27 Eylül 2009 Pazar

Galatasaray: 1 - Eskişehirspor: 1

İster "Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir" deyin, ister görünen köyün kılavuza ihtiyaç duymadığını söyleyin... İlk puan kaybı Ali Sami Yen'deydi bu akşam. Ayakların yere basma zamanı geldi. Biraz fazla havadaydık sanki.

22 Eylül 2009 Salı

Happy Birthday

Çok yaşa Kewell... Bizimle yaşa...

21 Eylül 2009 Pazartesi

Kasımpaşa: 1 - Galatasaray: 3

Bu havadaki de ne? Bir kuş? Bir uçak? Yoksa Superman mi? O da değil? Kim bu yahu? Hem o topla ne yapıyor kale çizgisi üstünde? Ben çıkamadım işin içinden, çıkabilen beri gelsin.
Galatasaray ligin altıncı haftası için bugün Kasımpaşa'ya konuk oldu. Bu maça kadar oynadığı 5 maçta 15 puan çıkararak averajla liderlik koltuğunda bulunan Galatasaray, ligin son sırasına demir atmış puansız Kasımpaşa karşısında mutlak favoriydi hiç kuşkusuz. Fakat günümüz futbolu artık öyle favori mavori dinlemiyor.
Karşılaşma başbakanın adını taşıyan bir stadyumda oynanınca hemen başbakanın kimliğine bir bakmak gerekiyor. Özel yaşamı tabii ki beni alakadar etmez ama devlet büyüklerinin taraftarı oldukları takımlar her daim tartışma konusu olmuştur. Mesut Yılmaz bakanların başı iken açılan "Sandıkta Görüşürüz Mesut Bey" pankartı futbol camiasına çok şey anlatırken, politikacılara da açık seçik mesaj veriyordu. Recep Tayyip Erdoğan'ın Fenerbahçeli olduğunu artık bilmeyen kalmadı. Bir zamanlar Mustafa Kemal'in adıyla süslenen stadyumlar günümüzde gelip geçici başbakanların egoları altında eziliyor. Ülkemize kazandırılan RTE stadyumlarından ilkiydi Kasımpaşa'nınki. Rize'dekinin önceki adı Atatürk Stadyumu idi...
RTE Fenerbahçeli'dir... Kasımpaşa da öyle midir? Neticede stadyuma adını veren zat Kasımpaşa'nın çocuğudur. Peşinden gitmeyecekler de ne yapacaklar ki? Bir haftadır Galatasaray'ı nasıl yenerizin planını yapmakta Kasımpaşa futbol takımı. Elbette ki bir takımın diğerini yenmeyi planlaması kadar doğalı yoktur. Platini "Büyük takımlar kazandıkları kupaları konuşurken, küçük takımlar yendikleri büyük takımları konuşur" der. Koca sezonda tek bir maça böylesine odaklanan takıma ne demeli?
Kasımpaşalı futbolcular ve teknik heyetin hafta boyunca verdikleri hırs dolu demeçler bir derbi havası yakalamayı hedeflediklerini düşündürmüyor değildi. Maçtan önce kulübün resmi internet sitesinde birkaç sene evvel Ali Sami Yen Stadyumu'nda kazandıkları maçın fotoğrafları ile bezeli bir animasyon hazırlanması zaten yeteri kadar düşündürücüyken, 1-0 önde kapadıkları bugünkü maçın devre arasında popüler şarkı "Rütbeni Bilicen"in çalması niyedir? Ne güzel söylemişsiniz işte... Söylemekle kalmayın, uygulayın bir zahmet. Tüm bunların yanında belki de en fazla düşündürücü olan ise Kasımpaşa yönetiminin açıkladığı bilet fiyatlarıydı hiç kuşkusuz. Takımın sezonluk bilet fiyatları 100 TL iken bu maç için satışa sunulan biletlerin 120 TL olması bırakın da bizleri biraz düşündürsün. Aynı özveriyi suyun öteki tarafındakiler için de yapmazlarsa, şahsen darılacağım.
Maça gelelim ve yukarıdaki sorular ile fotoğrafın cevabını verelim. Fotoğrafta Kasımpaşalı bir futbolcunun kendi kale çizgisi üzerindeki topa eliyle müdahale ettiğini görüyoruz. Hayır, futbolcu bir kaleci değil. Söz konusu isim bir orta saha oyuncusu olunca ve hakemden pozisyonla ilgili herhangi bir yaptırım göremeyince sözün bittiği yere varıyorsunuz zaten doğrudan. Birileri 3 sene şampiyonluk sözü mü vermişti?
Karşılaşmanın 8'inci dakikasında vuku bulan bu pozisyonda hakem İlker Meral penaltıya hükmedip, Ali Güneş'e de kırmızı kartını gösterseydi muhtemelen Galatasaray maçı henüz başında koparacak ve tansiyon artmayacaktı. Bu ülkede insanlar istedikleri kadar hakemlere art niyetle yaklaşmasınlar, adamlar kendileri istiyor tartışılmayı yahu? Bu pozisyonda penaltı çalıp, kartına başvuramıyorsan kim yutturuyor seni bana hakem diye? Bu ülkede hakemler konusunda takınılmaya çalışılan iyi niyetler zorla, inatla, ısrarla istismar ediliyor. Zira başka açıklama bulamıyorum!
Galatasaray iyi oynamıyor. Fakat bol gol atarak kazanmaya devam ediyor. 26'ncı dakikasında 1-0 yenik duruma düştüğümüz karşılaşmadan 3-1 galip ayrılmayı Nonda'nın attığı 3 gol ile aldık. Sigara içen bir Hakan Balta'nın bile - şu an için - Caner'den iyi olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Elano'nun da attığı ve attırdığı gollere rağmen sahada - şu an için - ruh gibi dolaştığını da eklemek gerekiyor. Keita'ya ise söylenecek söz yok sahiden. Nonda ile ikinci yarıda oyuna dahil oldu ve damgasını vurdu. Nonda'ya da bir parantez açmak gerek. Bu sezonki performansıyla bunu hak ediyor. Dünya üzerindeki herhangi bir ligde yedek oturan bir futbolcunun gol krallığına oynadığını göremezsiniz. Bu ancak Türkiye'de olur. Önce Fenerbahçe'de Semih Şentürk, şimdi Galatasaray'da Nonda. Henüz ligin çok başında olmamıza rağmen Nonda attığı 5 golle bu alanda zirvede. Kanımca Nonda'nın artık ilk 11'deki yerini alması gerekiyor. Ama Baros ile ama Baros'suz...
Bu arada... En son "Elle kolla değil alın teriyle" dediğimizde şampiyon olmuştuk. Alın size bir "Lan, yoksa?" daha...

19 Eylül 2009 Cumartesi

Koleksiyon #13

Resmi bir şey değil... Fakat hâl böyle olunca daha da bir değere biniyor sanki. El emeği göz nuru sonuçta. 20 Ekim 1993 akşamı Türk futbolu için bir devrimdi hiç kuşkusuz. Ercan Taner'in "Türk futbolunda bir devrim" cümlesi belki de ilk kez o gece haykırılmalıydı. Şampiyonlar Ligi'nin en büyük favorisine karşı deplasmanda, üstelik 2-0 geriye düşmüşken, alınan 3-3'lük beraberlik, turu almış kadar olmak demekti. Maç benim o vakitler "yeni TRT" sandığım TGRT'deydi. Ümit Aktan da o efsane sunumunu gerçekleştirmişti. Evdeki VHS Player ah bir bilse ne büyüklükte bir sevap işlediğini... Maç arasına alınan reklamlar işin esprisi olsun, bir şeyin arkasına "Babam sağ olsun" yazılacaksa eğer, bu maç cdsinin kutusuna yazılmasın da nerelere yazılsın?

17 Eylül 2009 Perşembe

Panathinaikos: 1 - Galatasaray: 3

Ten Cate, Rijkaard'ın Barcelona'dan yardımcısıydı. Şimdi ise Panathinaikos'un başındaki adam. Galatasaray'a kulp takmak isteyenlerin ise yardımcısıydı maçtan önce. İddialar Ten Cate'nin Rijkaard'ı tanıdığı yönündeydi. Lafın getirildiği yer ise Galatasaray'ı analiz etmenin Ten Cate için kolay olacağıydı. Çırak ustayı ne zaman geçmiş ki? En azından futbolda rastlanan bir durum değil bu. Maç bittiğinde Galatasaray, Atina'dan 3 puanı 3 golle alıp, daha ilk haftadan grubun zirvesine kuruluyordu. Kulplar kayboluvermişti bir anda. Ne de olsa Panathinaikos artık kötü takımdı, gözde fazla büyütülmüştü!
Kuralar çekildiğinde ilk torbadan Panathinaikos gelince duraksayanlar olmuştu. Kendimi de bu grubun arasına dahil edebilirdim. Rakipten değil de artık sağır sultanın duyduğu Gate 13'den... Sonra öğrendim ki karşılaşma Atina Olimpiyat Stadyumu'nda oynanacakmış. Rahatladım. Bu güne kadar olimpiyat stadları kime hayır getirmişti ki Pana'ya getirsin. En nihayetinde bunun vereceği acıyı en iyi bizden iyi kimse bilemez.
Bu maça kadar toplam 11 resmi maç oynamış Galatasaray. Rakip filelere tam 35 gol bırakmış. Ve meyve veren ağaç kendi tarlasında taşlanıyor... Püskürtmek ne mümkün!
Galatasaray'ın grubuna göz attığımızda ilk sıra için Panathinaikos ile mücadele edeceği bir gerçekti. Gruptaki ilk maçın deplasmanda Yunan ekibi ile oynanacak olması ise takım için ayrı bir önem taşıyordu. Galibiyet durumunda en büyük rakibinizi deplasmanda saf dışı bırakmış ve grup liderliği hususunda daha ilk maçtan büyük avantaj yakalamış olacaktınız. Mağlubiyet durumunda ise önünüzdeki maçlara bakacaktınız.
Galatasaray Servet ve Gökhan'ın yokluğunda tandemi iki Emre'ye emanet ederek başladı maça. İleride ise dinlenmeye bırakılan Arda'nın yerini Elano almış. Hızlı başlıyor maça Elano ve henüz 5'inci dakikada Galatasaray 1-0 öne geçiyor. Bu dakikadan sonra erken gelen golün de kamçılamasıyla kalemize yüklenmeye çalıştı rakip takım. Fakat harika bir oyun ortaya koyarak belki de maçın adamı olan Emre Aşık'ı geçmekte zorlandılar. Emre'yi geçtiklerinde ise zaten ofsayttılar.
İkinci 45 dakika da ilkinden farklı başlamadı. 47'de Elano'nun ara pasında kaleciyle karşı karşıya kalan Baros topu ağlara göndermekte zorlanmadı. Pana'nın direncinin kırıldığı an bu andı. 57'de kazanılan serbest vuruşta topun başına geçen isim Elano'ydu. Brezilyalı'nın pek de iyi kullanmadığı serbest vuruşta top rakip savunmaya da çarpıp ağlarla buluşunca, Galatasaray 3-0'lık üstünlüğü yakaladı. Son dakikalarda Yunan ekibinin Salpingidis ile bulduğu gol ise sadece skoru tayin etti.
Dün Galatasaray iyi oynamadı. Fakat tam bir Avrupa takımı vardı sahada. Avrupa kupalarında bir maç nasıl kazanılması gerekiyorsa öyle kazanan bir Galatasaray... Hücuma hızlı çıkan, topu ayağında tutan, oyunun temposunu ayarlayan...
Skordan çok dünkü maçın atmosferini konuşmalıyız bence. Yunanistan'da alkışlarla karşılandı Galatasaray. Hiç kuşkusuz Galatasaraylı futbolcuların sahaya çıkarken taşıdıkları pankartın bunda payı büyüktü. Yine de bu da bir şey. Yunan taraftarlar dün işin içine milliyetçi duygularını katacak hiçbir taşkınlık yapmadılar. Artık rövanş için bizlere de çok büyük iş düşüyor. Kin, nefret beslemenin kimseye bir getirisi yok. Bundan onlarca yıl önce devlet büyüklerinin politikaları halkların dostluğunu törpülememeli.

13 Eylül 2009 Pazar

Beşiktaşlılık Duruşu

Hakkı Yeten'e "Baba Hakkı" demek Galatasaraylılık,
Ali Sami Yen'e küfür etmek Beşiktaşlılık'tır.
Beşiktaşlı duruşu budur!

Galatasaray: 3 - Beşiktaş: 0

Şimdi Mustafa Denizli diyor ki: "Hedeflediğimizden 4 puan fazla kaybettik. Fakat aradaki puan farkını 9 değil, 6 olarak görüyoruz." Şimdi de kurt hocanın söylediklerini tercüme edelim. Denizli aslında demek istiyor ki: "Biz Beşiktaş'ız... Geçen yılın şampiyonuyuz ve bu sezonun ilk beş haftasında toplam 10 puan kazanmayı hedefliyorduk. Evet, büyük takım olarak biz puan hesabı yapıyoruz. Galatasaray'ın ise İnönü'de zaten kazanacağına ihtimal vermiyorum." Budur herhalde özeti.
Sezonun ilk derbisi dün akşam Galatasaray ile Beşiktaş arasında oynandı. Sezona fırtına gibi başlayan Galatasaray'ın aksine geçen sezonun çifte kupalı şampiyonu Beşiktaş'ta yeni sezonda işlerin pek de tıkırında olduğu söylenemez. Geride bırakılan dört haftada yalnızca 6 puan almayı başaran Beşiktaş son iki haftayı da gol atamadan geçmişti. Daha sezonun başı olmasına karşın zirvenin 6 puan gerisine düşmüş olması bu derbiyi onlar için çok daha önemli kılıyordu. Kaybedilecek bir maç Beşiktaş'ın sadece zirveden kopması anlamına gelmeyecekti hiç kuşkusuz. Yine de karşılaşmanın milli maç arasından önce oynanması halinde Galatasaray'ın tüm handikaplarına karşın sahadan çok rahat bir galibiyetle ayrılacağını iddia edebilirdim. Fakat son duruma bakınca durumu pek de iç açıcı görmediğimi söyleyebilirdim.
Maç öncesi her iki takımın da artı ve eksilerine bakacak olursak... Bir kere Galatasaraylı oyuncuların neredeyse yüzde 75'i milli takımlara gitmiş ve yine neredeyse tamamı forma şansı bulmuştu. Bu da takımdan 10 günlüğüne ayrı olmaları demekti. Beşiktaş'ta ise durum Galatasaray'da olduğu kadar vahim değildi elbette. A Milli Takım'ın arka arkaya oynadığı Estonya ve Bosna Hersek maçlarında Beşiktaş'tan tek bir oyuncu bile göremediğimiz gibi milli takımlarına giden yabancı oyuncularından forma şansı bulanlar yalnızca Sivok ve Holosko'ydu. Her iki takımı da bu yönleriyle ele alınca Beşiktaş'ın maça fiziken çok daha iyi hazırlanmış olacağı öngörülebilirdi. Takımların mental yapılarını düşünecek olursak eğer Galatasaray'da ligde oynanan dört maçın da kazanılmış oluşunun getireceği rehavet felakete davetiye çıkarabilirdi. Beşiktaş'ın ise kaybetmesi halinde henüz beşinci haftadan liderin 9 puan gerisine düşecek olma düşüncesi vardı. Bu takımı pozitif yönde etkileyebileceği gibi olası bir strese de yol açabilirdi. Terazinin kefelerine göz attığımızda, Galatasaray'ın saha avantajını da eklersek, bir denge görmek mümkündü. Fakat maç öyle olmadı...
Mustafa Denizli karşılaşmaya sürpriz bir kadroyla çıktı. Formsuz ve sakatlıktan yeni çıkmış bir Nihat tek forvet olarak gol arayacak, inişli çıkışlı bir grafik çizen Serdar Özkan'ın gününde olması umulacak, orta alanda Ernst'in yanı Fink yerine Ekrem'e emanet edilecekti. Derbi atmosferine Fransız olan İsmail Köybaşı da Keita'nın karşısında büyük ihtimalle kaybolacaktı.
Frank Rijkaard ise tahmin edilenin dışına çıkmadı. Milli takımdan ancak cuma gecesi dönebilen Elano yedek kulübesindeydi. Hafta ortası milli takımlarında boy gösteren Hakan, Servet, Arda, Baros ve Keita ise kendilerine ilk 11'de yer buldular. Yine A Milli Takım'ın Estonya ile oynadığı maçta sakatlık geçiren Gökhan'ın yerini dolduran isim ise Emre Aşık oldu.
Karşılaşmaya hızlı başlayan taraf Galatasaray oldu. 4'üncü dakika kullanılan köşe vuruşunu Arda arka direğe yolladı, o noktada topa hareketlenen Mustafa Sarp maçın ilk golünü kaydetti. Bunun dışında tam bir orta saha mücadelesi şeklinde geçen ilk yarıda Harry Kewell ile iki önemli pozisyon yakalasak da Avustralyalı çerçeveyi bulamayınca Galatasaray maçı erken koparma fırsatını kullanamamış oldu. Beşiktaş da özellikle Serdar Özkan ile bulduğu pozisyonlardan sonuç alamayınca ilk 45 dakika 1-0 Galatasaray üstünlüğü ile geçilmiş oldu.
İkinci yarıda ise Nihat ve Tabata'nın oyundan alınmasının da yardımıyla topu ayağında daha fazla tutan bir Beşiktaş vardı sahada. Bilhassa Serdar ile çok net pozisyonlar bulan Beşiktaş bunlardan sonuç alamayınca 65'inci dakikada Milan Baros sahne aldı ve farkı ikiye çıkardı. Bu dakikadan sonra iyiden iyiye oyundan düşen Beşiktaş savunmasında boşluklar bırakmaya başladı. Oyuna sonradan dahil olan Elano 83'üncü dakikada sağ kanattan hareketlendi ve sol taraftan ceza sahasına girmekte olan Kewell'i uzun bir pasla gördü.Oz Büyücüsü topu sektirmeden penaltı noktasında bekleyen Baros'a gönderdi. Baros da kaleye..: 3-0.
Sezon başından bu yana Galatasaray'ın büyük maçlardaki performansını merak ediyorduk. Beşiktaş maçı bu yönüyle de önem arz ediyordu. Milli maçların da getirdiği yorgunlukla beraber Galatasaray çok da iyi bir oyun ortaya koymadı. Ancak bu bile Galatasaray'ın Beşiktaş'ı üç gol farkla yenmesine engel olamadı. Galatasaray artık yürümüyor... Adımlar hızlandı.

12 Eylül 2009 Cumartesi

Nostalji #12

Günün anlam ve önemine uysun diye...

11 Eylül 2009 Cuma

"Yeni" Eski Açık

2 yıl içinde önce Kapalı Alt Tribün, sonra da Yeni Açık Alt Tribün yenilendi. Şimdi ise Eski Açık'ın üstü kapandı. Lan, yoksa?

3 Eylül 2009 Perşembe

Sen Gitmeden...

Daha takımdan ayrılmadan gideceği korkusu sardı beni. Günler geçmesin, aylar bitmesin, sezon sonu hiç gelmesin istiyorum. Olur da giderse, pek çoğumuzun ardından iki damla gözyaşı akıtacağı kesin gibi görünüyor.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Yaprak Dökümü #5 - Volkan Yaman

İki sezon önce takıma katıldığında bir hayli umutluydum. Yeni bir Hakan Ünsal gelebilirdi Türk futboluna. Kişilikleri tamamen zıt olsa da futbolumuzun kanayan yaralarından olan sol bek mevkiine ilaç olabilirdi. Ali Bilgin ile birlikte dönemin Antalyaspor'un çok parlak bir grafik çiziyordu Volkan. Antalya Atatürk Stadyumu'nda kaç defa canlı izleme fırsatı bulduğumdan herkesten çok ben bilebilirdim aslında takıma nasıl bir katkı sağlayacağını... Sorumsuz ve sorunlu olan Ali Bilgin Fenerbahçe'nin yolunu tutarken, Volkan Yaman Galatasaray'a imza attığında, yalan yok, bir hayli sevinmiştim. A Milli Takım'ın Yunanistan'ı 4-1 mağlup ettiği maçta sol bek sıkıntısı yaşanınca oyuna girmiş, ortaya koyduğu futbol ile birçok futbolseveri büyülemişti. Galatasaray'da yaptığı başlangıçta surat asılacak türden değildi. Sürekli oynasa belki her şey farklı olurdu ama onun şanssızlığı Hakan Balta oldu. Her geçen gün düşen form grafiği onun çocukluk aşkı Galatasaray'da tutunmasını zorlaştırdı. Sürekli gülen yüzü bile buna engel olamadı. Şimdi en azından futbolunu yeniden hatırlatabileceği bir yerde o; Eskişehirspor'da. Her şey bundan sonra daha güzel olsun onun için.
Carlos Yalan, Volkan Yaman!

1 Eylül 2009 Salı

Ankaraspor: 0 - Galatasaray: 2

Ankaraspor-Ankaragücü flörtü, iyi oynayan son şampiyon Beşiktaş'ın 4 haftada sadece 6 puan alabilmesi, Fenerbahçe'nin son saniyede elde ettiği 3 puan, Trabzonspor camiasının üzerinden bir türlü atamadığı sabırsızlık, Sivasspor'un Türbülent'e girmesi... Hareketli bir futbol gündemimiz var, inkar eden sopalıktır. Her sene aynı hikâyeler tekrar tekrar anlatılır, fakat nedeni bir türlü çözemediğim şekilde bıkmak usanmak bilmeden dört açarız kulaklarımızı.
Bir gün önce Fenerbahçe puan kaybetmenin eşiğine gelince birçok Galatasaraylı da benim gibi düşünmüştür eminim: "Bunlar kaybediyorsa yarın biz de kaybederiz..." Son saniyelerde Manisaspor'un sarı lacivertlilere ikramını gördükten sonra - ki yanlış anlaşılmasın, Fenerbahçe gayet de temiz bir 3 puan aldı - bir nebze olsun rahatlamış olduğumu iddia edebilirim. Nitekim öyle de oldu. Galatasaray, Levadia Tallin deplasmanındaki kötü oyununa Ankara'da da devam etti, lâkin futbol tanrısı bu kadronun ve o mor formanın puan kaybetmesine razı olmadı. Takımın iki formda ismi Kewell ve Nonda yedek beklerken, daha hazır olmadığı her halinden belli Elano ile geçen sezonun Guiza'sı ile yarışır bir performans çizen Baros ilk 11'de yer aldı. İlk yarıda kısım kısım rakip kaleye oyunu yıkan bir Galatasaray izlesek de geliştirilen ataklar ev sahibinin elde ettiklerinin yanında sönük kalıyordu. İkinci devrenin ilk yarısında da farklı bir Galatasaray izlemedik. Sonra yedek kulübesindeki cevherlerin ışıldama zamanıydı. 2006 Şampiyonlar Ligi final maçında yapmış olduğu değişikliklerle Arsenal'a karşı maçı çevirip kupayı Barcelonalı futbolcuların ellerine veren Rijkaard bir kez daha sahneye çıktı. Şehrin Ankara olmasının bir önemi yoktu. Takımın en kötü iki ismi Elano ve Baros oyundan çıkarken yerlerine Kewell ve Nonda dahil oldu. Birkaç dakika sonra da günün en mücadeleci ismi Keita yerini Aydın'a bıraktı. Üç oyuncu da öyle ya da böyle skora etki ettiler. 74'de Arda'nın kullandığı kornere ön direkte yükselerek kafayı vuran Kewell skoru takımı adına 1-0'a getirirken, geçtiğimiz sezon oynanan Olympiakos maçı ile ilgili bir deja-vu yaşattı izleyenlere. 83'de ise Aydın'ın güzel ara pasında topla buluşan Nonda skoru tayin etti: 0-2.
Dikkat çeken bir unsur Nonda'nın performansı. Bu sezon bir hayli istekli, bu aşikar. Geçtiğimiz sezon ortaya koyduğu performansı unutturmak istiyor, bu da belli. Oynayıp da gol atamadığı maç yok gibi bu sezon. Baros kesilmeyecekse bile bu adamın da bir şekilde ilk 11'de yerini alması gerekiyor gibi geliyor bana.
Elano ise ayrı bir vaka. Takıma ve arkadaşlarına alışamadığı her halinden belli. Umarım bu dönemi çabuk atlatır. Lincoln kadar yetenekli olduğunu düşünmüyorum ama yetenekli Lincoln'un yaptıklarını, daha da doğrusu yapamadıklarını, düşününce Elano daha cazip geliyor bana. Galatasaray'da birkaç istisna hariç Brezilyalı kolay barınamıyor. Elano'nun kaideyi bozması dileğiyle...
Performanslar, alınan puanlar bir kenarda dursun, Ankaragücü'nün yeni başkanı da Ahmet Gökçek oldu. Ahmet Gökçek kim mi? Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı ve aynı zamanda Ankaraspor Kulübü başkanı olan Melih Gökçek'in oğlu. Futbola bir siyasi el daha uzandı dün itibariyle. Ankaragücü taraftarının görüşü bile sorulmadan, kulübün 100.yılına bir hançer savruldu en keskininden. Lanet olsun futbolun içine edenlere. Bu yıl küme düşmesini istediğim takımların sayısı çoktu. Artık iki tanesinin yeri kafamda gayet sabit.