28 Nisan 2009 Salı

Ayıbın Böylesi!

Fenerbahçe'ye Ayhan Şahenk'te uzun süre önde götürdüğümüz maçta 64-68 mağlup olduk ve şampiyonluk hayallerimizi bu sene de erteledik. Yavaş yavaş alışıyoruz da zaten, çok koymamaya başladı bile. Yine de takdirlerin en büyüğünü hak ediyor bizim bayan basketbol takımımız. Sezon itibarıyla en çok övgüyü hak eden Galatasaray şubesidir, o ayrı.
Yine de her şey bir yana, değinilmesi gereken başka bir husus var ki son derece düşündürücü. Yeneriz, yeniliriz... Sorun bu değil. Fakat ben bugün utandım. Hem de çok... Zerre taraftarlık bilincimiz yokmuş bizim yahu. Nevriye Yılmaz ki kendisi 2 sene bu kulübün ekmeğini yemiştir, özellikle maçın son çeyreğinde seri halde küfürlere maruz kaldı. Demek ki bir şeyleri kavrayamamışız henüz. Holiganizm - taraftarlık demiyorum bakın, çünkü buna taraftarlık demek ne mümkün - gözlerimizi öyle bir bürümüş ki hırsımızdan neremizi yırtacağımızı bilemiyoruz. Bu kez ağzımızı yırttık. Hem de ne yırtış... Fenerbahçe taraftarını kötülüyoruz bayan basketboluna bile küfür karıştırdıkları için. Dün akşam itibarıyla onlardan bir farkımız kalmadı ne yazık ki! Öyle bir moral bozukluğu, öyle bir sinir aldı ki beni, elenmiş oluşumuza üzülmeyi bile sonraya bıraktım. Yazık yahu! Vallahi de billahi de yazık. O ağza alınmayacak küfürler edilirken sahada Galatasaray forması için ter döken oyuncular da bayandı. İnsanlığımı geçtim de erkekliğimden utandım. Ağızlarınızı dizginleyemeyecekseniz, hiç gitmeyin bayan basketbol maçlarına daha iyi!

27 Nisan 2009 Pazartesi

Galatasaray: 1 - Ankaraspor 1

27 Nisan 2008'i hatırladım bugün. Ali Sami Yen'de Fenerbahçe 1-0 mağlup edilmiş, ligin seyri bir anda dönmüş, Galatasaray şampiyonluk yarışının bir anda en büyük favorisi konuma gelmişti... O gün Şeref Tribünü'ne gözlerimizi çevirdiğimizde eski başkanları tam kadro görmüş olmak, birlik ve beraberlik anlamına geliyordu, inanmışlık anlamına geliyordu. Bu tablo ligin son haftasına yansımıştı.
Bu gece de benzer bir manzara vardı Ali Sami Yen'de. Tribünler boştu, ama Şeref Tribünü'nde eski başkanlar yerlerini almıştı, tıpkı bir sene önce olduğu gibi. Üstelik Adnan Polat'ın demeçleri kalan 6 haftada 18 puanın tamamının alınacağını işaret ediyordu. Çekirge daha ilk zıplayışında takıldı, düştü. Hem de tepetaklak!
Çok şey mi istedik bilemiyorum. Galatasaray tarihinin en iyi kadrolarından birini kurup da muhtemelen Europe League'ye dahi katılamayacak olmanın açıklamasını ben yapamıyorum. Suçlu(lar) kim? Bundan sonra oturup bir güzel bunun muhasebesi yapılmalı. Kimse gerdiği yayın ucuna yerleştirdiği oka hedef olarak Skibbe'yi, Bülent Korkmaz'ı, futbolcuları, taraftarı takmasın, değiller çünkü. Okların hedefi başka...
Galatasaray eriyor... Olmadık bir kornerle gol bulup, olmayacak bir kornerle maçı verebiliyor. Öndeyken skorun üstüne yatıyor. Durun topun hiçbir çeşidini kullanamıyor, buna taç atışları dahil. Özellikle taç atışları dahil. Takım içinde sevgi kalmamış ki artık sağır sultan bile Galatasaray'ın sevgisiz yapamayacağını duydu. Futbolcular ne birbirlerine ne de başlarındaki hocaya saygı duyuyor. Yıllar yılı Türk tribünlerine öncülük etmiş Galatasaray tribünleri takımını sabote ediyor. Hıncal Uluç'a bazı konularda katılmamak elde değil... Of of, dert yanacak çok şey var ama artık dil de varmıyor... Ali Sami Yen'de kaybedilen puanları bile sayamayacak haldeyken, daha ne diyeyim ben! Koskoca tencerenin dibinde kalmış yemek artıkları kadar Şampiyonlar Ligi şansımız vardı, artık bırakın Şampiyonlar Ligi'ni önümüzdeki sezon Avrupa'de bulunmak bile mucizelere kaldı.
Önümüzdeki hafta, bir başka hayal kırıklığında görüşmek üzere. Kafanızda soru işaretleriyle kalın...

24 Nisan 2009 Cuma

Burası Galatasaray!

20 Nisan 2009 Pazartesi

Nostalji #10

İstanbul Büyükşehir Belediyespor: 0 - Galatasaray: 1

İsyanım var. Uganda Futbol Ligi maçlarını izlemeye başlayacağım bundan gayrı. Eminim ki orada futbolu bizim anladığımızdan daha iyi anlıyor, bizim oynadığımızdan daha iyi oynuyorlardır. Bir yerlerden öğrenmemiz gerekiyor şu futbolu, bir yerlerden başlamamız gerekiyor.
Bir hafta boyunca heyecanla bekliyorsunuz taraftarı olduğunuz takımın maçını. Maç günü geliyor ve heyecanınız başlama vuruşuna kadar sürüyor. Sonrası malum... 90 dakikanın bir an evvel bitmesi yönünde kullanmaya başlıyorsunuz oyunuzu. 180 derece çark ediyorsunuz. Çünkü sahada futbol adına hiçbir şey olmadığı gibi, kazanmak için uğraş veren bir takım yoktur. Bitsindir artık o çile, çekemezsiniz belki de bile bile...
Turkcell Süper Lig'in 28.haftasına bakıyorum da, Sivasspor berabere kalmış, Beşiktaş liderlik fırsatını tepmiş, Fenerbahçe yine kaybetmiş... Bu nokta önemli tabii, Fenerbahçe'nin kaybetmesi... Çünkü 21.haftadan bu yana Fenerbahçe ne yaparsa biz de aynısını yapıyoruz. Yani Fenerbahçe yenilince, biz de yenilmiş sayılıyoruz. Korkum bu yöndeydi. Avantaj tepmeyi sever bizim takım. Bu kez öyle olmadı. Nonda'm sağ olsun!
Bu Galatasaray'ı anlamak epey güç. Taraftarıyla dalga geçmekte üstüne yok gerçekten. Bir hafta önce lige havlu atmış taklidi yapıyorsunuz, bugün bir de bakmışsınız kalan altı haftaya rağmen "Acaba" dedirtiyor insana! Tam da kendimizi kaderimize alıştırmaya çalışırken, yapılır mı bu be Galatasaray!
Maça gelirsek... Yok yok gelmesek daha iyi olacak sanırım. Zira maç hakkında kurulacak üç cümlem yok. Zaten ortada bir maç da yok. Akılda kalan anektodlara değinebilirim belki. Fotomaç manşetlerine taş çıkartarak Semih'in "kaya" gibi olduğundan bahsedebilirim, bir de Kewell'in maç sonrası açıklamalarına ne kadar sevindiğimi belirtebilirim. Az oynatıldığı ya da hiç oynatılmadığı için yakınılan Lincoln'ün 90 dakika sahada kaldığında da son derece basiretsiz kalabileceğini de kanıtladı bu maç. Görünen o ki Galatasaray için Lincoln, Lincoln için de Galatasaray defterinin kapanmasına pek bir vakit kalmadı. Tez zamanda olur umarım.
Sezonun bitimine altı hafta kala yaptığım hesaplar şampiyonluğu 1 puan farkla kaçıracağımızı öngürüyor. Fakat ben en azından Şampiyonlar Ligi için umutlandım diyebilirim. Aslına bakarsanız bu futbolu görünce, kendi inançlarımı bile sorgulamanın vakti gelmiş olabilir. Yine de, ne demişti üstad:
"Galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır!"

14 Nisan 2009 Salı

Koleksiyon #11

2003 yılı olması gerek... Evin içinde dahi forma ile dolaşmamdan ötürü bir değişikliğe gitme kararı almıştım. Geceleri yatağa forma ile gireceğime alırdım bir eşofman ve onunla girerdim. Nedir yani! Umbro'nun ürettiği bir üründü bu. Birkaç yıkamanın ardından rengini attığını, bollaştığını hatırlıyorum... Hâlâ bir köşede durur ama giyilmez.

13 Nisan 2009 Pazartesi

Arda Turan Oley!

Dünden bu yana daha çok seviyorum bu adamı.

?

Boşa geçen bir sezon... Kazanılan şey yok, kaybedilen ise bir hayli çok! En çok merak ettiğim husus da Harry Kewell'in takımdaki geleceği... Söylenen o ki, dün gece maçtan sonra Fenerbahçe soyunma odasına gidip yaşananlar için özür dilemiş. Harbi adam şu Kewell. Gerek futbolculuğu gerekse kişiliği ile Galatasaray'a yakışan bir oyuncu, buna şüphe yok. Sürekli taraftara oynayan başka da bir şey oynamayan Lincoln'e 22000 kişinin hep bir ağızdan yaptığı tezahüratlar kulağıma çalınınca Kewell geliyor aklıma nedense... Hangisi daha çok ilgiyi hak ediyor diye soruyorum kendime. Bulduğum cevaba benden başka kimsenin riayet etmediğine kanaat getiyorum, şaşırıyorum.
O değil de seneye muhtemelen hiçbir Avrupa kupasında boy gösteremeyecek olan bir takımda kalmak ister mi Kewell?

Bir Elinde Cımbız, Bir Elinde Ayna...

Carlos: Memleketten ne haberler var?
Lincoln: Kum, deniz, güneş ve ben... Bahtiyarım!

Galatasaray: 0 - Fenerbahçe: 0

Şimdiye kadar hep söyledim, bundan sonra da inkar edecek değilim. Galatasaray ve Fenerbahçe'nin duruşlarından bahsediyorum elbette. Galatasaray'ın hedeflerinin yanında Fenerbahçe'ninkiler her daim mahalli kalmıştır. Bu yüzdendir ki geride bıraktıkları 100 yıl itibarıyla herhangi bir aşama kat edememişlerdir. Fenerbahçe'nin ve Fenerbahçeli'nin vizyonu bellidir; Galatasaray'ın yoluna duvar örmek. Bunun başka bir açıklaması yok. Hele hele dün akşam gözlerimizle şahit olduklarımızı düşününce hiç yok!
Dün akşam saat 19:00 itibarıyla tabloya baktığımızda her iki tarafın da galibiyet dışındaki herhangi bir sonuca tu kaka gözüyle yaklaşacağı aşikardı. Peki biz ne gördük daha sonra? Kazanmak için çaba harcayan bir Galatasaray ve kaybetmemek için oynayan bir Fenerbahçe... Üstelik beraberlik hiçbir işlerine yaramayacakken... Bu doğrultuda son derece Makyavelist bir yolu takip ettiler. Düşecekleri kuyu önlerindeydi, ayakta kalamayacaklarını adları gibi biliyorlardı ve düşerken Galatasaray'ı da yanlarına çekmek istediler, hepsi bu!
Uzun uzadıya maçı anlatacak değilim. Zira kimse bunu yapmıyor zaten. Tüm yazılanlara paralel bir çizgide devam edeceğim ben de... Dün akşam Ali Sami Yen'de tam anlamıyla ne umdum ne buldum ikilemi yaşadım. Antalya'dan maç için gelen bir arkadaş, tutulan Yeni Açık Üst yolu... Her şey planlanmıştı üstelik... Maçtan önce iki tek atılacak, maçta avazımız çıktığı kadar küfredilecek, ses telleri koparılacak, Fenerbahçe'ye birkaç tane sallanacak, maçın ardından yolu tutulacak Nevizade'de hafiften demlenilecekti. Fakat unuttuğumuz bir şey vardı işte... Ne zaman evdeki hesabın çarşıya uyduğu görüşmüştü ki!

Maçın satır aralarında neler mi bulduk? Carlos'u yerlerde süründüren bir Harry Kewell, aşırı motive olmuş ve rakibin 5 numarasını gözüne kestirmiş bir Sabri, kasap bir Selçuk, et kıyımına itinayla müsaade eden bir hakem bozuntusu, yorulmuş Fenerbahçe savunmasını bile açmaktan aciz bir Lincoln, birbirine giren futbolcular, uzaktan olan biteni izlemekle yetinen futbolcular...
Kim ne derse desin, ben dünkü maçın son dakikasında yaşananlardan dolayı büyük mutluluk duydum. Bu düşüncemi ifade etmekte de en ufak bir sıkıntı dahi duymuyorum. Yıllar yılı maruz kalınanların dışavurumuydu bu, tıpkı 19 Mayıs 2007'de olduğu gibi, başka açıklaması yok. Yanına kâr kalmak gibi çok güzel bir deyim var dilimizde. Nicedir Galatasaray'ın Fenerbahçe deplasmanlarında yaşadıkları, rakibin her geçen gün ezeli rekabete gölge düşüren seviyesizliğine karşı çekilen bir isyan bayrağıydı. Maruz kaldığı haksızlıklara karşı baş kaldırmayanların sonunu hepimiz tarih kitaplarında okuduk. Ben demiyorum ki kılıç kalkan kuşanıp karşı kıyıya sefer düzenleyelim. Fakat aynı şekilde karşılık vermekte de hiçbir sakınca göremiyorum. Bu saha dışında yapılacaksa saha dışında, saha içinde yapılacaksa saha içinde, yumrukla yapılacaksa yumrukla, küfürle yapılacaksa küfürle...
Sen sürekli rakibini kışkırtacaksın, tüm maç boyunca rakibinin ayaklarını parçalamaktan başka bir şey yapmayacaksın, futbol katili olacaksın ve sonra da bunlara göz yumulacak... Yok yahu, bak sen! Dünkü maçta yaşananlar olması gereken şeyleri, ve hatta bir hayli geç kalmış şeylerdi. Fenerbahçe'yi bir kez daha yenememişiz, üstelik kendi evimizde. Bunun üzüntüsünü yaşayacağımdan korktuğum anda Lugano'nun Emre Aşık'a salladığı o kafa geldi. Ortalık karıştı. Sonrası malum... Bunlar yaşandı ki ben bir nebze güler yüzle ayrıldım stadyumdan. Arda ile beraber ben de salladım birkaç yumruk, Sabri'yle bir olduk gırtlak da sıktım. Bundan da zerre utanç duymadım ki burada belirtiyorum. Bir de maçtan sonra çıkıp mazlum ayağına yatmıyorlar mı, çıldırmamak elde değil. Neyin soyu oldukları çok belli olan bu adamların, hazır el atmışken, birkaçının daha ağzını yüzünü dağıtsaydık çok daha mesut olurdum. İnanın buna!
Sen çıkıp cinsel organın tutup taraftara hareket yap, kardeşim dediğin futbolcunun ensesine yumruk at, kendine hakim olamadığın gerekçesiyle rakip oyuncuya kafayı salla, sonra da "Vay efendim, taraftarlarına yaranmak için yapıyorlar"... Maç boyunca hepsini genelleyen güzide bir küfüre eşlik ettik. Öyle olmasalardı söyler miydik hiç!

10 Nisan 2009 Cuma

Sen de Hisset!

Hoş Olmaz mı?

Birileri bu anı pankart yapsa, pazar akşamı Kapalı'nın ortasına assa, hatta abartılıp Eski Açık'ta koreografi yapılsa...

Sözün Bittiği Yer...

Sezona İstanbul'da final parolasıyla başlamıştık, evet, fakat kaçımız bu hikâyenin Kadıköy'de değil de, Maslak'ta sona ereceğini aklına getirmişti ki!
Galatasaray Bayan Basketbol Takımı geçen sezon üçüncülükle yetindiği FIBA Eurocup'un finalinde İtalya Ligi lideri Cras Basket Taranto'yu ağırladı. İlk maçta aldığımız 12 farklı yenilgiyi kesinlikle hak etmemiştik ve İstanbul'da yarı finalde Ruslar'a uyguladığımız tarifeyi uygulamamız gerekiyordu. Nefesleri kesen bir mücadele oldu. İlk yarı bitmeden işimize yarayan skoru elde etmiştik, her şey istediğimiz gibi gidiyordu işte. İkinci yarıda farkın 1 sayıya indiğini gördüğümüzde bile umudumuzu kesmedik. Ne de olsa Galatasaray'ın olduğu her yerde umut da vardı. Böyle söylemişti zamanında büyük usta. UEFA Kupası finalinde Bülent kaptan fedakarlık etmişti, bugün de Taçsız Kraliçemiz yaptı aynısını. Sophia, Esra, Augustus, Tuğba, Yasemin, Marina... Hepsi ama hepsi canlarını dişlerine takmışlardı, inanmışlardı bir kere. Galatasaray bundan önce defalarca kanıtlamıştı inandığı zaman neler yapabileceğini. 13 sayılık bir fark lazımdı bize, maç bittiğinde elimizde 21 sayılık bir fark vardı.
Tribünler ise bir başkaydı bu akşam. Geçen hafta almıştım ben de biletimi... Sonra maçın başlama saati ileri alındı. Gecenin bir yarısı Ayhan Şahenk'ten Kayışdağı'na nasıl döneceğimin muhasebesini yaptım, maç gününü ettik ama bu birden çok bilinmeyenli denkleme bulduğum mantıklı bir cevap yoktu. Söz konusu sevda olduğunda mantığınızı bir yana bırakırsınız ya, benim bu akşam saatlerinde yaptığım da tam olarak buydu. Futbolcusundan, eski başkanlarına kadar herkes oradaydı... Atmosfere söylenecek söz yoktu. Keşke her maçta böyle olsa... Keşke finale kanıp gelenler her daim boş koltuk bırakmasa... Galatasaray kulübünün takdiri en fazla hak eden şubesi için orada olsa...
UEFA Kupası, UEFA Süper Kupası, Tekerlekli Sandalye'de Şampiyonlar Ligi kupası ve yine aynı branşta Kıtalararası Kupa... Zincir giderek büyüyor, şimdilik son halkası oldu FIBA Eurocup. Galatasaray 13 sayı farkla kazanması gereken maçtan 82-61'lik galibiyetle ayrılarak kulüp tarihindeki beşinci uluslararası kupasını müzesine götürdü.
Birileri hâlâ söze başlamayı bekleyedursun, biz son sözü beşinci kez söylüyoruz! Ünlem koymadık yine de, üç nokta koyduk bekliyoruz...

9 Nisan 2009 Perşembe

Kupalara Layıksın Sen...

Günler önceden biletinizi almak, buna karşın büyük bir ihtimalle maça gidemeyecek olmak gerçekten üzücü. Türkiye'nin Edirne sınırından ötedeki tek tarih yazarı bu gece yeni bir Avrupa kupası için Ayhan Şahenk'te. Haydi kızlar! Yeni bir Avrupa kupası mümkün!

Unutulmaz Sözler - Volume 15

“Hedefimiz her anlamda büyümek. Real Madrid, Manchester United, Galatasaray kadar büyük bir kulüp olabilmenin planlarını yapıyoruz.” (Alexi Lalas - LA Galaxy başkanı)

7 Nisan 2009 Salı

Ezeli Rekabet

Ata son girdisinde paylaşmış... Çok hoşuma gitti açıkçası. Her şeyin bir miladı vardır ya, Devekuşu'nun yansıttığı Galatasaray - Fenerbahçe rekabetinin miladından önceyse eğer, birazdan izleyecekleriniz de sanırım sonrası oluyor. Hafta sonuna kadar bu büyük heyecanı birlikte yaşayalım, pazar gecesi de kıran kırana geçecek karşılaşmanın keyfini sürelim. Klasiktir ya, ne ilk olacak ne de son nasılsa...

Gaziantepspor: 0 - Galatasaray: 1

Kolay maç olmayacağı belliydi... Zira Gaziantep deplasmanları hep öyledir. Son yıllarda aldığımız en iyi sonucun beraberlik olduğunu da düşünürsek, dün Galatasaray'ın aldığı sonuç için "Tu kaka" demek abesle iştigal olur. Galatasaray'ın göze hitap ettiğini ya da bunun için çaba gösterdiğini söyleyemeyiz, çünkü maalesef yok öyle bir dünya. Sorunlar deseniz, damlaya damlaya okyanus olmuş. Ne bekleyecektik ki galibiyetten başka? Volkan aksadı, Sabri kanadını boşalttı, Arda sarıdan sakındı, Sanctis duygusaldı, Kewell çabaladı, Baros kıçını yırttı, Ümit seyretti, Galatasaray Antep'ten 3 puanla döndü, sıralamada bir basamak atladı.
İyi oynamıyoruz, evet. Ancak ne zaman iyi oynadık ki? Ya da ne zaman iyi oynadığımızda bunu kronik bir hastalığa çevirebildik ki? Var mı böyle bir takım yeryüzünde? Barcelona belki... Biz de Barcelona değiliz, onu ayıralım. Yine de taraftar üzerindeki şu umutsuz halden nefret ediyorum. Öyle bir buğu var ki kimilerinin üzerinde sanki zavallılar topluluğuyuz. 3 sene önce Cihan, Volkan ve Orhan ile şampiyon olurken gözyaşı dökenler, bugün Kewell'in, Arda'nın, Baros'un olduğu kadroya burun kıvırıyorlar. Hepsi birer inançsızlık abidesi, afedersiniz. Tüm bunlar neden? Elbette ki Lincoln efendi yok diye. Başka neden olacak! Kaç yıllık taraftarım bu kulübün formasını giyen hiçbir futbolcuya bu denli sevgi gösterisinde bulunulduğunu hatırlamıyorum. Buna Hagi dahil, Hakan Şükür'ü ise ayıralım. Peki geride bırakılan 2 sene içinde ne verdi bu adam? Aldıkları çok da, verdiklerini bir konuşsak artık. Hoca beğenmez ama çok güzel maç beğenir. İstediği zaman yapabilecekleri bellidir ama hiçbir zaman istemez. Ha bir de, canı istediğinde çekip gider. Çünkü takımın ağasıdır. Oynatılmayınca da tribün mahkemesi onun lehinde karar verir. Anlamak güç vesselam... Hani dün içimden geçirmemiş de değilim... Şu Tabata, hani "Pele'nin 10 numara giydiği yerden 10 numara olarak" gelen adam... Antepliler'i sevgiyle kucaklıyorum ama, Gaziantepspor'a 10 gömlek fazla bu adam. Sene sonunda Lincoln'ü postalasak, gelen parayla da şu adamı alsak fena da olmaz kanımca.
Bu sezonki en kritik haftaya girdik bakalım. 12 Nisan'da Ali Sami Yen'de Fenerbahçe'yi ağırlayacağız. Her iki takım da sıcak suda gereğinden fazla kalmış yumurta gibi, hafif çatlak... Pazar gecesi çarpışacaklar. İkisinden biri kırılacak. Belli de olmaz hani, bakarsınız ikisi de kırılır.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Anket Sonucu

Blogun takipçileri Galatasaray'da kaptanlık koltuğuna Arda Turan'ı layık gördüler. Bence çok da iyi ettiler. Öncelikle 2 hafta boyunca süren ankete katılan 87 kişiye teşekkürü borç bildiğimi belirtmek isterim. Buna göre katılımcıların %55'ine tekabül eden 48 kişi Galatasaray'da birinci kaptan olarak Arda Turan'ı görmek istediklerini belirttiler. Arda'yı aldığı %12'lik dilimle Ayhan Akman takip etti. Bu iki ismi sırasıyla Hasan Şaş (%11), Servet Çetin (%4) ve Ümit Karan (%3) ile takip ettiler. Diğer seçeneğini işaretleyenlerin oranı ise %12'de kaldı. Resimde de görebileceğim üzere Arda Turan'a kaptanlık bir hayli yakışacak :)
"Kaptan Arda konuşuyor, kaptan Arda konuşuyor... Kalkışa geçiyoruz..."