Kulüplerin ne kadar büyük olduklarını belirleyen etkenler nelerdir? Sadece sportif başarılar mı, kulübün mali yapısı mı, yapılan transferlerin önemli isimler oluşu mu, hedefleri mi, yoksa duruşları mı? Kişiden kişiye değişebilecek etkenler bunlar. Bana soracak olursanız ben son iki maddenin kulüplerin ne kadar büyük olduklarını yansıtacağını düşünüyorum. Elbette ki öncesinde saydığım üç etkenin de rolü yadsınamaz ancak hedefleriniz küçükse ve tavrınız, duruşunuz saygınlık görmüyorsa açıkçası pek önemli değillerdir benim nazarımda. Liverpool taraftarının her fırsatta dile getirdiği bir deyişleri vardır; "Form is temporary, class is permanent". Yani derler ki "Başarılar gelir geçer asaletin bize yeter". Galatasaray'ınn kuruluş amacını hatırlayalım şimdi. Huzur içinde yatsın, kurucumuz Ali Sami Yen, Galatasaray Lisesi'nin sınıflarından birinde arkadaşları ile gelecekte ülkenin en büyük spor kulübü olacak markayı yaratırken hedeflerini "Türk olmayan takımları yenmek, yurtta ve dünyada zaferler kazanmak" olarak bellememiş miydi? İki yıl sonra suyun öteki tarafında Galatasaray'dan kopan isimlerin kurmuş olduğu sarı-lacivertli kulüp de kuyruk acısından dolayı o zamanlar belirlemişti hedefini; "Bizi ilgilendirmez Türk olmayan takımlar, bizim derdimiz Galatasaray". Hoş, kimseyi hedefleri yüzünden aşağılamayız. Ancak herhalde söz konusu kulübün kurucuları cumhuriyet dahi kurulmadan önce toplandıklarında kulüplerinin 100 yıl sonra, sadece Galatasaray'ı alt edebilmek için, adeta bir Güney Amerika karması halini almasını muhtemelen tahmin etmiyorlardı.
Dün bir kez daha karşılaştı hedefi Galatasaray'ı yenmek olan ve hedefi tek maçlık zaferler olmayan iki ezeli rakip. Müsabaka bir Türkiye Kupası maçı olunca ve karşılaşma da Şükrü Saraçoğlu Stadı'nda oynanacak olunca hafta başından beri yazılı ve görsel "tarafsız" basında söylenmedik kalmadı. Yazılanlar genelde iki lanetten bahsediyordu. Bunlardan biri Galatasaray'ın 9 senedir Kadıköy'den yenilgiyle ayrılması, diğeri de Fenerbahçe'nin 26 senelik Türkiye Kupası hasreti ile ilgiliydi. Bunlar yazılması doğal yazılardı. Benim sözünü ettiklerim farklı tabii. Eşleşmenin belli olduğu pazartesi gününden itibaren medya kamuoyunu etkilemek için elinden geleni ardına koymadı. Koysa ayıp olurdu. Durmaksızın Galatasaray'ın eksiklerinden dem vuruldu. Söylenenlere göre Galatasaray 9 senedir yenildiği deplasmana tamamı Türk ve büyük çoğunluğu yedek oyunculardan kurulu bir kadro ile çıkacaktı. Fenerbahçe ise son 3 resmi maçında rakip filelere tam 19 gol bırakmıştı. Açıkça dile getirecek cesarete sahip olamasalar da dolaylı yoldan Galatasaray'ın fark yiyeceğini söylüyorlardı. Zaten maçtan bir gece önce rakip takımın bir kulübün resmi internet sitesi mi yoksa bir taraftar sitesi mi olduğu belli olmayan internet portalında tüm bunları onaylayan seviyesiz bir yazı yayınlanıyordu (Bu noktada bu yazının giriş paragrafının yeniden okunmasında fayda görüyorum). Her şey bununla kalmadı tabii. Birçok gazetede yabancı bahis şirketlerinin Galatasaray'ı takımdan saymadığını ve bunu da sarı kırmızılı ekibe verdikleri 10.00'lık oranla desteklediklerini okuduk. Fakat hiçbir kaynak göremedik. Amaç Galatasaray'ı yıpratmaksa Fenerbahçe'yi başarıya götürecek her yol mübahtı, Galatasaray'lı futbolcuların onurlarını yok saymak bile.
Son yıllarda her fırsatta büyüklüğü ile övünen, bunu mali durumuna ve yaptığı transferlere bağlayan, ancak gelin görün ki başarı konusunda zar zor elde edilen lig şampiyonluklarından öteye gidemeyen - haksızlık etmeyelim Galatasaray'ı da yenebiliyorlar - rakibi karşısına işte tüm bu olumsuzluklara kanat geren 11 Metin ile çıktı Galatasaray sahaya. Maç başladığında ise 90 dakika boyunca rakibine futbol dersi veren bir Galatasaray izledi bütün Türkiye ve Brezilya karmasını izlemeye gelen Brezilya Milli Takımı teknik direktörü Dunga. Kendisinin Fenerbahçe'nin Brezilyalıları hakkında değil de Galatasaray'ın Türk futbolcusu Serkan'ı övmesi ise son derece ironi kokuyordu. 90 dakika boyunca olanları uzun uzadıya yazmayacağım. Dün gece objektif olmayı başaran Fenerbahçeliler dahi Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim etmesini bildiler. Sübjektif olanlar ise maç sonunda takımlarını protesto ettiler. Tribünleri tıklık tıklım doldurmakla taraftar olunmuyor tabii. 9 senedir kendi evinde üstünlük kurduğun rakibin bu kadar zaman sonra bir beraberlik alınca takımını protesto etmekle de olunmuyor.
Maç sona erdiğinde de karşılaşmanın yankıları öyle kolay kolay dinmedi. Fenerbahçeliler kendilerine yakışan bir şekilde tabelaya yansıyan skora bahane üretmeye başladılar. Öncelikli bahaneleri Servet Çetin'di. Servet maç içerisindeki bir pozisyonda Semih'i sakatlayınca demediklerini bırakmadılar. Yahu her zaman siz değil miydiniz bu adamın futbol konusunda son derece beceriksiz ve yeteneksiz olduğunu söyleyen? Bir maçta mı değişti her şey? Biraz aynaya bakıp kendi yüzünüzde Lugano'yu hiç mi göremiyorsunuz? Adam yapmış faulünü sonra da paşa paşa görmüş kartını. Biz erkek oyunu diye biliyorduk bu oyunu, öyle değil mi yoksa? Hem madem Servet bu kadar basiretsiz bir futbolcuydu üstüne oynayıp değiştirseydiniz dengeleri. Yapmadığınız şey de değil hani! Ancak sırf Semih sakatlandı diye Servet'i futbol kasabı olarak görüp ve maçı kazanamamanızın sebebi olarak da Servet'i görmeniz epey komik kaçıyor. Hem maçtan sonra öğrendik ki Semih 10 güne kadar sahalara da dönebilecekmiş, geçmiş olsun. Ancak 1998 yılında Fenerbahçe forması giyen Mustafa Doğan aynı yıl bir İstanbulspor maçında takımı için ter döken ve ekmek parasını kazanmaya çalışan Güven'in ayağını kırmıştı. O Güven, Semih kadar şanslı da değildi. Futbol yaşantısı o gün sona erdi. Her olaya işine geldiği gibi bakan duyarlı Fenerbahçeliler o gün nerelerdeydi acaba?
Yetmedi! Galatasaray'ın elde ettiği beraberliğe bile sevindiğini söylemeye başlamaları bir diğer bahaneleri oldu. Yahu siz değil miydiniz bir haftadır fark yiyeceğimizi söyleyen. Çeyrek asırdır alamadığınız kupanın ilk ayağını sizin sahanızda oynadık ve yenilmeyip avantaj elde ettik, ötesi var mı bunun? Fenerbahçe'den beraberlik aldık diye değil, hedefimiz olan kupanın bir ayağından avantajlı ayrıldık diye bizim sevincimiz. Ancak size 2000 senesini hatırlatabilirim isterseniz. Hatırlarsanız Ali Sami Yen Stadı'na hiçbir iddianız olmadan gelmiştiniz. 90 dakika ceza sahanızdan çıkamamış ancak karambole bir golle maçtan galip ayrılmıştınız. Futbol bu, olur böyle şeyler. Ancak maç sonrası şeref turu atmanıza ne demeli? Ben o zamanlar Galatasaraylıların sizin bugünkü kuyruk acılarınızı dile getirdiğini hiç ama hiç hatırlamıyorum.
Bitmedi! Hafta başından beri rakibimiz bizi fakir fukara edebiyatı yapmakla suçladı. Ben yine aynanın karşısına geçmelerini tavsiye edeceğim kendilerine. Bu ülkede demagoji ile bir yerlere gelen bir takım varsa o da Fenerbahçe'den başkası değildir. Yakın tarihten vereyim örneklerinizi de hatırlamanız kolay olsun. Geçen sezon yine Türkiye Kupası'nda Beşiktaş'a elendikten sonra "Seneye Türkiye Kupası'nda PAF takımımız ile mücadele edeceğiz", "Bu takımı ligden çekeriz" diye dile getirip sözünü verdiğiniz eylemleri neden unutuverdiniz bir anda? Başkanınız değil miydi kaybedilen bir şampiyonluğun ardından göstermelik istifa eden? Kimseyi kandırmaya kalkmayın Allah aşkına. Biraz samimi olmaya çalışın.
Mikautadze ile oyun düzenini çok daha güçlü kılarsın
-
Dybala'nın ismi geçti, kimini heyecanlandırdı, kimi ise yanlış tercih dedi.
Ben heyecanlanmadım ama yanlış hamle olduğunu da düşünmedim. Geldiğimiz
sevi...
23 saat önce
1 yorum:
servet fenerde oynarken antremanlarda semihi üç kere sakatlamış. diye duydum bi yerden:)
ayrıca kendisi bu maçın yıldızıydı...
Yorum Gönder