30 Kasım 2008 Pazar

Bu Dünyaya Fazlayız!

Ne denebilir ki? Dudaklarımızdan çıkacak hiçbir övgü sözcüğü Engelsiz Aslanlar'ın elde ettiği başarıyı anlatmaya yetmeyecek. Kıtalararası Turnuva'da dün Amerika Kıtası temsilcisi British Columbia'yı 67-53 mağlup ederek final oynama hakkı kazanmıştık. Turnuvanın son gününde, finalde karşılaştığımız son şampiyon Perth Wheelcats'i 78-48'lik skorla devirip gezegenin en büyüğü olduk. Galatasaray çıtayı öyle bir yere koydu ki ulaşma hedefi olanlar artık bir kez daha düşünecek. Tebrikler Engelsiz Aslanlar!

Bekle bizi Satürn!

29 Kasım 2008 Cumartesi

Galatasaray: 83 - Miyagi MaX: 46

2001 yılında futboldaki kıtalararası turnuvada Avrupa'yı temsil etme hakkımız son anda elimizden alınmış olsa da 2008'de bunu tekerlekli sandalye basketbol takımımız ile gerçekleştiriyoruz. Japonya'da düzenlenen turnuvada her kıtanın temsilcisinin katılımıyla gerçekleşen Kıtalararası Kupa'nın Avrupa kıtası temsilcisi olan Galatasaray'ımız, turnuvadaki ilk maçında Asya kıtası şampiyonu ve Japonya temsilcisi Miyagi MaX'ı 37 sayılık bir farkla saf dışı bıraktı. Bu kupadan sonra sıra Gezegenlerarası Kupa'da dünyayı temsil etmeye gelecek inşallah!

Galatasaray: 0 - Metalist Kharkiv: 1

Ne diyeyim ki? Maç hakkında söylenmesi ve söylenmemesi gereken her şey dün geceden beri yazılıyor zaten. Birkaç gündür zaten keyfim yoktu, iyiden iyiye kaçmış oldu. Pek bir kaybım yok sanırım. O değil de Benfica'yı deplasmanda devirdiğimizde bu Emre değil miydi aslan kaplan ilân edilen? Geçen sezonun son maçında en fazla alkış alan bu Servet değil miydi? De Sanctis için demiyor muyduk "Bu adamın bonservisini almalıyız" diye. Bir maçta mı değişti her şey? Bu kadar mı nankörüz? Dün sahada bizden daha iyi bir ekip vardı. Maçı baştan sona üstün götürdüler ve hak ettikleri bir galibiyeti aldılar. Orta sahada yaptığımız top kayıplarının başımıza iş açacağı belliydi. Ama bu Ayhan'da, Barış'ta, Volkan'da olmadı da Servet'te oldu. Kabağı Servet'in başında mı patlatalım yani? Buysa bizim Galatasaray'a olan bağlılığımız ve futboldan anladığımız, bence Fotomaç okumaya devam edelim.
Dün gruptan çıkmayı zora sokmadık. Sadece Benfica deplasmanında elde ettiğimiz liderlik avantajından feragat etmiş olduk ki bunu da düzeltebilmek yine bizim elimizde. Zaten zor bir süreçten geçiyoruz, ben diyorum ki karalar bağlamanın lüzumu yok.
Kafamda tek bir soru var sadece... O da maç hakkında değil, Milan Baros hakkında... Biz bu adamı keşke voleybol takımımıza transfer etseydik.

25 Kasım 2008 Salı

Kan Grubu

Bir arkadaşım sordu geçen gün "Bir yakınıma 0 rh negatif kan gerekiyor, senin kan grubun nedir?"
"Başka birine sor" dedim, "benimki gs rh negatif!"

24 Kasım 2008 Pazartesi

Ankaraspor: 0 - Galatasaray: 0

Fırtına kulübeye de uğrar diye çok bekledim ama...

Galatasaray: 71 - Pınar Karşıyaka: 55

Karşıyaka taraftarı Özgür'ün bir hafta kadar önce elim şekilde hayatını kaybedişi, tribünleri dolduran az sayıdaki Galatasaray taraftarının buna kayıtsız kalmayışı ve tabii ki sporun olmazsa olmazı: Skor! 7'de 6 yaptık... Adım adım gidiyoruz!

21 Kasım 2008 Cuma

Erdemirspor: 53 - Galatasaray: 63

Galatasaray, Efes Pilsen mağlubiyetinin ardından deplasmanda Erdemirspor ile karşı karşıya geldi. Maçtan 10 sayılık farkla galip ayrıldık. Fakat ben başka bir konuya değineceğim sanırım. Sanmıyorum hatta, öyle. Yıllarca bu ülkede salonların boşluğundan, basketbola olan ilgisizlikten dem vurduk. Son iki senede hem salonlar dolmaya başladı hem de basketbol ligi daha bir ilgiyle takip edilir oldu. Hiç kuşkusuz bunda kulüplerin yatırımları büyük önem taşıdı. Belki de Ülker'in yatırımı, bilemeyeceğim orasını. Ancak daha ilgi yeni yeni çekilmeye başlanmışken nedir bu ligi şifreli kanaldan verme işi? Sorarım size, dünyanın en prestijli ligini bile şifresiz izleyebiliyorken kendi ligimizi şifreli izlemek zorunda oluşumuzun mantıklı açıklaması nedir?

19 Kasım 2008 Çarşamba

Koleksiyon #7

2002 yılında Lucescu yönetiminde alınan şampiyonluk ve elde edilen "Yüzbaşı" rütbesi... Ne günlerdi ama... Kalbimizden dudaklarımıza vuran "Benim gönlüm sarhoştur yıldızların altında..." melodisi ve bir türlü yatışmayan şampiyonluk coşkusu. O yılın temmuz ayıydı yanılmıyorsam. Galatasaray Dergisi yayın hayatına başlamıştı. Zamanlama müthişti. Üç yıldızlı bir dergiydi. İlk dergiyi ne de büyük bir heyecanla satın almıştım. Okumuştum, okumuştum... Fakat bir kusuru vardı. Derginin ilk sayısı basım hatası nedeniyle sayfa sayfa kopuyordu. Bu duruma canım sıkılmıştı. Neyse ki öyle bir sorun yok artık. Bu da böyle bir anımdır. Resimde tamı tamına 73 sayı var. Almanaklar da cabası...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Korkutma Bizi

Aman Arda, aman...

Anket Sonucu

Anketimiz sonuçlandı. Benfica zaferinin ardından bir gazla verilmiş oylar Fenerbahçe maçının ardından farklı seçeneklere kaydı. Ankete katılan 41 kişinin 20'si bu sezon UEFA Kupası'nda finale kadar gideceğimiz yönünde oylarını kullanmışlar. Kadıköy yolculuğunun çok zorlu olacağını düşünenler de az değil; 10 kişi. "Daha erken, büyük konuşmayalım" diyenlerin sayısı da 8. Çeyrek finalden ötesini göremeyeceğimize inananlar 2 kişiyken, Kupa'nın rüyalarını süslediklerinin sayısı ise sadece 1. Katılan herkese teşekkür ediyorum.

Galatasaray: 2 - İstanbul Büyükşehir Belediyespor: 0

Her şeyimizden vazgeçtik. Bir tek Galatasaray'dan vazgeçemiyoruz. Bize yaptığı tüm işkencelere karşın yine de sırtımızdaki formayı sıvazlıyoruz. Belki birkaç kamçı daha yeriz, pek önemi yok. "Batan kendi gülümüzün dikeni olsun" üstümüzü başımızı düzeltiyoruz, yolumuza devam ediyoruz. Bir haftadır yüzümüz gülmüyor... Ne tadımız kaldı ne de tuzumuz ama gidecek başka yolumuz da yok Galatasaray'dan başka. Hayatımıza katmışız bir kere, kaçışlarımız bile sana be Galatasaray!
Zar zor kalkılan bir pazar sabahı. Sabahtan kasıt; 14:00. Bunun nedeni içinde bulunulan sınav haftası olabilir bittabi. Sabahlara dek uzanan ve küçük bir masa lambası eşliğinde son bulan geceler. Masanın bir hayli rahatsız edici zeminine çeneyi dayamak ve boyun ağrısıyla yeni güne başlamak... Koymuyor aslında pek, alışmışız rahatsızlığa, acılara bir de...
Kendimize ayıracağımız bir zaman yok. Yolda yaparız kahvaltımızı da bir simit eşliğinde. Var mı daha ötesi? Apar topar ayağa geçirilen bir kot, üzerine çekilen bir forma ve soğuk bir İstanbul gününde ısınmamızı sağlayacak
sarı-kırmızı bir atkı... Başka da bir şeyimiz yok yanımızda. Umutlarımızı evde bırakıyoruz, fazlası her daim sakatlık çıkarıyor başımıza. Haftalık ibadetimizi yerine getirebilmek uğruna düşüyoruz Ali Sami Yen'in yollarına...
Midemiz isyan ediyor bize, başımız da öyle. Sağlam bir yerimizi bulsak ellerimizi göğe kaldıracağız. Vapura bindiğimizde ancak farkına varıyoruz belalı yakadan ayrılmaya meylettiğimizin. Bir marş tutturuyoruz usulca. Yanımızdaki teyze kafasını çevirip dikiyor gözlerini yüzümüze. Çok da suratsız... Halimizden anlıyoruz en nihayetinde. O başını çeviriyor, biz de çenemizi kapatıyoruz.
Ali Sami Yen Sokak bir garip. Bilmesek maç olduğunu hatırlatacak bir nişâne de yok. Herkeste aynı ruh hali ve kalkmayan başlar olmazsa olmazımız. Bir gülümsemedir alıyor bizi... Yüzümüze bakanlar çok şey anlıyor aslında.
Başımıza sarılıyor bir karaborsacı. Eski Açık biletlerimize talip olmuş. Yeni Açık ile değiştirmeye uğraşıyor. Bir kafa çakasım geliyor.
"Be okul çocuğu, yasal ol lan biraz"
En nihayetinde mabetteyiz. Kayserispor maçındaki gereksiz protestodan eser yok. Mabedin her daim boş koltukları dışında yine boş yer yok. Birden uzun bir aranın ardından yeşil zemini süsleyen parçalı formayı görüyoruz. Kulağımıza çalınan "Şereftir seni sevmek..." ile koyveriyoruz kendimizi. Farkındayız tüylerimizin dikenliğinden ama aynı şeyi gözyaşlarımız için söyleyemiyoruz. 9 Kasım'da Kadıköy'de bıraktığımız yaşlar onlar bizim. İyi dayanmışız... Son bir gayretle çıkarıyoruz ağzımızdan: "Ulan Gaassaray!"
90 dakika sürecek olan günah çıkarma işlemi maestronun bir işareti ile başlıyor. Anlatılacak bir şey yok ama. Tanık olduğumuz en kötü akşamlardan biri mabette. Lincoln ve Kewell ağlayan çocuğun eline küçük bir şeker tutuşturup gecenin tatlı bitmesine vesile oluyorlar. Yakalarımızı kaldırıp sırtımızı döndüğümüzde, ışıklar da sönmüştü.
Biz kötü gününde kalmayı seçtik Galatasaray!

Olmasaydı Sonumuz Böyle...

Ne Azrailmiş be arkadaş!
Peşimizi bırakmıyor bu sıralar...
Ulan hayat, adaletine de sana da...
...kırmızı kart!

Galatasaray: 84 - Efes Pilsen: 91

Garip ve sinir bozucu bir havası vardı cumartesi gününün. Pazar günleri nasıl bir sıkıntı kaplıyorsa insanın içini geride bıraktığımız cumartesi gününün üzerimizde yarattığı etki de bunun bir benzeriydi. Kapıya dayanmış vize haftası, başına oturulan ders kitaplarının ve projelerin bir türlü bitmek bilmezliği, üstüne üstlük aynı salonda arka arkaya oynanacak olan iki derbinin kana karışan heyecanı... Ayhan Şahenk'te önce Fenerbahçe'yi konuk ettik. Bayan basketbol takımımız Cumhurbaşkanlığı Kupası'nda farklı mağlup ettiği rakibini bu kez ligde kendi seyircisi önünde mağlup etmek gayesiyle çıktı parkeye. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Rakip Fenerbahçe'yse, zaten genellikle hesaplar çarşıya uymuyor bizde. Makus talihimiz midir, yoksa gerçekten bahtsız mıyız, bilemiyorum. 6 gün içerisinde ikinci Fenerbahçe mağlubiyetimizi aldık. Sonrasında Efes Pilsen maçı vardı. Ne moral kalıyor ne de başka bir şey tabii. Boynumuza doladığımız atkının hatrına oturmuyoruz yine de yerimize. Skora bir etki yapmaya çalışıyoruz son bir gayretle ama nafile. Sahadaki beşli tribünden de kötü olunca günü iki mağlubiyetle kapatıp, ders kitaplarının başına geri dönüyoruz.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Kapatıyoruz!

El şeyiyle gerdeğe girersen...

14 Kasım 2008 Cuma

Galatasaray: 1 - Kayserispor: 0

Galatasaray karşılaşmadan 90'ıncı dakikada Aydın'ın ayağından gelen golle 1-0 galip ayrıldı ve ikinci maçlar sonunda Türkiye Kupası grubundaki puanını 4'e çıkardı. Fakat bu gece skordan veya oynanan oyundan ziyade söylenecek çok fazla şey var.
Öncelikle; ilk 5 dakikada Kapalı Tribünün önderliğinde 4-1'lik Fenerbahçe hezimetini protesto etti Ali Sami Yen! Bu protestonun hangi akla hizmet ettiği ve neyi amaçladığını tartışmak için başlı başına bir televizyon programı gerekli. Hayır, neyin suçunu kimden soruyorsunuz? Protesto ettiğiniz Fenerbahçe maçındaki skorsa eğer, söz konusu 5 dakikalık periyodun ardından yapılan ilk tezahürat neden "Sen şampiyon olmasan da, Fener'e de koymasan da..." oluyor?
Bir diğer husus... Bu akşamki maçtan sonra kimse bana çıkıp da "Anadolu takımları neden başarılı olamıyor?" diye sormasın. Çünkü bu sorunun cevabı ne hakemler ne de bu kulüplerin yetersizlikleri... Öncelikle Anadolu kulüpleri top oynamayı amaçlayacak, oynatmamayı değil. Sertlikle nereye kadar mücadele verebilirsiniz ki? Hayır, hakemlerin Galatasaray'a karşı işbirliği yaptıklarını zaten biliyoruz da sahada top koşturanlar da insan be dostlarım. Onların da iki bacağı, iki kolu, bir başı var! Sen sertliğe prim tanı, güzel de, adamın kafasının yarılmasına, bacaklarının kırılmasına da göz yumma. Rakip Kayserispor maçın başından sonuna kadar sahada Uzak Doğu dövüş sanatlarını en uç noktasında kullandı. Son dakikada golü kalelerinde görünce de çileden çıktılar. Sabri, Aydın'a "Daha sert gir" demişmiş! İyi demiş! Bir taraf 8 kişi tamamlayabileceği maçı sadece 2 sarı kartla tamamlarken, diğer taraf kart yiyeceği korkusuyla en basit toplara bile müdahale edemez hale geldi. El insaf!
Bir de Türkiye Ligi Avrupa'nın en pahalı 6'ncı ligi olmuş. Yesinler o ligi! Türk futbolunu La Liga'ya da çevirseniz bu kafayla yönetildiği sürece bir halt olmaz bizim futbolumuzdan. Türkiye'deki de futbol mu Allah aşkına! Ne zevk kaldı ne de başka bir şey anasını satayım...

10 Kasım 2008 Pazartesi

galATAsaray

Yine geldi bir 10 Kasım.
Üzülüyorum be Atam!

9 Kasım 2008 Pazar

Kasımlar Hüzün, Mayıslar Şölen!

Gel Mayıslarım Geeeeel!
Özledim lan seni!

Fenerbahçe: 4 - Galatasaray: 1

Ölüm Olsa Vazgeçmeyiz!

Saldırsana Galatasaray!

Gül Baba'yla okul aldık saraydan
Ali Sami Yen'le sporu seçtik
1905'de güneşle geldin
Armağansın bize Galatasaray!

Gönlümüzde yanan hırs derin hazdır
Şampiyonluk renklerimize hastır
Yıldız gibi parlıyor kupaların
Dün gibi kalacak anıların


Biz kapıldık bir delikanlı rüzgâra
Yaşlandık fakat ihtiyar olmadık
Kırmızıyı bayrağımızdan aldık
Sarı alev Galatasaray!

Hep geldi nesiller değişti nöbetler
Bayrağımız elden ele sonsuza
Dalgalanır sarı kırmızı renkler
Parlayacak Galatasaray!
Şahlanacak Galatasaray!

8 Kasım 2008 Cumartesi

Gül Baba'yla Okul Aldık Saraydan...

Altın bir güneşsin sen okulum
Neşem sarı kırmızı güller
Yüreğimde her şey değişse de
Sana özlemim değişmez okulum...

Galatasaray: 76 - Selçuk Üniversitesi: 70

Yenilmez Armada kazanmaya devam ediyor. Son derece çekişmeli geçen müsabakada, Ayhan Şahenk'te konuk ettiğimiz Mutlu Akü Selçuk Üniversitesi'ni 76-70 mağlup ederek Beko Basketbol Ligi'nde 4'te 4 yaptık. Her iki takımın da zaman zaman birbirine üstünlük kurduğu maçta, Galatasaray'ımız özellikle Antonio Graves'in 25 sayı ve 3 ribaundluk performansı ile galibiyete uzandı. Dejan Milojevic de 13 sayı ve 13 ribaund ile double-double yaparak çılgın attı. Maç boyunca rakibini 19 top kaybına zorlayan sarı kırmızı formalılar özellikle ikinci yarıdaki etkili oyunuyla zafere ulaştı.

"Ben Galatasaray'a İnanıyorum"

Unutulmaz Sözler - Volume 13

“Bir gün ayağa kalkarsam bu Galatasaray sevgisi sayesinde olacak.” (Sezgin ÖZCİMBOMLU)

7 Kasım 2008 Cuma

İtalyan

Morgan De Sanctis... Nam-ı diğer İtalyan! Öyle ya, Galatasaray taraftarı kendisini böyle çağırıyor. Hoş da oluyor. Kendisi "Galatasaray her zaman kaleciden yana şanslıdır"ın son ve canlı kanıtı. Kulübün tarihine bakarsak her büyük zaferde başrolde illa ki bir kalecinin olduğunu görürüz. Neuchatel karşısında Simoviç, Parken'de Taffarel, Anfield'da Mondragon... Sıra İtalyan'da... Benfica maçında yaptığı kurtarış efsaneydi, evet ama biz bu maçı maçtan saymıyoruz. Çok daha iyi maçlar çıkaracak inşallah! Daha UEFA Kupası'nı kaldıracak inşallah!

SL Benfica: 0 - Galatasaray: 2

Nereden başlanır, nasıl anlatılır bilemiyorum. Aslında kelimeler yan yana geldiğinde Galatasaray'ın yıllar sonra Avrupa'da yüzlerimizi güldürebilmiş oluşuna mantık dahilinde bir cümle kurulabileceğine de pek inanmıyorum. Kesin olan bir şey... O da Galatasaray'ın yıllar sonra bizleri içmeden sarhoş etmiş olduğudur. Bir zamanlar Avrupa maçlarını nasıl içimiz kıpır kıpır izlemişsek, o ruhu, hazzı bizlere yeniden aşılamış olmasıdır. Dün akşam Portekiz'de dünya futbol kulüpleri sıralamasında 18'nci sırada kendisine yer edinen Benfica'yı Işığın Stadı'nda karanlığa boğduk. Son birkaç gündür dillere pelesenk olmuş "Galatasaray Benfica'ya zaten yenilecek, dolayısıyla Kadıköy'ü düşünmeli" saçmalığına kulaklar tıkandı, gözler kapandı, vazife yapıldı. Kimse bilmiyor muydu ki Galatasaray hiçbir zaman yerel düşünmemiştir? Kimse bilmiyor muydu ki bu takım Avrupa Fatihi payesine kolay erişmemiştir? Yıllardır hiç mi bir şey öğretemedik biz sizlere? Yoksa öğrenmek mi istemiyorsunuz?
1999'a el sallamaya hazırlandığımız günlerde AC Milan'ı Avrupa Kupalarının dışına tekmelediğimizde Galatasaraylılar'ın ağzında tek bir söz vardı: "UEFA Kupası"... Çok dalga geçildi, hâlâ atılacak bir çamur illa ki bulunuyor. Ancak o sezon verilen sözler tutuldu. Takım Avrupa'da bir farklı oynuyordu. O günlerde imkansızın aslında Galatasaray lugatında yer almadığını anlattık biz.
Hayatı yeni yeni kavramaya başlamış bir çocuktum. 17 Mayıs 2000 gecesi heyecandan kendimi tuvalete kapattığımda henüz 14 yaşımdaydım. O vakitler kupanın heyecanını pek fazla yaşayamadığıma hayıflanmıyorum aslında. Evet, zaman zaman "Galatasaray keşke şu yaşımdayken oynasaydı finali" diyorum. Bir şeylerden feragat etmek, bir arkadaşın sırtına okkalı bir tokat yapıştırıp "Yürü lan gidiyoruz" demek güzel olurdu. Bunun hayalini kurdum hep. Fakat şanslıydım. Hayıflanmamamın su götürmez sebebiydi bu. Ben görmüştüm o kupanın Büyük Kaptan'ın ellerinde yükseldiği anı. Dün gibi de hatırlıyorum ya, yeterdi aslında. 18 Mayıs 2000'de doğanlar ne yapsındı...
Ondan sonra takip eden hiçbir Avrupa maçında yerimde oturamadım. Her Şampiyonlar Ligi maçında annem tarafından evden kovulurdum, istikametim ise teyzem olurdu. Kuzenimle ayakta izlerdik maçları. Oturmamak totemimizdi... 20002'den sonra ise Avrupa ile aramıza kara kedi girdi. 2008'e gelindiğinde Avrupa Fatihi unvanının geri alınma vakti çoktaaan gelmişti. Biz yine "Final" dedik, başkaları "Tabii tabii" dedi. Çok benzer bir senaryo...
Olympiakos maçında belliydi aslında. Takım bu sezon Avrupa'da başarıyı gerçekten istiyordu. Hatta dünkü maçtan sonra söylenebilir ki Galatasaray'ın bu sezonki tek konsantrasyonu UEFA Kupası üzerine... Ligdeki lakaytlığı ancak bununla açıklayabiliriz. Lige yeterince konsantre değiliz... Ölümüz de götürür bu boktan ligi, o ayrı...
Dün sabah Galatasaraylılar'ın birçoğu beraberliğe razıydı. Ancak maç başladıktan sonraki ilk 5 dakika aslında maçın nasıl geçeceğini özetler gibiydi. Dakika 2 Lincoln, dakika 5 Ümit... Henüz maçın başında iki farklı öne geçme şansından yararlanamadık. Aslında Estadio Da Luz'da Galatasaray'ın teslim olmayacağı, hatta galibiyete gideceği mesajını aldık. İlk yarının ortalarına doğru Benfica'nın bulduğu net bir pozisyon kendileri için maçın bittiği yerdi. De Sanctis'in harika bir refleksle çıkardığı top Benfica'nın maç boyunca üretebildiği tek net pozisyon olarak kayıtlara geçti. Ancak Galatasaray beklenenin aksine açık oynuyordu. Tıpkı 2000 yılında Dortmund, Leeds, Milan, Arsenal, Mallorca demeden yaptığımız gibi... İkinci yarıda Benfica'nın ilk maçta yaşadığı puan kaybını da düşünerek biraz olsun yükleneceğini sandık. Ancak Galatasaray işi şansa bırakmamaya niyetliydi. Reyes, Di Maria, Nuno Gomes ve Aimar gibi isimler Ayhan'a, Emre'ye, Arda'ya teslim oluverdi bir anda. Kim ne derse desin dün akşam saz Galatasaraylı futbolcuların elindeydi, onlar ne söylerse Işığın Stadında o çalınacaktı. Öyle de oldu... 51'de Lincoln'ün "Al da at"ı ile topla buluşan Baros böyle deplasmanlarda kaçırılmaması gereken bir pozisyonu harcadı. Pozisyonun devamında Lincoln korneri arka direğe gönderdi, Servet toğu indirdi, Emre Aşık da sol voleyi ağlara gönderdi... Ben ise evdeki hangi arkadaşıma sarılacağımı düşünüyordum o sırada. Ve Emre Aşık tabii ki... İlk defa futbol maçı izleyen bir adam Emre'nin 35 yaşında olduğuna inanmaz herhalde. Profesyonelliği ve yeteneği ile bana her daim Cannavaro'yu anımsatmıştır. Dün akşam harika oynadı, bir de gol attı. Attığı gol ile bana ayrı bir mutluluk verdi.
Avrupa maçlarını kalabalık arkadaş ortamında izlemenin uğurundan vazgeçmiş olmam mıydı 6 sene süren bekleyişin sebebi? Dün akşam eve aklıma gelen bütün Galatasaraylı arkadaşlarımı davet ettim. Böyle maçların havasına girebilmek için gerekli olan bilimum içkiye annenin memleketten gönderdiği pasta börek de eşlik edince keyfe değilmemeliydi. Tek eksik Galatasaray'ın alacağı bir galibiyetti. Hiç üzmedi bizi Galatasaray! Dün de öyle yaptı... İlk yarıda rakibi tarttıktan sonra ikinci yarıda oyunu rakip yarı alana yıktı. Emre'nin golünden sonra da Benfica'yı orta çizginin ilerisine geçirmedi. 69'da maçın belki de en iyisi olan Ayhan, Ronaldinhovari bir pas ile soldan ceza sahasına kaçan Arda'yı gördü. Arda neden dünya çapında bir yıldız olduğunu bu pozisyonda uygulamalı olarak gösterdi ve kafası ile penaltı noktasına hareketlenen Ümit'i gördü. Ümit de o meşhur bitiriciliğine yakışır bir vuruşla farkı ikiye çıkardı, tüm Avrupa'ya yılın Galatasaray pozunu verdi. Kalan dakikalarda bir şey değişmedi. Galatasaray rakibi ile dalga geçmeye devam etti. 78'de Baros karşı karşıya golü atsa, ne Benfica kalacak sahada ne de yapılmadık makara evde...
Dün akşam Galatasaray De Sanctis'inden Ümit'ine kadar muhteşem bir mücadele verdi. Puanı değil puanları hak etti. Futbolun hak edene ihanet etmediği ender zamanlardan biriydi, bu yüzden ayrıca sevinçliyiz. Grubumuza ikinci torbadan gelen Yunan Ligi'nin namağlubunu, ardından da birinci torbadan gelen Portekiz Ligi'nin namağlubunu devirdik. Artık B Grubu'nun zirvesindeki yerimizi perçinledik. Bundan daha önemlisi arka arkaya gelen bu iki galibiyetle birlikte Avrupa'daki özgüvenimizi geri kazandık.
Bir şey daha... Benfica'nın sembolüdür; kartal! Her maçtan önce Estadio Da Luz'da bir kartal uçurulur. Batı batı diyoruz da başka bir şey demiyoruz ya... Biz şampiyonluk maçımıza bir aslan getirdik diye denmedik laf kalmadı, orada adamlar yapınca "Vay anasını" diyoruz.
Harbiden... Vay anasını!

UEFA KUPASI'NI TEKRAR ALACAĞIZ GALATASARAY!

4 Kasım 2008 Salı

Nostalji #7

I'm Crazy Like A Fool...

...what about it Harry Kewell!

Seni Gördüğüm Zaman...

... hayat sanki son bulur.
... can bedenden çekilir.
Her şey senden sonra gelir!

Sami Yen'de Bir Etiyopyalı

Ronnie'nin kız kardeşini Ali Sami Yen'e getirdik.
Hem de üzerinde formasıyla :)



















3 Kasım 2008 Pazartesi

Galatasaray: 3 - Gaziantepspor: 1

Gaziantepspor birçok Anadolu ekibi gibi bu sezonun etkili takımlarından. Teknik direktör Nurullah Sağlam transfer sezonunda ince eleyip sık dokumuş, kulüp bütçesine uygun isimleri takıma kazandırmıştı. Bunların içinde "Pele'nin 10 numara giydiği takımdan 10 numara olarak geldim" diyen Tabata var mesela. Sezona şaşırtıcı bir performans ile başladı ve kısa zamanda kalitesini gösterdi. Ligin ilk haftasında Fenerbahçe'yi mağlup ettikleri karşılaşmada takımına galibiyeti getiren golü de kendisi kaydetmişti. Hülasa zaten büyük takımların baş belası olan Gaziantepspor bu sezon fazlasıyla şampiyonluk yarışını kızıştıracak sonuçlar alacak gibi görünüyordu. Bu bakımdan, ki ligde kendileri ile yaptığımız son 4 maçtan galibiyet çıkaramamış olduğumuz gerçeğini de hesaba katarsak, Gaziantepspor maçının çok zor geçeceğini tahmin edenler yok değildi. Çünkü Galatasaray da son derece yanarlı dönerli bir performansa imza atıyor bu sezon. Daha doğru bir tabirler futbolcular maç seçiyor. Zaten mevcut olan kapasitelerini istediklerine canlarının istedikleri maçta gün yüzü gösteriyorlar. Ligde ve kupada ardı ardına alınan başarısız sonuçlar ve Olympiakos karşılaşmasında sergilenen üst düzey futboldur bana bunları söyleten. Beklenenin aksine ben dün akşam Galatasaray'ın net bir skorla sahadan galip ayrılacağına inanıyordum, öyle de oldu. Çünkü bu takım kazanmak zorunda kaldığında ne hikmetse rakip falan tanımıyor.
Maç öncesi tribünler kıpır kıpır. "Alemin Kralı" Ali Sami Yen'in çimlerine ayak bastığı an stadyumda 90'lı yılların efsane parçası Daddy Cool çalıyordu. Çok dinledim zamanında ama Ali Sami Yen Stadyumu'nda çalındığına ilk kez tanıklık ediyordum. Neyse, güzeldi, tribünler biraz daha hareketlenmişti. Kewell'a hafta içinde basının yapıştırdığı "Hasta" yaftasına tribünler tek vücut olmuş halde karşılık verdi. Bunu da Kewell'a sahip çıkarak yaptı. Avustralyalı maçtan önce tam 3 kez tribünleri dolaştı ve neredeyse tam anlamıyla ısınamadan maça başlamak zorunda kaldı. Öte yandan en büyük ilgilerden birine de Arda Turan mazhar oldu dün gece. Ahmet Çakar'ın Arda'ya sarfettiği hakaretler alındı, çevrildi ve ilgili şahsa geri postalandı. Arda'ya da sahip çıkıldı, moral verildi. Tüm bunlar haricinde tribünlerin bir numaralı gündem maddesi 9 Kasım'da oynanacak olan Fenerbahçe karşılaşmasıydı. Hani rakibin Gaziantepspor olduğunu bilmesek Fenerbahçe'yle oynuyoruz sanacağız.
Eskişehirspor'dan 4 gol birden yiyen, Türkiye Kupası'na beraberlikle başlayan takım için zorlu Benfica deplasmanı öncesi ligde alınacak bir galibiyet hem takımın moral kazanması hem de ligde üst sıralardan kopulmaması adına son derece önemliydi. Son haftalardaki tanıdık onbir sahadaydı. Sadece kart cezalısı Lincoln takıma yeninden dönüyordu. Kendisinde bu sezon çok değişiklik olduğu aşikar. Geçen sezonki eleştiri başında savdı, artık kafası da rahat. Birkaç ay önce "Git artık" demiştim kendisine, sanırım ben gitsem daha iyi olacak :) Bu adam böyle oynasın ben daha ne yazılar yemeye hazırım.
Galatasaray beklendiği üzere maça hızlı başladı. Filhakika bu etkili oyun ilk 10 dakika sonunda skora 2-0 Galatasaray üstünlüğü olarak yansıdı. Önce 9'uncu dakikada sahneye Kewell çıktı. "Oz Büyücüsü" lakabının hakkını vermeye ve dolayısıyla taraftarı büyüleme işlemine devam ediyordu. Arda Turan'ın sol kanattan ceza sahası içerisinde öne kaçan Kewell'i gören pasında klas kokan bir tek vuruşla Galatasaray 1-0 öne geçti. Tribünler daha birbirlerine sarılma işini bitirmemişti ki Baros'un kaleciden dönen topunu Lincoln şık bir plase ile tamamladı ve fark ikiye çıktı. Dakikalar 10'u gösteriyordu... Bu dakikadan sonra tempoyu yine de düşürmeyen takım Baros, Arda ve Lincoln ile çok net pozisyonlardan yararlanamadı. 39'uncu dakikaya dek rakibine yenilmeyen takım Arda'nın reflekslerine yenildi. Bu dakikada Arda ceza sahası içinde topa eliyle müdahale edince penaltı noktası işaret edildi. Tabata bu vuruşu gole çevirinde ilk yarının skoru tayin edildi. Devre arasında ise futbolcular dışında kimse dinlenmeyecekti.
Futbolcular ikinci yarıya hazırlanmak için soyunma odasının yolunu tutarken, stadyum hoparlörlerinden Boney M.'nin Daddy Cool'u bir kez daha yükseldi. Tam şarkı bitti derken Kapalı tribün yapacağını yaptı. Şarkının "Daddy, daddy cool" olarak devam eden nakarat kısmı önce "Harry, Harry Kewell" yapıldı, sonra "Arda, Arda Turan" oldu... İkinci yarı başlarken tribünler hâlâ aynı besteyi söylüyordu. Besteden nasiplenememiş her futbolcunun gönlü de alındıktan sonra, nakarat kısmı "Fener, geliyoruz" oldu. Çok eğlenildi, çoook!
Sonra tahmin edebileceğiniz üzere ikinci yarı başladı. İlk yarıya oranla tutuk bir Galatasaray vardı sahada. Ankaraspor maçında 1-1'in üstüne yatan takımla hemen hemen aynıydı. Gaziantepspor gol yollarında biraz etkisiz kalınca 82'nci dakikaya kadar skor değişmedi. Söz konusu dakikada savunmadan bir uzun topla çıktık. Oyuna sonradan dahil olan Ümit Karan iki rakibinin üzerinden topu ceza sahasına aşırttı. Topla buluşan Arda da affetmedi tabii ki: 3-1. Karşılaşma bu skorla biterken çanlar bir derbi vaktinin daha kapıya dayandığını işaret ediyordu.

Bandırma Banvitspor: 86 - Galatasaray: 95

Üç yıl öncesi... Galatasaray erkek basketbol takımı ligin son haftasına girildiğinde küme düşme tehlikesiyle karşı karşıya... İşin playofflarda şansa bırakılmaması için deplasmanda Bandırma Banvitspor'a karşı bir son hafta galibiyetinin koparılması şart. Tüm iyi niyetine karşın, sadece alabileceği muhtemel bir galibiyet için sahaya çıkmış olan sarı-kırmızı formaların karşısında gereksiz bir sinir harbi, nefret var. Bandırma'da her rengi bulmak mümkün. Turuncu az, yanına lacivert getirilmiş sarı ise olabildiğine fazla. Abdi İpekçi'de Fenerbahçe'ye karşı mı mücadele veriyorduk yoksa Bandırma'da mıydık bilemez konumdaydık. Maç yediğimiz küfürlerle başladı, başladığı gibi de bitti. Galatasaray'ın kaybetmesi için hazırlanan ortamda istenilen olmuştu. Galatasaray'ın işi playoff'a kalmıştı. Kınalar ellerden kasıklara doğru yönelmeye başlamıştı. Fakat Galatasaray küme düşmemişti tabii. Köpek-dua-kemik üçgeni arasından sıyrılmayı bilmişti her zaman.
O günden bu yana çok şey değişti. Artık ne Galatasaray'ın eski acizliğinden ne de Bandırma'daki "renklerin kardeşliği"nden eser var. Geçen sezon yeniden yapılanma sürecindeki bir takım için başarılı sayılabilecek bir mertebeye erişen, ULEB Kupası'nda yarı finale kadar yükselen Galatasaray'ın yenilenen kadrosuyla bu sezonki hedefleri daha büyük. Ve gerçekten öyle hedefi olmayan, daha doğrusu hedefini rakiplerine göre kuran Banvitspor gibi takımlara karşı maç kaybetmeyi kabullenmeyecek bir takım olduk. Guroviç-Ziziz-Graves üçlüsü takımı sırtına alma görevini üstlenenler oldu bu maçta. Bandırma'yı 95-86'lık galibiyetimizle sessizliğe boğup, Avrupa Kupası 2.Ön Eleme Turu'nda karşılaşacağımız KK Buducnost maçı için İstanbul'a geri döndük.