O an beynimin plağına yerleştirdim Gülden Karaböcek'i. Usul usul, titrek sesiyle başladı okumaya; "Efkârım birikti sığmaz içime, bin sitem etsem de artık kadere, gülmeyi unutan yaşlı gözlere, mutluluktan bir haber ver dilek taşı"... Kırıldık kırılacak tahtadan bankın bir köşesine çekilmişim iyice. Ürpertimin haddi hesabı yok. İşte, o da oradaydı. Önceki sevdalarım gibi ırak kalmayı seçmişti bana. Aynı bankın iki ayrı köşesinde birbirlerine o denli yakın fakat yıldızlar kadar uzak iki yabancı gibiydik. Kendini çok matah bir iş yapmış gibi hisseden insanların gururu okunuyordu yüzünde. Sevdalarım beni hep yarı yolda bırakmak zorunda mıydı? Aşkımın kalesine geçtiğimde atılan şutların hepsini ıskalamak kaderim miydi? Bir dilek taşı bulsam hâlimden anlar mıydı? Denize bakan küçücük bankta onu son görüşümdü. Daima bahane edilecek bir şey bulunur başkasının kalbini paramparça edebilmek uğruna. Bu kez menüde yollar, mesafeler vardı. İştahım kaçtı o an. Bir lokma bile almadan kalkıverdim masadan. Üstü kaldı.
Aşklarımda kaybetmeye mahkumdum ben. Öyle gelmişti ve görünen oydu ki öyle de gidecekti. İnsan bir zaman sonra isyan etmeyi de bırakıyor hani. Öyle anlarda - yani sakin kafayla düşünebildiğiniz anlardır kastım - yanıbaşınızdaki, uzun zamandır beraber olduğunuz sevdanız aklınıza geliveriyor birden. Dönüp ondan özür diliyorsunuz, affetmesi için yalvarıyorsunuz. Yine de kırmıyor o sizi. Durumunuzu adı gibi biliyor, olduğunuz gibi kabullenmiş. Bu yüzden sevmiyor musunuz zaten birbirinizi? Demem o ki efendim, her sevdanın sonunda dilek taşına başvurmuyorum. Ortamı ümitsizliğe boğan Gülden hanıma ayıp ederek kendisini plaktan alıyorum. Arka odada bulunan radyonun sesini açıp da gelmişim iyi ki. Yoksa duyamazdım; "Hayat sevince güzel, sevince başka güzel..."
Hayatımda iki defa çok sevdim. Her ikisinde de gözlerine toz kaçan taraftım. Öyle anlarım oldu ki sevda denen şeye lanetler savurdum. Mutlu çiftler şakaydı benim gözümde. Bir süre sonra mantık çerçevesinin içinden bakabilmeyi öğrenince farkına vardım ki zaten bir sevdam vardı benim. En sıkıntılı olduğum anlarda karşılık gözetmeden yanımda olan bir sevda hem de. Onu örtünüyorum üzerime üşüdüğümde bile. Sarı kırmızı bir sevda benimki. Anne-baba demeden adını telaffuz ettiğim bir aşk; Galatasaray.
Yolları, mesafeleri dert etmiyoruz onunla. Kavuşmak için arada kalan her vakit hasret katsayımıza tavan yaptırıyor. Şu dünyadaki belki de tek gerçeğim o benim. Her bira şişesinin dibinde gözlerime görünenim, yağmurda yağmurluğum, dertlerime ortağım, yalnızlığımı yok edenim, anlamsız hayatıma anlam katanım, tutunacak dalım, gölgesinde huzurla uyuyabileceğim ağacım, pek çok şeyim... Her şeyim!
Her şeyim... Sadece abartım değil. Eğer ki her gün midemi şişirip, susuzluğumu gideriyorsam, bu yaşamayı çok sevdiğimden değil, sarı kırmızı ile bir gün daha geçirebilmek istediğim içindir.
Vinicius'un bu sezon aldığı süre 0 dakika, Aurier ise hala boşta
-
Geçtiğimiz sezonun Ocak ayı transferleri, Vinicius ve Aurier. Boey'in 30
milyon avro'ya satıldığı ortamda, ara transferde çok para harcamayalım adı
altı...
4 saat önce
1 yorum:
Şahane yazı olmuş, duygularıma da tercüman aynı zamanda :) Tebrik ederim..
Yorum Gönder