ne mesafe tanımaksızın kaleye top göndermeye çalışan Barusso'dan, ne de kadroyla bir oyuncak misali oynayan Feldkamp'tan ayrıntılı bir şekilde bahsetmek istiyorum. Ne istiyorum biliyor musunuz? 2000'lerin başındaki Galatasaray'ı ve Ali Sami Yen'i hatırlamak istiyorum. Hagi'nin attığı bir çalım ve sonrasında gelen golüyle ayağa fırladığımı ve onun 10 numaranın hakkını vermesini alkışlamak istiyorum. Sonra kalbimizde ayrı birer yer edinmiş iki kaleciyi hatırlamak istiyorum. Mondragon'un gözyaşlarını, Taffarel'in "Çok güzeal"larını... Yıl 2008 ve hâlâ bize eski Galatasaray'ı aratanları unutmak istiyorum.

Bir Dönem Sona Eriyor

Galatasaray'da 6 yıllık Özhan Canaydın dönemi iyisiyle kötüsüyle sona eriyor. 2002 senesinden bu yana Galatasaray Spor Kulübü başkanlığını yapmakta olan Özhan Canaydın geçtiğimiz günlerde mart ayında yapılacak olan seçimlerde yeniden aday olmayacağını açıkladı. Uzun zamandır taraftarın hararetle gerçekleşmesini beklediği arzusu en nihayetinde son bulacak. Peki Canaydın görev süresince neler yaptı ya da yapamadı? Burada kör ölür badem gözlü olur edebiyatı yapmayacağım. Ancak yine de aklımda olanları yazmak istiyorum.
Özhan Canaydın 2002 senesinde kulübü devraldığında takım Şampiyonlar Ligi'nde çeyrek final oynamış, ligde üst üste şampiyonluklar elde etmiş ve Türkiye şartlarının çok çok üstünde bir kadroyla mücadelesine devam etmekteydi. Mart 2002'den itibaren geride bırakılan 6 sene her sezon Avrupa'da yaşamaya alışık olmadığımız başarısızlıklar, ligde verilen mücadelede bile zorlanmalar, adı sanı duyulmamış isimleri takıma kazandırmalar, Fatih Terim, Gheorghe Hagi, Mircea Lucescu, Bülent Korkmaz, Arif Erdem, Hakan Ünsal, Ergün Penbe gibi Galatasaray ile bütünleşmiş isimlerin harcanması, Fenerbahçe'ye karşı alınan ağır yenilgiler ve en büyük rakibimizi kutlamak için birbirine vurulan eller ile geçti. Peki hiç mi olumlu şeyler olmadı? Oldu, ama sayısı bir elin parmaklarını geçmedi. 2006'da alınan efsanevi şampiyonluk ve 2005'de Fenerbahçe'ye atılan 5 golün sonrasında elde edilen Türkiye Kupası verilen sözlerin yerine getirilememesini telafi etmedi ne yazık ki?
Bu noktada sorulması gereken soru "Gerçekten bütün suç Canaydın'da mı?" olmalı. Süren ve Cansun döneminde tohumları atılan kaos döneminin cefasını çekmek Özhan Canaydın'ın suçu muydu? 10 yıldır kulübün en önemli projesi olarak lanse edilen Yeni Ali Sami Yen Stadyumu için bir türlü temel atılamaması da mı onun suçuydu? 2002 seçimlerinden önce medyada verilen vaatleri ve hiçbirinin gerçekleşmediğini düşündüğümüzde kesinlikle suçlu Canaydın. Zaten kendisinin hatası da burada ortaya çıkıyor. O vakitler kendisi dürüst davranıp da beklentileri yüksek tutmasa ve kulübün içinde bulunduğu durumun kısa vadede başarı getiremeyeceğini söylese en azından bırakırken ardından bir "Güle güle başkan" diyecek olan birileri olurdu. Fakat hepimiz biliyoruz ki bu ülkede bir yerlere gelmek bir şeyleri başarmaktan daha önemli bir yere sahip. İçi boş vaatlerin kimseye bir yararı olmuyor maalesef.

23 Şubat 2008 Cumartesi

Bayer Leverkusen: 5 - Galatasaray: 1

Başarılar gelir geçer, asaletin bize yeter
Öyle şeyler yaşattın ki uğrunda ölmeye değer...

22 Şubat 2008 Cuma

Asvel: 69 - Galatasaray: 69

Basketbol ULEB Cup'ta ikinci tur ilk müsabakaları geride bıraktığımız salı gecesi oynandı. Kupadaki temsilcilerimizden Beşiktaş'ın 15, Türk Telekom'un da 26 sayı farkla mağlup olarak tur şanslarını zora soktukları günde Galatasaray'ımız rövanş maçları öncesinde en avantajlı skoru elde eden Türk takımı oldu. Takımımız Fransa'da oynadığı ilk maçta son derece başarılı bir oyun ortaya koydu ve deplasmandan 69-69'luk beraberlikle ayrılarak büyük avantaj elde etti. Dee Brown'un sakatlığı dolayısıyla oynayamadığı maçta 23 sayı ve 2 ribaund ile yıldızlaştı. Turun rövanş maçı 26 Şubat Salı günü Ayhan Şahenk'te oynanacak ve son 16'ya ismini yazdıracak takım belli olacak.

19 Şubat 2008 Salı

Bu Yüzden Galatasaray'a Sevdamız

"Sağolsunlar takım arkadaşlarım çok ilgileniyor benimle... Eğer otobüste kaptanım başımın arkasına rahat olayım diye montunu koyuyorsa, yabancı bir takım arkadaşım mola verince bana da yemek getiriyorsa nasıl bir arkadaşlık ortamımızın olduğu ortadadır..."

Konyaspor: 0 - Galatasaray: 1

Haftalar geçiyor, Galatasaray dur durak bilmiyor. Üzerine oynanan tüm oyunlara ve hava şartlarına karşın kazanmaya devam ediyor. Takımımız pazar günü yeni federasyonun pazartesi gününe ertelediği maçta Konyaspor'u vurduğu tek darbe ile yıkmayı başardı.
Önce pazar gününe dönelim. Galatasaray'ımız Fenerbahçe, Sivasspor ve Beşiktaş'ın kazandığı haftada 4 haftadır kaybeden Konyaspor'a konuk olacaktı. Cumartesi günü elverişli olan hava şartları 24 saat için tersine dönmüş, pazar sabahı Konyalılar kentlerini beyazlar içinde görmüştü. Tüm ülkeyi etkisi altına alan kötü hava koşulları Konya'yı da es geçmemiş, beraberinde getirdiği fırtına ile de akşam saatlerinde oynanması beklenen karşılaşmanın kaderini de az çok belirlemişti. Perşembe günü Bayer Leverkusen deplasmanında bir ölüm kalım mücadelesi verecek olan takımımız yeni Futbol Federasyonu'ndan karşılaşmanın ileri bir tarihe ertelenmesini istemişti. Ancak olumlu ya da olumsuz bir cevap alamayınca bir tek hakemin ağzı kalıyordu bakılacak. Müsabakanın başlamasına sayılı dakikalar kala hakem Barış Şimşek maçın bir gün sonra saat 13:00'da oynanaması yönündeki kararını açıklıyor ve ortalığı tam anlamı ile karıştırıyordu. Çünkü karşılaşmanın ertesi gün oynanması demek takımın İstanbul'a salı günü varması demekti. Galatasaray aynı gün Almanya'ya hareket etse lig maçını cumartesi oynayıp kurtulan Leverkusen'e oranla çok daha kısıtlı bir hazırlık aşaması geçirecekti. Ancak zamanında buna benzer bir durumda Lucescu'nun dile getirdiği söz geldi aklımıza: "Köpekler istedi diye atlar ölmez"...
Ölmedi de... Pazartesi günü saat 13:00 ile 15:00 arasında Galatasaray'ı ne kar, ne federasyon, ne de rakip durdurabildi. Galatasaray çok kaçırdığı maçtan tek golle galip ayrıldı ve liderliği tadına bakması için emanet verdiği Fenerbahçe'den geri aldı. Ümit Karan son vuruşlardaki ustalığını yine gösterdi soğuk havayı ısıtmayı başardı. Tek kayıp Uğur oldu. O da sezonu kapattı. Federasyona selam eder...
Galatasaray'ın bir yerlerde durdurulması lazımdı. Ellerden gelen ardlara koyulmadı. Çarşamba gecesi peşimizde olan Tabiat Ana'yla da el ele tutuşuldu... Galatasaray'ı liderlikten indirmek ve UEFA Kupası'na veda ettirebilmek için tüm şartlar hazırdı. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Ertelenen maçları kazasız geçmeyi seven Galatasaray bu geleneği bozmadı. 2001 yılında buna benzer bir durumda Beşiktaş maçı ertelenmemiş, Aslan önce Beşiktaş'ı sonra da Real Madrid'i ezmişti. Aklınıza bulunsun!

Karşıyaka: 75 - Galatasaray: 74

Beko Basketbol Ligi'nin 20.haftasında cumartesi günü İzmir'de Karşıyaka'ya konuk olduk. Son periyoduna kadar önde götürdüğümüz maçı 1 sayı farkla kaybettik. Maçlar kazanılır, kaybedilir. Pek de mühim değil açıkçası. Ancak bir maçı kazanmak için türlü oyunlara başvurulup, 2 metre ötedeki sporculara elinde ne varsa fırlatıyorsan ve o oyuncuların motivasyonunu yerle bir ediyorsan elde ettiğin galibiyete ne kadar sevinebilirsin? Maçtan sonra rahat rahat "Bu maçı hak ettik" diyebilir misin? Dersiniz siz...
Zamanında Galatasaray taraftarı sebep olduğu en ufak taşkınlığın sonucu olarak salon dışına çıkartılırken her fırsatta büyüklükleri ve Karşıyakalılıkları ile övünenleri salonda bekletirseniz bunun adı çifte standart olmaz da ne olur? "Biz Karşıyakalıyız"... Bence de siz Karşıyakalı olarak kalmaya devam edin. Güzel İzmir'e yakışmıyorsunuz çünkü!

16 Şubat 2008 Cumartesi

Galatasaray: 0 - Bayer Leverkusen: 0

Beceriksizliğimize mi yansak, yıllar önce bir Werder Bremen maçında Ali Sami Yen'de karşılaşılan tablonun aynısına rastlamış olduğumuza mı yakınsak, yoksa her şeye rağmen muhteşem bir taraftara ve demir gibi bir takıma sahip olduğumuza mı sevinsek? Her şeyi baştan almak daha doğru olacaktır sanırım.
Geride bıraktığımız çarşamba gecesi Ali Sami Yen Stadyumu'nda UEFA Kupası 3.tur ilk maçı için Bayer Leverkusen'i konuk ettik. Maç günü İstanbul'da etkin olan fırtınaya akşam saatlerinde kar da dahil olunca kendimizi bir anda Helsingborg maçındakinden de beter bir tabloya tanıklık eder halde bulduk. Ancak bir bestede de demiyor muyduk "Beraber yürüdük yağan yağmurda" diye. Her ne kadar bestede yağmurdan bahsedilse de biz işi daha da büyütüp Sevgililer Günü arifesinde tuttuk mabedin yolunu. Yaşanan turnike sorunu nedeniyle maçın başlamasına 5 dakika kala dışarıda kalan yüzlerce insanın çektiği rezillikten bahsetmeyeceğim. Ancak aşkları uğruna bin bir zorluğa göğüs gerip de stadyuma girmeyi başaranlar bir anda kendilerini cehennemi bir sıcaklığın içinde hissetiler. Mabette bangır bangır Il Padrino çalarken Eski Açık'ta boydan boya oluşan koreografi Almanları şaşkına çeviriyordu. Galatasaray atkılı bir Don Vito Carleone sırtında Avrupa'yı sembolize eden bir simge bulunan adama el öptürüyordu. The Godfather'i izleyenler bilir... Carleone ailesi büyük bir gücü simegelerken an gelir çalkantılar yaşar. Ancak herkesin yıkılmasına kesin gözüyle baktığı aile yeniden eski gücüne kavuşur. Bu bakımdan koreografide anlatılmak istenen son derece manidardı.
Gelelim maça... Kalli Lincoln ve Nonda'yı kulübeye yollayıp sahaya yine tamamı Türk oyunculardan oluşan bir kadro sürdü. Sahadaki aslanlar formanın hakkını sonuna kadar verdiler. Daha ilk dakikalarda Bundesliga üçüncüsünü sahasına hapsettiler. Ancak devre arasına kadar Leverkusen yarı alanında geçen karşılaşmada özellikle Arda ve Hakan Şükür ile yakaladığımız pozisyonları gol yapamayınca hakemin ilk 45 dakikayı tayin eden düdüğü duyulduğunda skor tabelasında 0-0 yazıyordu. Ancak inanıyorduk biz her şeyin iyi olacağına...
İkinci yarı başladığında Ali Sami Yen'in üzerini örten kara bulutlar biraz daha agresifleşmiş, 25000 kişinin gözlerini beyaz kör etmişti. Sahada verilen mücadeleyi takip etmekte zorlanan gözlere inat, boğazlar patlatıldı Tabiat Ana'ya bir mesaj göndermek için. Kalecimiz Orkun kendisine top gelmemesinden ötürü yakınırken arkadaşları rakip yarı alanda skoru değiştirmek için uğraşıyordu. Önce Ümit, sonra da Nonda boş kaleye topu gönderemeyince grup maçları geldi ister istemez aklımıza. Beceriksizlik değildi bu, biliyorduk. Yoksa son vuruşlarda üzerine tanınmayan Ümit'in ve bu seneki en etkili transferlerimizden Nonda'nın o topları gol yapamaması karda çiçek açması kadar imkansızdı. Austria Wien maçında yanımızda olan şans perileri sanki "Bu kadar şans yeter size" der gibiydi.
Maç başladığı gibi bitti. Fakat biz hâlâ inanıyoruz her şeyin iyi olacağına... Tabiat Ana ve şans perileri... Sizi de bekleriz haftaya yaşayacağımız tur kutlamalarına!

14 Şubat 2008 Perşembe

Bize Her Gün 14 Şubat

11 Şubat 2008 Pazartesi

Galatasaray: 6 - Vestel Manisaspor: 3

10 gün önce Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda esmeye başlayan sarı-kırmızı rüzgâr geride bıraktığımız pazar akşamı Ali Sami Yen Stadyumu'nda fırtınaya dönüştü. Galatasaray konuk ettiği Vestel Manisaspor karşısında öyle bir futbol oynadı ki takımı dışarıdan gören biri kesinlikle Real Madrid'i ya da Manchester United'ı izlediğini sanmıştır. Galatasaray'ın Vestel Manisaspor karşılaşmasında oynadığı futbol, uyguladığı top kombinasyonlarını Türkiye'de uygulayabilen başka bir takım daha yoktu.
Hafta içinde bütün biletler tükenmiş, haliyle yaklaşan Sevgililer Günü öncesi taraftarlar sevgililerini görmek için mabetteki yerini almıştı. 3 ay önce oynanan İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçından beri formasından uzak kalan Lincoln de ilk 18'deki yerini almıştı. Ancak Kalli, Fenerbahçe maçındaki kadroyu bozmayarak o maçta sahaya çıkan ve aslanlar gibi mücadele eden oyunculara olan güvenini göstererek çok akıllıca davrandı. 11 Türk futbolcudan oluşan takımımız sahada fırtına misali koptu.
Galatasaray'ımız maça fırtına gibi başladı ve oyunu karşılaşmanın ilk düdüğünden itibaren domine etti. İlk yarım saat sona erdiğinde ise skor tabelasında 3 farklı üstünlüğümüz göze çarpıyordu. Perdeyi Hakan Şükür'ün asistinde Barış açıyor, Barış'ı Hakan takip ediyor, Arda da penaltıdan farkı 3'e çıkarıyordu. İlk yarının son düdüğü çalmak üzereyken Serkan mutlak bir pozisyondan yararlanamayarak farkın 4'e çıkması şansını tepti.
İkinci 45 dakikaya da Galatasaray'ımız hızlı başladı. Dakikalar 47'yi gösterirken sahneye bir kez daha Kral çıktı ve skoru 4-0'a getiren golü kaydetti. Birkaç dakika sonra o ana kadar kusursuz oyun çıkaran Mehmet Topal'ın orta alanda kaybettiği top 30 metrelik bir füze olarak ağlarımıza giderken kalecimiz Orkun topu izlemekle meşguldü. Golden 1 dakika sonra maçın başından beri en çok çalışan isimlerden ve gol atmayı belki de en çok hak eden oyuncumuz olan Ümit çok şık bir kontrol ve akabinde gelen plase ile farkı yeniden 4'e çıkardı: 5-1. Dakikalar 65'i gösterirken Vestel Manisaspor'un ilk golünü kaydeden Selçuk ceza sahamıza sol çaprazdan girerken kalemize bir füze daha gönderdi. Yer tutmada büyük hata yapan Orkun topu bir kez daha içeri aldı. Bu golden 3 dakika sonra bu kez eski Beşiktaşlı Burak Yılmaz ceza alanımızda savunmamızın ve kalecimiz Orkun'un hatasını affetmeyerek farkı 2'ye indirdi: 5-3. Maçın başından beri süper bir futbol ortaya koyan Galatasaray'ımız rehavetinin kurbanı oldu. Ancak yine de son sözü söylemek Kral'a düştü. 84'üncü dakikada oyuna sonradan dahil olan Lincoln'ün kullandığı köşe vuruşunu şık bir kafa vuruşuyla süslendiren Hakan Şükür maçın skorunu tayin etti: 6-3.
Yediğimiz 3 gole rağmen hücumdaki üstünlüğümüz ve izleyene zevk veren futbolumuz ile karşılaşmadan farklı galip ayrıldık. Leverkusen maçı öncesi büyük moral depoladık.

4 Şubat 2008 Pazartesi

Fenerbahçe: 0 - Galatasaray: 0

Kulüplerin ne kadar büyük olduklarını belirleyen etkenler nelerdir? Sadece sportif başarılar mı, kulübün mali yapısı mı, yapılan transferlerin önemli isimler oluşu mu, hedefleri mi, yoksa duruşları mı? Kişiden kişiye değişebilecek etkenler bunlar. Bana soracak olursanız ben son iki maddenin kulüplerin ne kadar büyük olduklarını yansıtacağını düşünüyorum. Elbette ki öncesinde saydığım üç etkenin de rolü yadsınamaz ancak hedefleriniz küçükse ve tavrınız, duruşunuz saygınlık görmüyorsa açıkçası pek önemli değillerdir benim nazarımda. Liverpool taraftarının her fırsatta dile getirdiği bir deyişleri vardır; "Form is temporary, class is permanent". Yani derler ki "Başarılar gelir geçer asaletin bize yeter". Galatasaray'ınn kuruluş amacını hatırlayalım şimdi. Huzur içinde yatsın, kurucumuz Ali Sami Yen, Galatasaray Lisesi'nin sınıflarından birinde arkadaşları ile gelecekte ülkenin en büyük spor kulübü olacak markayı yaratırken hedeflerini "Türk olmayan takımları yenmek, yurtta ve dünyada zaferler kazanmak" olarak bellememiş miydi? İki yıl sonra suyun öteki tarafında Galatasaray'dan kopan isimlerin kurmuş olduğu sarı-lacivertli kulüp de kuyruk acısından dolayı o zamanlar belirlemişti hedefini; "Bizi ilgilendirmez Türk olmayan takımlar, bizim derdimiz Galatasaray". Hoş, kimseyi hedefleri yüzünden aşağılamayız. Ancak herhalde söz konusu kulübün kurucuları cumhuriyet dahi kurulmadan önce toplandıklarında kulüplerinin 100 yıl sonra, sadece Galatasaray'ı alt edebilmek için, adeta bir Güney Amerika karması halini almasını muhtemelen tahmin etmiyorlardı.
Dün bir kez daha karşılaştı hedefi Galatasaray'ı yenmek olan ve hedefi tek maçlık zaferler olmayan iki ezeli rakip. Müsabaka bir Türkiye Kupası maçı olunca ve karşılaşma da Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanacak olunca hafta başından beri yazılı ve görsel "tarafsız" basında söylenmedik kalmadı. Yazılanlar genelde iki lanetten bahsediyordu. Bunlardan biri Galatasaray'ın 9 senedir Kadıköy'den yenilgiyle ayrılması, diğeri de Fenerbahçe'nin 26 senelik Türkiye Kupası hasreti ile ilgiliydi. Bunlar yazılması doğal yazılardı. Benim sözünü ettiklerim farklı tabii. Eşleşmenin belli olduğu pazartesi gününden itibaren medya kamuoyunu etkilemek için elinden geleni ardına koymadı. Koysa ayıp olurdu. Durmaksızın Galatasaray'ın eksiklerinden dem vuruldu. Söylenenlere göre Galatasaray 9 senedir yenildiği deplasmana tamamı Türk ve büyük çoğunluğu yedek oyunculardan kurulu bir kadro ile çıkacaktı. Fenerbahçe ise son 3 resmi maçında rakip filelere tam 19 gol bırakmıştı. Açıkça dile getirecek cesarete sahip olamasalar da dolaylı yoldan Galatasaray'ın fark yiyeceğini söylüyorlardı. Zaten maçtan bir gece önce rakip takımın bir kulübün resmi internet sitesi mi yoksa bir taraftar sitesi mi olduğu belli olmayan internet portalında tüm bunları onaylayan seviyesiz bir yazı yayınlanıyordu (Bu noktada bu yazının giriş paragrafının yeniden okunmasında fayda görüyorum). Her şey bununla kalmadı tabii. Birçok gazetede yabancı bahis şirketlerinin Galatasaray'ı takımdan saymadığını ve bunu da sarı kırmızılı ekibe verdikleri 10.00'lık oranla desteklediklerini okuduk. Fakat hiçbir kaynak göremedik. Amaç Galatasaray'ı yıpratmaksa Fenerbahçe'yi başarıya götürecek her yol mübahtı, Galatasaray'lı futbolcuların onurlarını yok saymak bile.
Son yıllarda her fırsatta büyüklüğü ile övünen, bunu mali durumuna ve yaptığı transferlere bağlayan, ancak gelin görün ki başarı konusunda zar zor elde edilen lig şampiyonluklarından öteye gidemeyen - haksızlık etmeyelim Galatasaray'ı da yenebiliyorlar - rakibi karşısına işte tüm bu olumsuzluklara kanat geren 11 Metin ile çıktı Galatasaray sahaya. Maç başladığında ise 90 dakika boyunca rakibine futbol dersi veren bir Galatasaray izledi bütün Türkiye ve Brezilya karmasını izlemeye gelen Brezilya Milli Takımı teknik direktörü Dunga. Kendisinin Fenerbahçe'nin Brezilyalıları hakkında değil de Galatasaray'ın Türk futbolcusu Serkan'ı övmesi ise son derece ironi kokuyordu. 90 dakika boyunca olanları uzun uzadıya yazmayacağım. Dün gece objektif olmayı başaran Fenerbahçeliler dahi Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim etmesini bildiler. Sübjektif olanlar ise maç sonunda takımlarını protesto ettiler. Tribünleri tıklık tıklım doldurmakla taraftar olunmuyor tabii. 9 senedir kendi evinde üstünlük kurduğun rakibin bu kadar zaman sonra bir beraberlik alınca takımını protesto etmekle de olunmuyor.
Maç sona erdiğinde de karşılaşmanın yankıları öyle kolay kolay dinmedi. Fenerbahçeliler kendilerine yakışan bir şekilde tabelaya yansıyan skora bahane üretmeye başladılar. Öncelikli bahaneleri Servet Çetin'di. Servet maç içerisindeki bir pozisyonda Semih'i sakatlayınca demediklerini bırakmadılar. Yahu her zaman siz değil miydiniz bu adamın futbol konusunda son derece beceriksiz ve yeteneksiz olduğunu söyleyen? Bir maçta mı değişti her şey? Biraz aynaya bakıp kendi yüzünüzde Lugano'yu hiç mi göremiyorsunuz? Adam yapmış faulünü sonra da paşa paşa görmüş kartını. Biz erkek oyunu diye biliyorduk bu oyunu, öyle değil mi yoksa? Hem madem Servet bu kadar basiretsiz bir futbolcuydu üstüne oynayıp değiştirseydiniz dengeleri. Yapmadığınız şey de değil hani! Ancak sırf Semih sakatlandı diye Servet'i futbol kasabı olarak görüp ve maçı kazanamamanızın sebebi olarak da Servet'i görmeniz epey komik kaçıyor. Hem maçtan sonra öğrendik ki Semih 10 güne kadar sahalara da dönebilecekmiş, geçmiş olsun. Ancak 1998 yılında Fenerbahçe forması giyen Mustafa Doğan aynı yıl bir İstanbulspor maçında takımı için ter döken ve ekmek parasını kazanmaya çalışan Güven'in ayağını kırmıştı. O Güven, Semih kadar şanslı da değildi. Futbol yaşantısı o gün sona erdi. Her olaya işine geldiği gibi bakan duyarlı Fenerbahçeliler o gün nerelerdeydi acaba?
Yetmedi! Galatasaray'ın elde ettiği beraberliğe bile sevindiğini söylemeye başlamaları bir diğer bahaneleri oldu. Yahu siz değil miydiniz bir haftadır fark yiyeceğimizi söyleyen. Çeyrek asırdır alamadığınız kupanın ilk ayağını sizin sahanızda oynadık ve yenilmeyip avantaj elde ettik, ötesi var mı bunun? Fenerbahçe'den beraberlik aldık diye değil, hedefimiz olan kupanın bir ayağından avantajlı ayrıldık diye bizim sevincimiz. Ancak size 2000 senesini hatırlatabilirim isterseniz. Hatırlarsanız Ali Sami Yen Stadı'na hiçbir iddianız olmadan gelmiştiniz. 90 dakika ceza sahanızdan çıkamamış ancak karambole bir golle maçtan galip ayrılmıştınız. Futbol bu, olur böyle şeyler. Ancak maç sonrası şeref turu atmanıza ne demeli? Ben o zamanlar Galatasaraylıların sizin bugünkü kuyruk acılarınızı dile getirdiğini hiç ama hiç hatırlamıyorum.
Bitmedi! Hafta başından beri rakibimiz bizi fakir fukara edebiyatı yapmakla suçladı. Ben yine aynanın karşısına geçmelerini tavsiye edeceğim kendilerine. Bu ülkede demagoji ile bir yerlere gelen bir takım varsa o da Fenerbahçe'den başkası değildir. Yakın tarihten vereyim örneklerinizi de hatırlamanız kolay olsun. Geçen sezon yine Türkiye Kupası'nda Beşiktaş'a elendikten sonra "Seneye Türkiye Kupası'nda PAF takımımız ile mücadele edeceğiz", "Bu takımı ligden çekeriz" diye dile getirip sözünü verdiğiniz eylemleri neden unutuverdiniz bir anda? Başkanınız değil miydi kaybedilen bir şampiyonluğun ardından göstermelik istifa eden? Kimseyi kandırmaya kalkmayın Allah aşkına. Biraz samimi olmaya çalışın.

3 Şubat 2008 Pazar

UEFA'da 3 Yeni İsim

Bilindiği üzere her yeni yılın şubat ayının ilk günü UEFA, Avrupa Kupaları'nda mücadele eden takımlara mücadele ettikleri kulvarda oynatabilmeleri için listelerine 3 yeni oyuncu daha kaydetmelerine olanak tanıyor. Geçtiğimiz günlerde resmi internet sitemizden yapılan açıklamaya göre bu üç isim şöyle; Hakan Kadir Balta, Ahmed Barusso ve Emre Güngör. Hatırlanacağı gibi Hakan Balta sezon başında geç transfer edildiği için UEFA listesine adı eklenememişti ve dolayısıyla ilk ve ikinci tur maçlarında forma giyemememişti. Artık kendisi ve takımımız için bu sorun ortadan kalktı. Emre Güngör ise devre arasında takıma katılan yeni isimlerden biri olduğu için ismi yeni listeye eklendi. Ahmed Barusso'da ise durum biraz daha değişik. Barusso takımı Roma ile bu sezon tam 3 Şampiyonlar Ligi müsabakasına çıktı. Haliyle bu sezon boyunca Roma dışında herhangi bir takım ile Avrupa Kupası maçı oynayamayacak olması gerekiyordu. Ancak FIFA bu sezon bu uygulamaya bir yenilik getirdi. Buna göre takımların şubat ayında UEFA'ya isimlerini bildireceği üç isimden bir tanesi aynı sezon başka bir takımda Avrupa Kupası maçına çıkmış olabiliyor. Yalnız bunun da bir kuralı var. Futbolcu daha önce Şampiyonlar Ligi'nde mücadele etmişse yeni takımıyla ancak UEFA Kupası'nda mücadele edebilmektedir. Şayet futbolcu daha önce UEFA Kupası'nda forma giymişse yeni takımıyla Şampiyonlar Ligi'nde top koşturabilecektir. Ancak dediğim gibi bu kural ismi bildirilecek üç oyuncudan sadece biri için geçerli. Diğer iki oyuncunun aynı sezon içinde başka bir takımda Avrupa Kupası maçı oynamamış olması gerekiyor.

Galatasaray: 89 - Casa TED Ankara Kolejliler: 71

Beko Basketbol Ligi'nde son 4 hafta sadece tek bir galibiyet almayı başaran ve son iki maçtır kazanamayan Galatasaray'ımız, ligin 19.haftasında ilk yarıda mağlup olduğu Casa TED Ankara Kolejliler'i Ayhan Şahenk'te konuk etti. Zayıf rakibi karşısında baştan sona üstün bir oyun ortaya koyan sarı-kırmızılı takımımız sahadan 18 sayılık farkla, 89-71, galip ayrıldı. Maç sonrasında takımımızın en etkili ismi olarak Robert Hite göze çarpıyordu. Hite, maç boyunca 18 sayı-8 ribaund-4 top çalmalık bir performans ortaya koydu. Böylece haftaya 4.sırada giren Galatasaray'ımız bu galibiyetle birlikte puanını 33'e çıkartıp maç fazlasıyla liderlik koltuğuna yeniden kuruldu.