29 Temmuz 2008 Salı

Koleksiyon #1

Düşündüm de bloga yeni bir konsept eklemeliyim. Bu da koleksiyonumda bulunan nadide eserler olmalı diye bir kez daha düşündüm. Nadide demişken bundan 50 yıl öncesinde alınmış ürünlerden bahsetmiyorum tabii ki. Elimdeki Galatasaray ürünlerini yılları ile birlikte buraya taşımaya çalışacağım. Bu anlamdaki ilk ürün bir forma. 2001-2002 sezonundaki şampiyon takımın üzerinde taşıdığı formalardan kırmızı olanı. Formayı üreten marka Lotto. Kanım odur ki kulüp tarihindeki en basit formalar Lotto döneminde üretildi. Hani üzerindeki arma ve renkler olmasa pazarda satılsa alınmaz cinsten. İşte 2001/2002 sezonu ve düz kırmızı forma.

Aslan Nihat

Hepimiz sarı ile kırmızıya vurgun, hepimiz Galatasaray'a aşığız. Uğruna paralar harcayıp formalar alıyoruz, maçlara gidip boğazımızı patlatıyoruz ve bu durumdan bir nebze olsun şikayet etmiyoruz. Peki kaçımız Galatasaray'ın simgesinin "aslan" oluşunun nedenini biliyoruz?
Günümüz taraftarları profesyonelliğin tamamen karşısında duradursun hiçbiri geçmişte amatör ruhu sonuna kadar yaşayan isimleri bilmiyor, dolayısıyla o isimlere olan vefa borcunu da yerine getiremiyor. Araştırmak yerine hazıra konuyoruz. En büyük ezeli rakibimizi tercih eden eski futbolcumuza lanetler okuyoruz ama pek çoğumuz ne Nihat Bekdik'i biliyoruz ne de Gündüz Kılıç'ı...
Nihat Bekdik... Nam-ı diğer Aslan Nihat. Samanlıkta iğne arar gibi aranan amatör ruhun bayrak adamıydı o. Herkes bilmez adını. Galatasaray kurulmadan 3 sene önce geldi dünyaya, o andan itibaren hayat hikayesi sarı kırmızı yazıldı. Galatasaray Lisesi'nde eğitimini sürdürürken başladı hayranlığı futbola. Takıma yükselmek için de pek beklemedi. Takımı için terinin son damlasına kadar mücadele etti ve taraftarlar tarafından Aslan Nihat olarak çağırılmaya başladı. 1916 yılında başlayan Galatasaray macerası süresince sadece futbolcu olarak değil üç adım atlama, yüksek atlama, binicilik, yelken ve yüzme alanlarında da kulübüne hizmet etti. Tam 20 sene boyunca futbolcu olarak verdiği mücadelesinde ise 268 kez forma giydi.
Galatasaray ile Fenerbahçe'nin arasının açılmaya başladığı yıllarda iki takımı karşı karşıya getirecek olan Vatan Kupası'ndan bir gece önce federasyon başkanı Galatasaray'ı Milli Takım mahiyetinde Rusya'ya götürmek ister. Bunun üzerine zamanın gazeteleri ve Fenerbahçeli yöneticiler Galatasaray'ın formda olan Fenerbahçe'den korkup kaçtığını iddia edince, Nihat Bekdik; "Gitmeyip tek kişi kalsam da sizinle o sahaya çıkıp mücadele edeceğim" diye haykıran isimdir.
Galatasaray'ın ve Türk sporunun bu büyük ismi 8 yıl A Takım kaptanlığını yürüttükten ve 18 kez giydiği A Milli Takım formasını 8 defa kaptan olarak taşıdıktan sonra 1936 yılında aktif spordan çekildi. Fakat spor yapmayı hiçbir zaman ihmal etmedi. Aslan ismini verdiği teknesi ile tekne yarışlarına ve boğazı yüzerek geçme yarışlarına katıldı. 1957 yılında Demokrat Parti'den milletvekili seçildi ve 27 Mayıs İhtilâli'nin akabinde 4 yıllığına mahkum edildi. Mahkumiyeti son bulmadan, 21 Haziran 1972'de, geçirdiği bir rahatsızlık yüzünde hayata veda etti. Ardında ise sayısız rekor ve amatör ruhunu bıraktı. Fakat bunlardan da önemlisi hayatını adadığı Galatasaray'a kendi lakabını simge olarak bıraktı.

Olmasaydın...

Ona eşit aslında Galatasaray ile başlayıp Galatasaray ile biten her cümle, biz farkında olmasak da...
O olmasaydı... Bizi biz yapan en önemli değerden yoksun olacaktık.
O olmasaydı... En büyüğün bünyesinde bulunmanın gururunu bilemeyecektik.
O olmasaydı... Vişneye çalan koyuca tatlı kırmızı ve turuncudan iz taşıyan tok bir sarı lüks gelecekti bize. Sadece sarı ve kırmızı olacaktı belki de.
O olmasaydı... Ne Nihat, ne Gündüz, ne Turgay, ne Metin, ne Bülent, ne Hagi, ne Hakan...
Ama o vardı!
Hâlâ da var!
57 yıldır madden olmasa da...
ÇOK YAŞA EN BÜYÜK BAŞKAN, TEK BÜYÜK BAŞKAN!

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Fernando Meira Galatasaray'da

2002 yılı... Mehmet Cansun başkanlığı Özhan Canaydın'a devretmiş. Canaydın'ın vaatleri taraftarın yüzünü güldürüyor. Nasıl güldürmesin ki? Bir anda önümüzdeki 10 yılda en az 7 defa şampiyon olacağımızı, yine bu süre içerisinde 3 defa Avrupa'da final oynayacağımızı, Yeni Ali Sami Yen Projesi'ne en kısa sürede başlanacağını ve her sene 3 yabancı yıldızın takıma kazandırılacağını duymuştu taraftar.
Canaydın'ın başkanlık süresi sadece 6 sene sürdü. Bu sürenin yarısından fazlası taraftarın kendisine cephe almasıyla geçti. En nihayetinde dayanamadı ve son seçimde aday olmadı.
2008 Mart ayındaki Seçimli Genel Kurul'da Adnan Polat kulüp tarihinde alınmış en yüksek oyla Galatasaray'ın yeni başkanı olduğunda pek çoklarının umutları tazelendi. Birçok Galatasaraylı'nın gönlündeki başkan artık cismen de başkandı. Yine de taraftar takım içindeki değişimin bu denli hızlı olacağını tahmin etmiyordu.
Önce Adnan Polat ve kurmayları önderliğinde camiadaki küskünlükler son buldu, birlik perçinlendi. Bu çok önemliydi mesela. Ligin kaderini belirleyen Galatasaray - Fenerbahçe maçı öncesinde kulüp tarihinde başkanlık yapmış ve şu anda hayatta olan tüm isimler şeref tribününde yan yana maçı izlerken, onlarında yanında yer alan bir tane bile Fenerbahçeli yönetici göremeyenler zaferin kimin olacağını isimleri gibi biliyorlardı. Akabinde şampiyonluk Galatasaray devrimini hazırlayan yeni yönetimin oldu ve Galatasaray tüm zorluklara rağmen hedefine ulaştı. Kasımları birilerinin ellerinde kalırken, mayısları muhteşem döndü Galatasaray'ın.
Yeni sezon öncesinde en büyük hedefin Avrupa'da özlenen günlere dönmek olduğunu bilen yönetim takıma kazandırdığı isimler ile Canaydın'ın 6 senede yapamadığını 1 ay içerisinde yapmış oldu. Yıllardır adeta sırtına yapışmış bir yafta gibi sezona şampiyonluğun en büyük adayı olarak başlayamayan Galatasaray, 2008/2009 sezonu öncesinde birçok otorite tarafından şampiyonluğun en büyük adayı olarak gösterilmeye başladı. Yıldızı parlayan isimler takımda tutuldu ve üstüne Harry Kewell gibi kalitesi tartışılmaz bir isim transfer edildi. Song gibi bir kaybın yeri ise Pepe'nin sürpriz çıkışından önce Portekiz Milli Takımı'nın değişilmez stoperi olan Fernando Meira ile dolduruldu. Meira'yı bilen bilir. Şu takımda şu kadar oynadı, şu kadar gol attı gibi istatistiklere yer yok bu yazıda. Söylenecek olan şey Galatasaray'da da gerçek Meira'yı oynayabilirse takımın yıllardır Avrupa maçlarında yediği abuk subuk gollere ilaç olacağı ve bu açıdan maruz kaldığımız makus talihimizin yerle yeksan olacağıdır. Değişime hoşgeldin Meira!

Yokluğumda...

Kısa ama uzun bir aranın ardından tekrar merhaba! Malumunuz ortalıkta yoktum 2 haftaya yakın bir süredir. Tek Yüzük'ü takmışım gibi oldu, ne iz bıraktım ne de soluk ardımda. Sıkılıyor insan bazen. Farklı şeyler arıyor. Sonra farklılıklar içinde kaybolup rutine geri dönmek istiyor. Bunu yaptım ben de bu süre içerisinde. Bu yazı boyunca yokluğumda Galatasaray etrafında dönen olaylar hakkında karalamalarım yer alıyor. Sıkı Galatasaraylılar hepsini günler önceden biliyorlar zaten. Dolayısıyla bir haber niteliği taşımayacak bu yazı. Dedim ya sadece kişisel karalamalarım. Ya da onun gibi bir şey.
  • Efendim sevinsek mi üzülsek mi bilemediğim ve düşününce trajikomik bulduğum bir haber var önce. Bayan Voleybol Takımımız geçtiğimiz sezon 2.Lig'den yükselmeyi başaramamıştı. Biraz da şansımız yaver gitti doğrusu. Marmaris Belediyesi ligden çekilme kararı alınca beklemediğimiz bir anda 1.Lig'de bulduk kendimizi. Koca Galatasaray 2.Lig'den 1.Lig'e yükselmiş. Hem de başka bir takımın ligden çekilmesi sayesinde... Hey gidi hey!
  • Giden yabancıların, özellikle de Dee Brown'un, ardından Erkek Basketbol Şubemizin yeni sezonda hedefleri hakkında şüpheye düşmüştüm. ULEB'de yarı final oynamış, sezonun bir bölümü zirvede götürmüş bir Galatasaray'ın yeni sezonda hedef küçültmesi beklenemezdi. Avrupa basketbolunun önde gelen kulüplerinden Panathinaikos'un ünlü oyuncusu Andrija Ziziç'i renklerimize bağladık. Artık o da bir Aslan!
  • 2-0 kazandığımız ilk hazırlık maçının ardından oynadığımız diğer üç hazırlık karşılaşmasından da berabere ayrıldık ki çok da fifi!
  • Kamp boyunca hangi futbolcu ile röportaj yapılırsa yapılsın hepsinin ağzından çıkan ilk cümleler Şampiyonlar Ligi'ne dair. Takım bu sezon Avrupa'da başarıya fena halde kafayı takmış. Geç bile kaldık da Milli Takım'dan dönen futbolcuların burunlarının yükselmiş olması korkutuyor beni. Yanılsam ne güzel olur!
  • Harry Kewell gibi bir yıldızın ardından yıllardır Portekiz Milli Takımı'nın savunmasının belkemeği olarak mücadele eden Fernando Meira da yeni sezondan itibaren Galatasaray formasını terletecek. Song'un gidişinin ardından karalar bağlayan bu bünye Song'dan daha kaliteli bir futbolcunun Song'un istediği paradan daha az miktara imza atması ile çiçekler açmaya başladı. Hem de kardelen mübarek!
  • Geçtiğimiz sezon Bayanlar Basketbol Ligi'ni finalde kaybeden ve FIBA EURO Cup'da Final Four'a dek yükselen Bayan Basketbol Takımımız'da bu sezon hedefler daha büyük. Yıllar öncesinin "Yenilmez Armada"sına yeniden hayat vermek isteyen Adnan Polat yönetimi takıma çok değerli yabancı oyuncular kazandırdı. WNBA'in iki büyük yıldızı Seimone Augustus ve Taj McWilliams Franklin artık Galatasaraylı. Bekleyin ulan!
  • Işıl Alben ve Esra Şencebe de yeni sözleşme imzaladılar ki tadından yenmez.
  • Boğaz'a da sarı-kırmızı çok yakışıyor.

27 Temmuz 2008 Pazar

Esra Şencebe

O biiir... dünya güzeli!
O biiir... Galatasaraylı!
O biiir...

Bir Garip Aşk Hikâyesi

Yalnızlık duvarımı paramparça etmen için ya da ne bileyim, yüreğimdeki yer yer parçalı bulutlara güneş olman umuduyla gitmiyorum peşinden. Karanlık gecede ay gibi parlayabilme, anka kuşu misali eski günlerine dönebilme ihtimalinin sırtını dayadığı umutsuzluk kütüklerinden seni azat edebilmek içindir gitmelerim peşinden. Yani, senin anlayacağın, bana bir yararın dokunsun diye değil, çorbana bir tutam tuz da ben ekebilmek için vurgunum sarına, kırmızına… Var sen bunun adını aptallık koy, benim lugatımda karşılığı aşk bu anlatının.

Sevdadandır!

Ulan Galatasaray, ulan kaçınılmaz gerçeğim…
Her sabah gözlerimi sana açıyorum ya,
bu zaman zaman sorgulamama neden oluyor mantığımı.
“Ulan” diyorum,
“işim mi yok, gücüm mü yok benim.”
Belki de hem işimsin hem de gücüm,
ve ben bunun farkına dahi varamayacak kadar sarhoşunum.
Kaç ay oldu be?
Son hafta maçıydı…
Vurduk patladı, çaldık oynadı.
Suyun öteki tarafı çıldırdı.
Geri dönüşleri sevmem ya
bu yüzdendir her yerde karşıma çıkışları.
O gün bugündür ayrıyız seninle…
Hasretin rengi sarı derler…
Benim için sarı kırmızı.
Ama çok fena bileniyorum,
tahmin bile edemezsin.
Sıradaki buluşmayı iple çekiyorum…
Bil ki arayı ne kadar uzun tutarsak, o kadar güzel olacak.
Şimdilik kilometreler var elimde,
eylüle kadar sayılı günlerim…
Ha, unutmadan…
İnsan bu yaşında bile bir gece yarısı kalbinde şiddetli bir ağrıyla uyanabiliyormuş.
Önemsemedim…
Annem diyor ki, sevdadanmış!
Aldırmıyorum.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Pause

Unutulmaz Sözler - Volume 6

“Tarih borçları değil, kupaları yazar.” (Coşkun ÖZARI)

Efsaneler #3 - Gündüz Kılıç

Bir Babadan Öte...






































12 Temmuz 2008 Cumartesi

Tarafsız Basın

"Ne bu şiddet, bu celal" demeden giriyorum lafa. Ağır konuşacağım. Çok adi, bir o kadar da şerefsiz bir basınımız var. Olması gerektiği gibi olamayan, ya da olmayan bir basın. Siyasi ya da ekonomik yönü şu anda pek alakadar etmiyor beni. Spor medyasına ağzıma ne gelirse saydırmak istiyorum. Sözde objektifliğin bu kadarı...
Geçtiğimiz sezon başında Karl Heinz Feldkamp'ın yaşını öyle bir dert ettiler ki sanırdınız adam sahaya çıkacak ve top peşinde koşturacak. Başarısız olması için öyle bir taktılar ki adama Galatasaray taraftarları arasında bile bu görüşlere katılanlar oldu. Maksat Fenerbahçe'nin önünü açmak ve Galatasaray'ı yıpratmaksa her daim her yol mübahtı onlar için. Geçen sezon başındaki durumun bir benzerini Fenerbahçe yaşıyor şimdi. 70 yaşındaki Luis Aragones'i futbol takımlarının başına getirdiler. Yalnız Feldkamp'ın yaşadıklarının tam aksine medya Aragones'i yere göğe sığdıramıyor. Eh be adiler, eh be şerefsizler... Hani bir teknik direktörün yaşını bu kadar dert ediyordunuz? Şimdi yaş tecrübe mi oldu?
İkinci perde...
Arda, Mehmet Topal, Servet... Hangi birini saysam ki? Kaç gündür bu isimleri yurtdışına göndermek için adeta bir kampanya başlattılar. Her bir futbolcunun ağzından yazdıkları demeçlerde hepsinin de Avrupa'da oynamak istediklerini okuyoruz. Yapmayın ya? Ulan sinirden de yazamıyorum ki! Ne zaman emelinize ulaştınız da bundan sonra ulaşacaksınız? Böbürlenmeyin lan, sizden büyük Galatasaray var!

10 Temmuz 2008 Perşembe

7 Fark?

Fark mı? Çok olsa benzerlik...













Madalyon Koleksiyonu

Yıl 1997. Benzin istasyonlarının "Şu kadar akaryakıt alana şu hediye" kampanyaları yeni yeni hüküm sürmekte. Bir benzin istasyonu bu kampanyalarından birinde ilginç bir yola başvurmuştu. Malum, futbolla yatıp futbolla kalkan bir ülkeyiz. Üç büyüklerin o yılki kadrosunda bulunan futbolcuların resimlerinin basılı olduğu madalyonlar vermeye başlamıştı Shell. Her seferinde farklı bir madalyon çıkıyordu bahtınıza. Koleksiyonu tamamlamıştım. Solda resmini görebilmeniz mümkündür. Tek üzüntüm geride bıraktığımız 11 sene içersinden Fatih Terim madalyonunu kaybetmiş olmam. Gördüğünüz resimde kimler mi var? Volkan Kilimci, Iulian Filipescu, Bülent Korkmaz, Vedat İnceefe, Bekir Gül, Suat Kaya, Tugay Kerimoğlu, Gheorghe Hagi, Hakan Ünsal, Hakan Şükür ve Adrian Ilie. Yıllardır çalışma masamın en güzel yerini süsler.

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Sevdan Olmasa

O an beynimin plağına yerleştirdim Gülden Karaböcek'i. Usul usul, titrek sesiyle başladı okumaya; "Efkârım birikti sığmaz içime, bin sitem etsem de artık kadere, gülmeyi unutan yaşlı gözlere, mutluluktan bir haber ver dilek taşı"... Kırıldık kırılacak tahtadan bankın bir köşesine çekilmişim iyice. Ürpertimin haddi hesabı yok. İşte, o da oradaydı. Önceki sevdalarım gibi ırak kalmayı seçmişti bana. Aynı bankın iki ayrı köşesinde birbirlerine o denli yakın fakat yıldızlar kadar uzak iki yabancı gibiydik. Kendini çok matah bir iş yapmış gibi hisseden insanların gururu okunuyordu yüzünde. Sevdalarım beni hep yarı yolda bırakmak zorunda mıydı? Aşkımın kalesine geçtiğimde atılan şutların hepsini ıskalamak kaderim miydi? Bir dilek taşı bulsam hâlimden anlar mıydı? Denize bakan küçücük bankta onu son görüşümdü. Daima bahane edilecek bir şey bulunur başkasının kalbini paramparça edebilmek uğruna. Bu kez menüde yollar, mesafeler vardı. İştahım kaçtı o an. Bir lokma bile almadan kalkıverdim masadan. Üstü kaldı.

Aşklarımda kaybetmeye mahkumdum ben. Öyle gelmişti ve görünen oydu ki öyle de gidecekti. İnsan bir zaman sonra isyan etmeyi de bırakıyor hani. Öyle anlarda - yani sakin kafayla düşünebildiğiniz anlardır kastım - yanıbaşınızdaki, uzun zamandır beraber olduğunuz sevdanız aklınıza geliveriyor birden. Dönüp ondan özür diliyorsunuz, affetmesi için yalvarıyorsunuz. Yine de kırmıyor o sizi. Durumunuzu adı gibi biliyor, olduğunuz gibi kabullenmiş. Bu yüzden sevmiyor musunuz zaten birbirinizi? Demem o ki efendim, her sevdanın sonunda dilek taşına başvurmuyorum. Ortamı ümitsizliğe boğan Gülden hanıma ayıp ederek kendisini plaktan alıyorum. Arka odada bulunan radyonun sesini açıp da gelmişim iyi ki. Yoksa duyamazdım; "Hayat sevince güzel, sevince başka güzel..."

Hayatımda iki defa çok sevdim. Her ikisinde de gözlerine toz kaçan taraftım. Öyle anlarım oldu ki sevda denen şeye lanetler savurdum. Mutlu çiftler şakaydı benim gözümde. Bir süre sonra mantık çerçevesinin içinden bakabilmeyi öğrenince farkına vardım ki zaten bir sevdam vardı benim. En sıkıntılı olduğum anlarda karşılık gözetmeden yanımda olan bir sevda hem de. Onu örtünüyorum üzerime üşüdüğümde bile. Sarı kırmızı bir sevda benimki. Anne-baba demeden adını telaffuz ettiğim bir aşk; Galatasaray.

Yolları, mesafeleri dert etmiyoruz onunla. Kavuşmak için arada kalan her vakit hasret katsayımıza tavan yaptırıyor. Şu dünyadaki belki de tek gerçeğim o benim. Her bira şişesinin dibinde gözlerime görünenim, yağmurda yağmurluğum, dertlerime ortağım, yalnızlığımı yok edenim, anlamsız hayatıma anlam katanım, tutunacak dalım, gölgesinde huzurla uyuyabileceğim ağacım, pek çok şeyim... Her şeyim!

Her şeyim... Sadece abartım değil. Eğer ki her gün midemi şişirip, susuzluğumu gideriyorsam, bu yaşamayı çok sevdiğimden değil, sarı kırmızı ile bir gün daha geçirebilmek istediğim içindir.

Sinerji Diye Bir Şey, Var

O gece, biz sadece bir kupa almadık...

Maçın sonları geliyordu, Hagi atılmıştı... O ana kadar eksiksiz bir taraftarlık örneği göstermiş olan bizleri de kaygılanıyorduk, kimseden ses çıkmayacak, tezahüratlarımız kesilecek diye endişeleniyorduk... Çünkü hepimiz sahada kupaya gittiğimizi görüyorduk.

"Dağ Başını Duman Almış" marşı başladı. Yedekte tuttuğumuz bir tezahürattı. Bunu daha önceleri de yapmış ve başarmıştık. Ama o gece o tezahürat başladığında, daha önce hiç şahit olmadığımız kollektif bir varoluşa geçtik birden bire. Bu kollektif ortak ruh, yavaş yavaş sahanın her yerini kapladı. Önce endişe edenler, maça artık bakamayanlar, yavaş yavaş yerlerinde doğruldular, sonra oturanlar ayağa kalkmaya başladılar... O ana kadar hiç sesi çıkmayanlar katılmaya başladılar. Garip gelebilir belki ama, bir süre sonra insanlar birbirlerine sarılmış, ağlayarak bu tezahüratı hançeresi patlarcasına sürdürmeye devam ediyordu... "İnlesin... İnlesin!.." Bir boşluk, bir nefes alma anı. Bir yeniden güç kazanma esi. Ve ardından yanardağdan patlarcasına yeniden başlayan bir çığlık: "Bu gök deniz nerede var!"

Bir süre sonra bunun, bugüne kadar çözülemeyen bir fizik problemi, bir enerji meselesi olduğunu farkettik. Bilincimiz enerji üretebilir mi? Evet üretebiliyor, çünkü bunu gördük. Bu enerji, sahada, tribünde her yerde vardı... Arsenal duraksadı, gelip geçici bir şey olduğunu düşündü... Ama sonra o enerjinin yoğunluğuna teslim oldu ve sustu. 10 kişiye karşı 11 kişi oynadıklarını unuttular, önlerine birer Çin ordusu gibi üşüşen ayaklardan uzaklaşmaya çalıştılar.

Maçın kaçıncı dakikasıydı öyle? 108? 112? Arsenal kendi ceza sahasından bir taç atışı yapacaktı. Bizimkiler geri çekilmiş, onları bekliyordu. Birdenbire Fatih Terim kulübeden bir el işareti yaptı oyuncularına, "ileri çıkın" anlamında. Taffarel dışındaki 9 oyuncumuz, birden bire hareketlendi ve Arsenal sahasına koşmaya başladı. Birbirlerine işaret ederek, herkes bir rakibini tutmak üzere pozisyon aldı.

Daha sonra penaltı atmaya gelen Arsenalli futbolcuların yön duygularını şaşırtan ve sonuçta kupayı getiren olaylarda bu enerjinin büyük rolü olduğu ortaya çıktı. Bunun adı, pozitif enerjiydi... Ve biz bu enerjiyi epeydir hissediyorduk.

Takımına güven... Hocana güven... Futbolcularına güven... Başaracağına güven, kendine güven...

İşte bu enerji, bu özgüven önümüzde açılan yeni dönemin sırrıdır. Galatasaray, bu sırrı bu düzeyde, yıllar sonra yeniden keşfetti.

Bu ilkti, evet. Ama işte bu yüzden bir son olmayacak... "100 yılda bir olur" diyenler yanılacak...

Çünkü Galatasaray, artık geldiği noktadan bir daha geriye dönmeyecek...


Galatasaray Dergisi, Mayıs 2003

Derya'nın Açıklamaları

Rekortmen Milli yüzücümüz Derya Büyükuncu geçtiğimiz günlerde Milliyet'e verdiği röportajda şu sözleri kullandı: "Sarı kırmızılı formayla Şükrü Saraçoğlu Stadına çıkmak rüyalarımı süslüyor. 55 bin kişilik tribünler benim aleyhimde tezahürat yaparken, sahada "aslan" kesilebilirim ve forvet ya da defans fark etmez, o atmosferde Fenerbahçe'ye gol atmanın keyfi hiç bir şeyle ölçülemez."
Bu açıklamalara F.Bahçe cephesinden jet açıklama geldi. Her şeye cevap yetiştirmeyi çok seviyor ezeli rakibimiz. Vakt-i zamanında Derya'ya şu kadar para vermişler de Derya da sıcak bakmışmış... Geçiniz efendim. Paranızın ellerinden öperiz.

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Yazı Kalır #2
































Senden Başka...

"Bütün sevgiler aynı kapıya çıkıyormuş meğer
Bu yaşıma geldim bunu yeni fark ediyorum bu her şeye değer
Hangi yoldan gidersen git varılacak yer aynı
O’na dilbeste olmaktan başka elden ne gelir gayrı
Bütün bulutlar 'O'nun sevgisinden ağlarmış
Yere dökülen tanelerin adı bile başkaymış
Meğer onlar sevgiliye dökülen gözyaşlarıymış

Senden başka 'O' yok bizde GALATASARAY..."

My Name Is Kewell, Harry Kewell

Şaşırttı bizi Galatasaray! Yoksa Türk spor basını mı demeliyiz? Transfer sezonu boyunca takımlara yüz tane futbolcu transfer ettiren ve başını Fotomaç'ın çektiği spor basını fena ters köşe oldu. Bir başka deyişle Galatasaray yönetim kurulu ustalığını konuşturdu ve dünyaca ünlü bir yıldızı kamuyoyundan sır gibi saklamayı başardı. Kaleci Itandje ile sağ gösterip, Avustralyalı yıldız Harry Kewell ile sol kroşeyi patlattı. Ne çok içi gitmiştir dün sabah gazetelerine "Biz demiştik" manşetini atamayanların.
Evet, kendi adıma konuşmam gerekirse Avrupa'da isim yapmış isimler bekliyordum bu transfer döneminde. Ancak Harry Kewell gibi bir gece yarısı resmen alındığını duymak ancak rüyalarımda olurdu sanki. Zira haberi aldığımda dışarıdaydım. Çalan bir telefon, arayan kardeşim:

- Almışız, almışız!
+ Ne diyorsun oğlum, kimi almışız?
- Almışız, Harry Kewell'i almışız. Az önce Star'da son dakika olarak verdi.
+ Hani şu Mehmet Topuz'u Beşiktaş'a gönderen Star mı?


Telefon kapandı. Yoluma baktım ben. En ufak bir heyecan dahi duymamıştım. İşin açığı habere inanmamıştım. Üstelik bu transfer döneminde ilk kez duyuyorduk ve bunu da transferin gerçekleştiği şeklinde alıyorduk. Eve geldiğimde ise kulübün resmi sitesini bir ziyaret etme gereği hissettim. Anasayfaya girmeme gerek kalmadı. Site girişinde kabak gibi duruyordu Kewell'in resmi ve "Harry Kewell Galatasaray'da" yazısı. "Oha! Çüş! Yuh!"
O an ne oyuncunun uzun zamandır sahalardan kopuk olduğunu düşünecek, ne de nasıl olup alabildiğimizin muhasebesini yapabilecek durumdaydı. Anın zevkini yaşamak en iyisiydi.
Bugün resmi sözleşmeye imza attı Harry Kewell. Son iki sezonda sakatlıkları yüzünden topu topu 16 maça çıkabilmiş olması pek mühim değil açıkçası. Bir futbolcu yeteneklerinden hiçbir şey kaybetmez. Hırsını koruyabilmişse Kewell, sorun yok demektir benim gözümde. Çünkü uzun sakatlıklardan çıkmış bir futbolcu için en önemlisi budur. Yine de futbol maçlarının bir savaş meydanını andırdığı ülkemde kendisi için endişelenmiyor da değilim.
Amaaaaaan! Hiç bunları düşünecek durumda da değilim.

Hoş geldin Kewell!

Unutulmaz Sözler - Volume 5

“Üçüncü dünya ülkelerini temsil eden yegâne takım olduğu için konserlerde Galatasaray forması giydim.” (Manu CHAO)

4 Temmuz 2008 Cuma

"Beni Sevenleri Üzmeyeceğim"

Lig TV muhabiri Pınar Argun soruyor; "Emre Belözoğlu, Galatasaray ile bütünleşmiş bir isim. Şimdi Fenerbahçe'de. Günün birinde aynı şeyleri sen de yaşayabilir misin?"

Arda'nın cevabı net: "Bunlar bana çok uzak şeyler. Ben, beni sevenleri üzmem!"

Harry Kewell Galatasaray'da

Oha! Çüş! Yuh! Neler oluyor? Kalbimize inmesin! Ne yapıyor bu kulüp? Alıştırarak söyleseydiniz bari. Heyecanım geçsin hele bir, sonra ayrıntı veririz.

Oha! Çüş! Yuh!

3 Temmuz 2008 Perşembe

Bir Özür Her Şeyi Affeder mi?

Görmemişlik denizinin sularına öyle bir kaptırmışız ki kendimizi akıntıdan kurtulabilmek ne mümkün! Hatırlarsınız, geçen sezon başında ne büyük umutlarla getirilmişti Lincoln. Uzun zamandır okkalı bir 10 numara hasreti çeken taraftarın yüreğinde ilk defa umut çiçekleri filizlenmişti. Tabii olarak diğer futbolculardan biraz daha fazla ilgi gördü. Her maçtan önce gözler onu aradı. Bir Beşiktaş maçının sabahında kadro dışı kalınca taraftar hemen karalar bağlamaya başlamıştı. Aynı günün akşamı göstermişti ki Galatasaray'da her şey Lincoln değildi. Hiçbir zaman da olmamıştı. Yine taraftar vazgeçmedi Lincoln uğruna şarkılar söylemekten. Koca bir sezon geride bırakıldığında ise Lincoln'ün takımdan alıp götürdükleri takıma verdiklerinden çok daha fazlaydı. Yeni sezonda her şeyin daha iyi olacağına inanıyordu taraftar. Lincoln'den bu kadar kolay vazgeçmek olmazdı.
Eh, zamana yetişmek mümkün değil. Geldi çattı yeni sezon. Takım idmanlara başladı ama Lincoln efendi yoktu ortalıkta. Arkadaşları her gün sıcağın bağrında idmanda ter dökerken, kendisi ülkesinin kızgın kumsallarında güneşlenmekle meşguldü. 9 günlük bir rötarın ardından bu sabah ilk idmanına çıktı. Takım arkadaşları üzerinde yarattığı psikolojinin farkında mıdır bilinmez ama özürünü de diledi. Taraftar onu da kabul etti ve başladı yine haykırmaya: "Lincooooln, Lincooooln!"
Bir özür her şeyi affeder mi?

Ferdi Elmas Galatasaray'da

Galatasarayımızın bu sezonki ilk transferlerinden olan Ferdi, Amsterdam doğumlu. "Futbolcu Fabrikası" Ajax altyapısında 8 yaşındayken giren Ferdi, 2005 yılından beri Süper Lig'de top koşturuyor. Çaykur Rizespor ve Ankaraspor formaları altında çıktığı 50 maçta rakip filelere 14 gol bıraktı.

Yaser Yıldız Galatasaray'da

Yaser Yıldız... 2008/2009 sezonundan itibaren Galatasaray'da top koşturacak. 1988 doğumlu... Geçen yıl Bank Asya Birinci Lig'de Kartalspor forması altında oynadığı 32 maçta 18 gol attı. Genç Milli Takımlarda bugüne kadar 16 maça çıktı. "Hoşgeldin" demekten başka söz düşmüyor bize. Kariyerin güzel olsun Yaser.

2 Temmuz 2008 Çarşamba

Unutmadık Büyük Kaptan

Ne güzel kaptanımızdın sen Paidar abi. Voleybol hakkında az buçuk bir şeyler biliyorsam eğer senin sayendedir. Amatörlük ve profesyonellik kavramlarının tartışma konusu olduğu şu günlerden aramızdan ayrılışının 2'nci yılında saygı ve özlemle anıyoruz seni. Kalbinde Galatasaray sevgisinden başka bir şey taşımayan adam, özledik seni!

"Unutulmaz kaptan Paidar, bize bu sevgi senden yadigâr"