30 Eylül 2008 Salı

Koleksiyon #5

Yıl 2000. UEFA Kupası kaldırılalı pek bir zaman geçmemiş. Ülkede kupanın yankıları kolay dineceğe benzemiyor. Bir gazetenin televizyon reklamları ise yürekleri kıpır kıpır etmeye yetiyor. "Şu kadar kupona şu hediye" kampanyalarının yoğun olarak yaşandığı günlere tekabül ediyoruz. 16 CD'den oluşan bir Galatasaray tarihi belgeseli... Alınmaz da ne yapılırdı? Hayatımda ilk kez gün gün kupon makaslamamın hikâyesidir aslında bu. Elde ettikten sonra ise Ali Sami Bey ve arkadaşlarının temelleri attığı günden Kopenhag'a uzanan uzun yolculuğu tekrar tekrar sıkılmadan izledim, izliyorum, izleyeceğim.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Galatasaray: 4 - Konyaspor: 1

Yıllar yılı hiç bıkmadın
Büyük bir aşkla bağlandın
Yeri geldi sabahladın
Bütün ömrünü harcadın
Şimdi söyle neredesin sen?
Oldu mu bırakıp gitmen?
Keşke çıkıp şaka desen
Ne olur Alpaslan Dikmen

27 Eylül 2008 Cumartesi

Şekline Sokayım Dünya

Her şey durmadan üstümüze geliyor!
Her şey sinirimizi bozuyor!
Üstüne bir de Alpaslan Dikmen'in vedası...
Ne yaptın be abi?
Var mı ki bu deplasmanın dönüşü?

Unutulmaz Sözler - Volume 11

“Galatasaray’ı hep sevdik biz. Bizim tek derdimiz sarı-kırmızı formamızı giymek ve futbol oynamaktı.” (Muhammet ALTINTAŞ)

Nostalji #5

26 Eylül 2008 Cuma

The Wizard of Oz

Tam anlamıyla bir lider!
Süper bir başlangıç.
Ben istiyorum ki 4-5 sene kalsın bu takımda.
Hagi gibi efsane olsun.
Yıllar sonra ardından şarkılar söyleyelim.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Kocaelispor: 1 - Galatasaray: 4

UEFA Kupası’nda deplasmanda yenilen 3 gole karşın alınan galibiyet yüzleri biraz olsun güldürmeye yetmişti. Sırada ligde tırmanışa geçebilmek için alınması gereken bir 3 puan vardı. Rakip ise geçtiğimiz sezon Bank Asya 1.Lig’i şampiyon olarak tamamlayan Süper Lig’in yeni ekibi Kocaelispor’du. Körfez’e Mehmet Topal, Ümit, Linderoth, Emre Güngör, Arda, Sabri, Hakan, Uğur gibi oyuncularımızdan yoksun gittik. Bu isimlere yedeklerden üç kişi daha ekleseniz şampiyonluğa oynayacak bir takım rahatlıkla çıkar. Deplasmana “eksik” çıkan ilk 11 ise De Sanctis, Volkan, Hasan, Meira, Servet, Ayhan, Kewell, Aydın, Baros ve Nonda’dan oluşmaktaydı. Eh, zaten bu yüzden Süper Lig’in açık ara favorisi değil mi Galatasaray?
Bana sorulacak olursa karşılaşma başlamadan önce inancım kazanacağımız, ancak bunun öyle kolay olmayacağı yönündeydi. Rakip Kocaelispor her ne kadar geride bırakılan üç hafta sonunda tek bir gol dahi atamamış ve aldığı tek puanı da elde ettiği bir beraberlik sayesinde hanesine yazdırmış olsa da Kocaelispor’un Süper Lig hasreti ve ateşli taraftarı gözümüzü biraz olsun korkutan etkenlerin başında geliyordu.
Tıklım tıklım tribünler önünde ve Hodri Meydan’ın gönülden tezahüratları eşliğinde maçın başlama vuruşu yapıldı. İlk on dakika sonunda biraz olsun şaşırdım. Çünkü Kocaelispor’un kendi evinde bu denli ürkek bir futbol sergileyeceğini düşünmüyordum. Hücum gücünün de etkisini kullanan Galatasaray oyunu rakip yarı alana yıktı. Engin İpekoğlu’nun aklından geçenleri okuyabilmek için futbolun her harfinden ayrı ayrı anlamaya gerek yoktu. Galatasaray’ın çok adamla gol arayışlarına ligin isabetli şut yüzdesi en fazla olan oyuncusu Taner ile karşılık vermekti niyeti. Yakalanacak olan karşı ataklar ise bu çabanın ilk adımları olacaktı. Nitekim yanılmadık. Dakikalar 10’u gösterirken Taner Gülleri çok şık bir vuruşla takımını 1-0 öne geçiren golü kaydetti. İpekoğlu’nun taktiksel anlayışı rakibiniz Galatasaray’sa bir yere kadar oyuna hükmedebilirdi. Garip bir düşünce olabilir, fakat uzun zaman sonra ilk defa “Biz bu maçı rahat çeviririz” kanısına kapıldım. Kocaelispor’un gol pozisyonundan ayrı olarak maç boyunca girdiği tek pozisyonda ise farkın ikiye çıkmasını Taner’in bencilliği önledi. Tabii o pozisyon gol olsa… Yok canım, yine çevirirdik.
İlk yarının son çeyreğine girmiştik ki karşılaşmanın en konuşulan pozisyonunda Milan Baros’un ayağından gelen golle skoru 1-1’e getirdik. Ceza sahasına doldurulan topa altıpas içerisinde kaleci Serdar ile birlikte yükselen Nonda topu indirdi, Servet yamuk bir vuruş yaptı, Baros’un önüne düşen top da ağlarla buluştu. Devre arasına da bu skor ile girildi.
İkinci yarıda da pek bir değişiklik yoktu. Maç yine orta çizginin Kocaelispor kalesine doğru olan tarafında oynanıyordu. Aydın’ın yerine oyuna dahil olan Yaser takımın sağ kanadına direnç getirdi. Şimdiye kadar bahislerini nasıl etmediğime inanamıyorum ama Lincoln ve Kewell harika oyunları ile izleyenlerin gözlerinin pasını aldı. Özellikle Lincoln’ün pasları akabinde kaleci ile karşı karşıya kalan Nonda ve Baros’un kaçırdığı goller üniversitelerde tez konusu olacak cinstendi. Fizik kuralları altüsttü anlayacağınız… Devrenin ortalarına doğru sol çizgide topu alan Lincoln ceza alanı içerisine doğru hareketlenen Nonda’ya Süper Lig’de pek sık görmediğimiz bir pas yolladı. Nonda’ya sadece dokunmak kalıyordu; 1-2. Bu golden takım oldukça rahatladı. Bir süre sonra, oyuna Volkan’ın yerine dahil olan Alparslan, sol çizgide topu aldı, rakibini çok şık bir hareketle geçti ve yaklaşık 40 metrelik bir deparın ardından topu arka çizgide bekleyen Baros’a postaladı. O da bu güzel asiste ihanet etmedi; 1-3. Karşılaşmanın son on dakikasına girilmişti ki ceza yayına doğru topla hızlanan Lincoln sol tarafındaki Kewell’e harika bir pas attı. Kewell adeta antrenmandaymışçasına soğukkanlı bir hareketle rakibini oyundan düşürdü, sağ ayağıyla plâseledi ve karşılaşmanın skorunu tayin etti; 1-4.
Galatasaray son iki maçında rakip ağlara toplam 8 gol gönderdi. Orta ölçekli takımlara karşı bu hücum ağırlıklı futbol dolayısıyla çok gol atacağımız gibi çok da gol yeriz. Ha, 3 yersek 5 atar, kazanırız. Ancak UEFA Kupası’nda oynanacak ileri tur maçları ve Süper Lig’deki derbilerde bu taktiğin ters tepme olasılığı son derece yüksek.
Bir şey daha… Kewell, Baros, Meira, Sanctis gibi oyuncuların takıma kazandırılmalarının ardından Galatasaray Ruhu’nu sorgulayan pek çok görüş belirtildi. Ortak kanı şuydu; “Bu oyuncuların hepsi yıldız, öyle Galatasaray Ruhu’yla falan işleri olmaz.” Eh, bu isimlere Lincoln ve Linderoth’u da ekleyelim. Hepsi birer yıldız, hiçbirinin kendisini ispatlamaya ihtiyacı yok. Ancak gelin görün ki Kocaelispor ağlarını havalandıran her golden sonra bir araya toplanıp yumak olan ve golleri çocuklar gibi zıplayarak kutlayanlar da bu isimlerden başkası değildi. De Sanctis takıma katılalı 1 ay bile olmadan Florya’da Hasan Şaş’a “Galatasaray bir aile” diyebiliyorsa, eh, birileri de susup oturacak bir zahmet.

20 Eylül 2008 Cumartesi

AC Bellinzona: 3 - Galatasaray: 4

“Şampiyonlar Ligi’nde çeyrek finalden aşağısının başarısızlık” olarak belirlendiği sezonda Avrupa’daki rotamızı çizdiğimiz en gerçekçi kulvar olan UEFA Kupası’na “Saraçoğlu’nda final” hedefiyle vira bismillah deyip attık oltayı. Rast gelmesi en büyük temennimizdi. Birçok büyük balık içinde oltaya vuran bu denizlerin acemisi, ta İsviçre’den akıntıya kapılıp yolunu şaşıran AC Bellinzona’ydı. Şöyle ilk maçtan rahat bir skor alıp “Sen yenisin galiba” demek vardı…
Bellinzona tarihinin en önemli başarısını geçtiğimiz sezon İsviçre Kupası’nda finale yükselerek gösteren bir ekip. Dolayısıyla bu sezon kuruluşundan bu yana ilk defa Avrupa Kupaları’nda boy gösterme fırsatı elde ettiler. Rüya gibi geçirdikleri sezonun ardından yeni sezona pek de istedikleri gibi başlayamadılar. Rüyanın en güzel yerinde acı bir tokatla uyandırılmışçasına geride bıraktıkları haftaların ardından en dipte buldular kendilerini. Dolayısıyla içinde bulundukları sezonu kurtarma umutlarını tamamıyla ilk kez müdahil oldukları UEFA Kupası’na bağladılar. Umut demişken… Elbette ki kimse onlardan öyle ileri turlar beklemiyor. Kendileri bile… Ancak işin aslı kulüp tarihinde ilk kez katıldıkları bir Avrupa Kupası’nda sadece tek bir tur atlayabilmenin hayaliyle yanıp tutuştukları inkar edilemez. Öyle ki bu kupayı çok değil, 8 sene evvel, kazanmış olan Galatasaray gibi bir takıma karşı gösterecekleri performans çok önemliydi. Bu amaç doğrultusunda kendi evlerinde oynayacakları ilk maça son derece yüksek bir motivasyon ve aşırı hırs ile çıkacakları kolaylıkla tahmin edilebilirdi.
Bir de bizim taraf var tabii… Geçen sezonki şampiyonluğun ardından Şampiyonlar Ligi’nde başarı için takıma kazandırılan son derece kaliteli ve ünlü futbolcuları ile Galatasaray… Avrupa Şampiyonası’nın akabinde artan taliplerine karşın kulüplerinde tutulan gedikliler var ayrıca… Harcanan yığınla paranın karşılığı bundan yaklaşık 1 ay evvel Romanya’da bırakılmış olsa da, illa ki peşinden gidilecek bir hedef mutlaka bulunur. Geçtiğimiz sezon olduğu gibi bir gazla final olarak koyduk hedefi. Aslında söz konusu mertebeye bir kez ulaşmış bir takımdan aşağısını beklemek de yanlış olur. Bu doğrultuda kimsenin itirazı olamaz. Fakat belki de işin henüz başında iki dudağın birbirinden ayrılmaması herkes için daha hayırlı olurdu. “Sessiz ve derinden” gibi bir deyiş var, bilmem hatırlar mısınız?
Sezon başındaki olumlu hava Bükreş faciasının ardından yerini Florya üzeri karabulutlara bıraktı. Tüm bunların üzerine ligin ilk üç haftasında toplanan 5 puan gelince, tuz ve biber gani gani akmaya başladı Michael Skibbe’nin üzerine. 1996’dan bu yana kamuoyu bir Galatasaray teknik direktörünün bu kadar çabuk kovulması konusunda baskı yapmamıştı. 1996 dedim de, açmadan olmaz zannımca… O sezon Fatih Terim takımın başına yeni getirilmiş. Takım ligin 4.haftasında Ali Sami Yen’de Fenerbahçe’ye 4-0 mağlup olunca Terim’in kovulması konusundaki baskılar artmıştı. Fakat yönetim kulüp tarihinin belki de en kritik kararına, bilmeden de olsa, imza atarak Fatih Terim’in hiçbir yere gitmeyeceğini kamuoyu ile paylaştı. Sonrası malum… Üst üste 4 şampiyonluk, TSYD Kupaları, Başbakanlık Kupaları, Türkiye Kupaları ve en nihayetinde Türk futbolunun hâlâ erişilemeyen zirvesi; UEFA Kupası şampiyonluğu… Kıssadan hisse… Yersen!
Sakatlıklar, cezalılar, ideal kadronun bir türlü bulunamayışı gibi belaların içinde boğuşurken bulduk kendimizi Basel’de… “Buffon veya Cech gelecekse gelsin” derken takımı Şampiyonlar Ligi’nden ve itibarından eden Aykut yine kulübede… Ümit’in olmadık sakatlığı sonucu Milan Baros ilk kez 11’de…Yeni transferlerden Serkan 6 aylık bir aranın ardından ilk resmi müsabakasına çıkmanın heyecanı ile boğuşuyor. 3 stoper; Meira, Emre, Servet… Arda sakat olunca formsuz Lincoln yeniden sahada. Volkan, Kewell, Nonda ve Ayhan da ilk 11’i tamamlıyorlar. Sistemde ise belirsizlik devam ediyor. Kimi zaman 3-5-2, kimi zaman 4-3-3…
Karşılaşmanın ilk düdüğünden itibaren sahadaki savunma ağırlıklı takıma rağmen en atak futbolunu oynuyor Galatasaray. Lincoln’ün bu maçta “oynamak istediği” her halinden belli oluyor. İlk yarım saatte Nonda’ya “al da at” dercesine attığı topların gol olmaması Nonda’dan çok Lincoln’ün şanssızlığı oluyordu. Volkan ve Serkan Kurtuluş’un kanatlardan bindirmeleri sonucu geri dönmelerde yaşadıkları güçlükler ve savunma ile hücum arasındaki kopukluk, Bellinzona’nın “ilk maç” heyecanı ile birleşince zaman zaman kalemizde zor anlar yaşadık. 5 savunma oyuncumuzun izlemekle yetindiği bir dakikada topu ağlarımızda gördük. Pozisyon bile demeye dilim varmıyor, çünkü değil. Yediği gollerin ardından gereksiz bir telaşa kapılan takım bu kez tam da ihtiyaç duyduğu anda golü Serkan’ın asistinde Kewell’in volesi ile buldu. “Futbolcu budur” dedirten Kewell’in Galatasaray forması altında Hagi gibi bir efsane olabilmesi için kendimce delirmeye başladığım andı o an. Mutluluktan uçmuyordum tabii… Rakip Bellinzona, devre arasında skor; 1-1.
İkinci yarı başladığında ise şok etkisi yaratmış buz gibi bir duştan yeni çıkmış gibiydik. Henüz devrenin başında, 47’nci dakikada, şaka gibi bir golü daha kalemizde gördük. Rakibin bile nasıl attıklarını anlamadığına adım gibi emin olduğum pozisyonda, “ortada sıçan” oynarcasına tek paslarla girdikleri ceza yayımızdan topu ağlarımızda gördük. Gülsek mi ağlasak mı ikilemi içindeyken 2-1 geriye düştük. Galatasaray komik goller yeme alışkanlığından pek bir şey kaybetmemişti.
İkinci kez yenik duruma düşüşümüzün ardından kadro kalitemizin de yardımıyla oyunu rakip yarı alana kısa bir süre yığmamız yetti. Gecenin en etkili ismi Lincoln’ün akıl dolu derin paslarını bir türlü gole çeviremeyen ileri uç elemanlarına sitemkâr bir top daha gönderdi Lincoln. Bu tam da “Biz neden hiç duran toplardan gol bulamıyoruz” serzenişlerimizin üzerine denk geldi. Lincoln ortaladı, Milan Baros kafayı çaktı ve skora yeniden eşitlik geldi. Kalan yarım saatte daha da etkili oynayacağı aşikar olan ve bizi son derece tedirgin eden Bellinzona 60’ıncı dakikada 10 kişi kalınca, acınacak halimize sevindik bu sayede maçı koparabileceğimiz kanısına vardık. Yanılmadık da… Oyuna Aydın ve Yaser’in de girmesiyle savunma iyiden iyiye boşlandı. Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek, nasıl kötü oynadığında eleştiriyorsak iyi olduğunda da bunu belirtmemiz gerekmekte ki Lincoln muhteşem paslar atmaya devam etti, ileri uç elemanları da kaçırmak konusunda aynı hassasiyeti gösterdiler. En sonunda rakip takımın Türk futbolcusu Gürkan “Bunlar atamayacak, hiç değilse biz yardım edelim” dercesine kalecisine doğru bir pas attı. Araya kaçan Baros’un farkında bile değildi, son pişmanlık da fayda etmeyecekti: 2-3. 10 kişi kalan Bellinzona gibi bir takıma karşı alınacak 3-2’lik galibiyete sinirliyken kalemizde üçüncü golü görmemiz gözlerimizi ovuşturmamıza sebebiyet verdi. İsviçre ligi sonuncusundan yenilen 3 gol… Maçın bu skorla sona ermesine kendimizi hazırlarken, Lincoln “Nerede benim çabalarım” diyerek beraberliğe razı olmadığını gösterdi, 25 metreden sol ayağıyla kaleye topu yolladı, savunmadan seken top ağlarla buluşunca Lincoln hem maçı hem de maç sonrası 3-3’lük skora yapacağı savunmayı hazırlamakla meşgul olan hocasını kurtardı. Kendisi de Kewell ile birlikte takımın en etkili ismi oldu. Şimdiye kadar yapması gereken buydu, sadece buydu…
Öyle ya da böyle Galatasaray bu turu geçecektir. Zaten Ali Sami Yen’de 2 farklı yenilgi alacağımızı düşünmek biraz tüyler ürpertici. Yine de saha içinde işlerin yolunda gitmediği çok açık bir gerçek. Yenilen 3 gol bunun en bariz kanıtı. Yokuş aşağı giden bir kamyon hüviyetinde Galatasaray. Üstelik frenleri de patlamış. Bundan sonrası tamamıyla şoförün maharetine kalmış durumda. İnanan beri gelsin...

16 Eylül 2008 Salı

Galatasaray: 1 - Antalyaspor: 1

Bir tarafta memleketinizin takımı, diğer tarafta gönlünüzü kaptırdığınız takım olunca haliyle biraz garip geçiyor maç. Sonuna dek Galatasaraylı idik, o ayrı. Heyecan deseniz, haddinden fazla… Eee, kolay değil koca bir yazın ardından sevgili ile ilk defa mabette buluşacak olmak, bu yüzden tatili biraz da olsa erken noktalamak… Yine de insan biraz tat tuz istemiyor değil. Yol yorgunluğunun üzerine biraz da sinir biniyor en nihayetinde. Sonra “Biz demiştik”i tekrarlıyor açılıp kapanan dudaklarımız… Kewell ve Arda bir arada oynar mı? Oynamazdı. Oynayamıyorlar da… Birini kazanırken birini kaybedeceksin, o olacak. Peki iki uzun stoperle maça başlanır mı? Neden başlanmasın? Ancak başlanmazsa daha bir güzel olur sanki… Bir takım kendi evindeki maçlarda bile neden sıradan rakibine karşı baskı kuramaz? Taraftar “Cehennem”in yok oluşuna niye göz göre göre izin verir? Sağ bekte bir uğursuzluk mu vardır? Vesselam oraya geçenin ya ayağına bir şey oluyor ya da kafası yarılıyor… Hepsinden de ötesi var… Galatasaray şu haliyle Bellinzona karşısında ikinci bir Tromso vakasıyla karşı karşıya gelir mi?

12 Eylül 2008 Cuma

Hani Eski Bir Resme Bakarken...

...hani yılları sayar da insan
hani gözleri dolar ya birden
işte öyle bir şey...


13 Eylül 1991... Onsuz geçen 17'nci yıl!
Her zaman olduğun yerdesin... Kalbimizdesin!

11 Eylül 2008 Perşembe

10 Eylül 2008 Çarşamba

Unutulmaz Sözler - Volume 10

“Hiçbir takım Galatasaray’dan daha iyi olamazdı. Benim için her şey çok mükemmeldi. Diğer takımlar bana ne verebilirdi ki? Belki daha çok para.” (Gheorghe HAGI)

3 Eylül 2008 Çarşamba

Nostalji #4

2 Eylül 2008 Salı

Serkan Kurtuluş Galatasaray'da

Dün akşam saatlerinde kulüpten son bir transfer haberi geldi. Beşiktaşlı Serdar Kurtuluş'un kardeşi, Bursaspor'un genç oyuncusu Serkan Kurtuluş kendisini 5 yıllığına Galatasaraylı yapan imzayı attı. 1990 doğumlu oyuncu sağ bekte görev almakta.
Bu haberin yanı sıra günlerdir akıbetinini ne olacağı merak konusu olan Necati Ateş'in 1 yıllığına İspanya 2.Lig takımlarından Real Sociedad'a kiralanmış olduğu da kulüpten bildirildi.

1 Eylül 2008 Pazartesi

Kayserispor: 0 - Galatasaray: 0

Bükreş'te bırakılan Şampiyonlar Ligi'nin ertesinde ilk resmi maçımız olacaktı Kayserispor müsabakası. Rakip Kayserispor, maçın oynanacağı yer de Kayseri olunca temkinli yaklaşmakta fayda vardı. Her şeye rağmen Skibbe'nin bu maçta kadro değişikliğine başvurmasını bekliyordum. Bunun da takıma olumlu yansıyacağından adım gibi emindim. Hasan Şaş'ın yokluğunda sağ kanatta Aydın'a yer vermesini ısrarla bekliyordum ki yanılmadım. Kalede ise Aykut kesik yedi. Yerini İtalyan kaleci Morgan de Sanctis'e bıraktı. 4 gün önce hazır olmadığı gerekçesiyle tercih görmeyen kaleci şartlar olgunlaşınca bir anda hazır oluverdi. Maçı kurtaran adam da ondan başkası değildi ama buraya daha sonra döneceğim.
Skibbe'nin bu maç için tercih ettiği kadro; De Sanctis, Linderoth, Meira, Servet, Hakan, Barış, Arda, Ayhan, Aydın, Kewell ve Ümit'ten oluştu. Artık Skibbe'nin Gerets gibi bir Mehmet Topal takıntısı olduğundan şüphe etmeye başladım. Yahu zaten çok az pozisyon bulacaksın, en azından orta alanda sürpriz çıkışlar yapan Mehmet'i tut. Ayhan'ı bu sezonun en formsuzu olarak nitelersek ve Linderoth'tan devşirve sağ bek yapıldığını düşünürsek Mehmet Topal'ın her halükârda yeri var bu takımda.
Maç hakkında bir şeyler söylemek istiyorum ancak kaydadeğer pek bir şey bulamıyorum açıkçası. Koskoca Galatasaray 90 dakikayı tek bir mühim gol pozisyonu bulamadan kapattı. 1 puanı ise Morgan De Sanctis'in insanüstü müdahalesi ile kurtardı. Morgan kurtarınca biz de kurtarmış sayıldık aslında. Anlayamadığım şey ise Skibbe'nin 4-2-3-1'deki ısrarı. Galatasaray'a klasik 4-4-2'den başkasının yaramadığını artık sağır sultan duydu. Madem ki tek forvetlik bir sistem düşünüyordun, alınacak golcü Baros değil Zigic olmalıydı fikrimce. Takımın bütün hücumlarını doldur boşaltlardan yakalamaya çalıştığını göz önünde bulundurursak bunun önemi biraz daha iyi anlaşılacaktır sanırım. Sen çift önlibero ile oynayıp, bu bölgeyi Ayhan ve Mehmet'e emanet edersen, ve ileride tek kalan Ümit ile orta sahanın arasını açarsan takım hücuma çıkmakta zorlanır tabii. Kaldı ki Ayhan ve Mehmet son derece ağır topçular. Korkum odur ki Linderoth sağ bekte kalıcı olsun. Cihan ve Sabri'nin sağ bek olarak başlamadığı kariyerinde sağ beke mahkum edildiğini ve Linderoth'un da iki maçtır bu bölgede iyi bir performans sergilediğini düşünürsek, İsveçli oyuncunun bundan böyle bu bölgede oynaması açıkçası beni şaşırtmaz. Galatasaray bunu hep yapıyor çünkü. Bir de Ümit gibi bir adamı tek başına ileride bırakmak, 3 tane adamın arasında kilitli kalmasına neden olmak da neyin nesidir? Ya Ümit-Baros değişikliğine ne demeli? Ayrıca Kewell geldiğinde yapılan "Arda mı oynayacak yoksa Kewell mi" tartışmaları da görüyoruz ki yersiz çıkmadı. Kewell son derece kaliteli bir futbolcu. Takıma yarar sağlayacağı da aşikâr. Ancak Kewell'in sol kanada geçmesi ile birlikte Arda Turan'ın performansında ciddi anlamda bir düşüş gözlenmekte. Sağ kanada alsan olmuyor, Lincoln'ün yerine alsan olmuyor.
Galatasaray'da gelecek olan güzel günlere erişene kadar son derece sancılu bir dönem bizi bekliyor. En azından buradan öyle görünüyor.

Ve Superleague Formula Başlar...

Superleague Formula dün Donnington Park'ta yapılan yarışlar ile resmen başladı. Sıralama turlarından itibaren "Alışıldık yarışların dışında" tabirinde bulunduğumuz yarışın kendisi de bir garipti aslında. Kötü demiyorum bakın, garipti. En garibi de formasyon turunun ardından araçların durmaksızın yarışa başlamalarıydı. Bunun dışında, ilk yarışa 7'nci cepten başlayan takımımız ilk yarışın ortalarına doğru yarış dışı kaldı. İkinci yarış ise saat 16:00'da başladı. İlk yarıştaki sıralamanın tersi yönünde dizildi bu kez takımlar ve Galatasaray aracı 5'inci cepte başladı yarışa. Yarışın uzun bir bölümünü ikinci sırada götüren aracımız yaşadığı teknik arıza nedeniyle ikinci yarışı da tamamlayamadı. İlk yarış sonunda lider olan ekip Çin temsilcisi Beijing Guoan oldu.

Koleksiyon #4

Koleksiyonun bu halkasını defterlerime ayırdım. Okulda tuttuğum ve kenarına köşesine "En büyük CimBom ulan" ya da "sarı kırmızı, kalbimizin yıldızı" yazdığım defterlerden bahsetmiyorum. Resimde gördüğünüz defterleri 2000 yılından bu yana tutmaktayım. Düzenli olarak da internetten, gazete sayfalarından kırptığım resim ve yazılarla güncellemekteyim. 8 yıl içinde oynadığımız tüm Avrupa kupası maçlarının ve derbi maçlarının ertesi gün gazete manşetlerini bile bulabilmeniz mümkün. İleride açık artırma ile satmayı düşünüyorum :)