Ahmet üniversiteyi henüz tamamlamış. Uzun zamandır iş arıyor. Meteliğe kurşun sıkıyor bir bakıma. Genç adam hayatının o güne kadar geçen bölümünde eline geçen bütün parayı sahip olduğu tek uğraş, tek sevda uğruna harcamış ve bundan da hiçbir zaman zerre kadar pişmanlık duymamış. Hayatta kendisine zevk veren tek şey taraftarı olduğu Galatasaray'ı stadyumdan desteklemekmiş. Şimdiye kadar da genellikle bunu başarmış.
Ahmet 2008/2009 sezonunun açılış maçını sabırsızlıkla bekliyormuş. Denizlispor ile Ali Sami Yen'de oynanacak karşılaşmanın biletlerinin piyasaya sürülmesini iple çekiyormuş. Malum okul yeni bitmiş ve henüz sap olacak bir balta bulamamış kendisine. Anlayacağınız kombineye verecek parası yok. Mahcup olduğunu düşünüyor takımına karşı. Boynu biraz daha eğik sanki bu sezon öncesi. Yine de aklından geçmiyor değil hani; "Ölüm yok ya sonunda, karton biletli taraftar oluruz anasını satayım"...
Maç haftası geliyor en nihayetinde... Şampiyon takımına stadyumun herhangi bir köşesinden selam çakmak tek gayesi, ha olursa biraz da bağırmak boğazını patlatırcasına... Olmuyor ama, olamıyor. Hafta ortası Ahmet tam anlamı ile bozguna uğruyor. Cebindeki deliğe mi, yoksa ilgili merciye mi isyan etsin, o da bilmiyor. Açıklanan bilet fiyatlarına şöyle bir bakıyor, bir daha da bakamıyor zaten. Kombine kartlarla ilk yumruğu yiyen Ahmet, sezonun ilk maçının bilet fiyatları ile nakavt oluyor. Hani, "Ben gidemesem bile illâ ki yerimi dolduracak biri bulunur" diye düşünmek istiyor ancak o durumda olan tek insanın kendisi olmadığını da adı gibi biliyor. Gişeci soruyor; "Kaç bilet birader?" Ahmet sadece boynunu büküyor ve gişeci anlıyor hâlden.
Evine eli boş dönüyor Ahmet. Yüreğindeki boşluğun yanında elindekinin pek de bir önemi yok aslında. Televizyonda dahi izleyemeyecek adeta kanıyla bağlı olduğu takımının ilk maçını. Ligin en pahalı biletlerine para yetiştiremeyen adam, Avrupa'nın en pahalı yayıncı kuruluşuna nasıl para ödesin?
23 Ağustos akşamı oluyor. Salonunun duvarındaki saate kayıyor gözü; 19:00. Uğruna yolları arşınlamayı bile göze aldığı takımından metelik yoksunluğu sebebi ile ayrı kalmak garip geliyor bir an. Önündeki televizyonda kanalın biri ana haber bültenine başlamış. Dünyada ve ülkede olup bitenleri gösteriyor. Ahmet'in gözü orada, boş bakıyor ama. Aklı sarı ile kırmızıda olsa gerek. Ekranın sağ üst köşesine kayıyor gözü durmadan. En nihayetinde takımının 1-0 öne geçtiğini görüyor. Seviniyor. Birkaç dakika sonra görüyor ki eşitlik gelmiş skora. "Fark eder mi, alırız nasıl olsa!"
Yanılmıyor Ahmet. Çünkü takımı hiç yanıltmamıştır onu. Ekranın sağ üst köşesine kilitli kalan gözleri ardı ardına değişen skoru görünce mutsuzluğunu unutuvermiştir bir anda. 2-1... 3-1... ve 4-1... Golleri kimlerin attığını öğreniyor. Kewell... "Kimbilir nasıl coşmuştur Sami Yen"... Hakan... "Yoksa yine mi çaktı bir füze?"... Barış... "Elleri ile sırtını göstermediyse ben de bu işi bilmiyorum"... Ve Lincoln... "Eh, şimdi ne yazacak bakalım gazeteler?"
Maçın sona erdiğini öğreniyor sonra. Skoru aklına bir kez daha getiriyor: 4-1. Ohh, söylemesi bile güzel. Ahmet gece boyunca düşünüyor. "4 gol attık, muhteşem oynamışızdır herhalde. Bekle bizi Steaua..."
Dybala ve Skriniar'ın transfer ihtimali üzerinden, 3-4-1-2'nin ana kurgu
olduğu senaryo
-
Dybala ve Skriniar'ın transfer ihtimali üzerinden, 3-4-1-2'nin ana kurgu
olarak devam edeceğini söyleyebilirim. Icardi'nin rolü Dybala'nın
olacaktır. Sk...
22 saat önce
1 yorum:
dün akşam buraya bu hafta senin haftan diye yorum yazcaktım. beşiktaş bozdu olayı :)
Yorum Gönder