4 Aralık 2007 Salı

Galatasaray: 2 - İstanbul Büyükşehir Belediyespor: 2

Ali Sami Yen'de en son ne zaman gündüz maçı oynadık hatırlamıyorum. Ancak bildiğim bir şey var ki o da gündüz maçları bizim takıma yaramıyor. Aslında bunu söylemek işin kolayına kaçmak belki de. Belki değil düpedüz öyle. Pazar günü karşılaştığımız İstanbul Büyükşehir Belediyespor'a kendi evimizde puan verdik. Yenilebilirdik de. Hak etmiştik bana kalırsa. Hatta keşke de yenilseydik. Yenilmek her şeyi yeni baştan başlatabilirdi. Takımın silkinmesine yol açabilirdi. Doğru olan bir şey daha var ki o da takımın son haftalarda her maçla birlikte daha da kötüye giden formu. Panionios maçında ders almamışız diyeceğim Kalli'yi görünce bunu da diyemiyorum. Sene başında herkes gelmesini istiyordu ben karşıydım. Haftalar ilerledi, ilk yarının sonuna yaklaştık Galatasaray taraftarının büyük kesimi hâlâ "Kalli" diyor başka da bir şey demiyor, ama ben yine de karşıyım. Bana "Yahu takım ligin yenilgisiz lideri, Türkiye Kupası'nda iyi, Avrupa'da da henüz şansı bitmedi... Daha ne olsun?" diyebilirsiniz. Ancak ileriyi de görmek gerekiyor tabii. Çekirge misali yani... Daha kaç zıplama hakkımız kaldı? İyi oynamıyoruz, hem de hiç. Felaketler yakındır. İşte o zaman kimsenin laf söylemediği Kalli yerden yere vurulacak. Çünkü o gün geldiğinde hiçbir şey toz pembe olmayacak.
Feldkamp'dan bahsettim de söylemeden edemeyeceğim. Bu adamın bir huyu var. Aslında birden çok ama birinden bahsedeceğim sadece. Bir önceki hafta gol atan adamı bir sonraki maçta oynatmazsa olmuyor. Rakibin kim olduğunun dahi bir önemi yok. Henüz Panionios maçında sahaya sürdüğü her hali risk kokan kadrodan ders alamamış olacak ki pazar günü de Ali Sami Yen'de buna benzer bir takım sürdü sahaya. Kalede ağzını burnunu oynatmaktan başka bir iş yapmayan Orkun, savunmada bir gideceğim bir de gitmeyeceğim diyen Song'un yanına "Para için geldim" diyen Servet... Bek olarak ise Hakan ile Uğur, aman ne iyi. Orta alana bakıyorsunuz Beşiktaş maçından bu yana adeta yokları oynayan Lincoln, iyi niyetinden şüphe duymasam da yetersiz bir Mehmet Topal, sağı solu belli olmayan Hasan ve iyi kıvırtan Arda... İleri ikilide ise 'Atina Fatihleri' Serkan ile Hakan Şükür. Yedeklerde kimler var peki? Ümit Karan, Linderoth, Nonda... Daha sayayım mı?
Lig uzun bir maraton. Elbette ki her maçınızı kazanamazsınız. Ancak biraz da mücadele etmek gerek tabii. Maçın başında adeta büyüklüğünüze güvenip rakibi ciddiye almazsanız ilk yarı sonunda hem de kendi seyirciniz önünde soyunma odasına 2-0 geride gidersiniz. Üstelik koca bir futbol adına sahaya hiçbir şey koymamışsınızdır. Bir sonraki hafta ligin en önemli karşılaşmasına çıkacaksınızdır ve taraftarınıza hiçbir şekilde umut vermemişsinizdir.
Pazar günü Ali Sami Yen'de saat 16:15 itibariyle olanların resmiydi bir önceki paragrafta anlattıklarım. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'un da hakkını vermek gerekli tabii. Bunu ilk kez yapmıyorlar. Ligin ilk haftasında Fenerbahçe'yi mağlup ettiler, Beşiktaş'tan puan aldılar. Bir gün Galatasaray'ın başında görmek istediğim adam Abdullah Avcı ve yardımcısı Arif Erdem gerçekten çok kaliteli ve sağlam bir takım kurmuşlar. Benim tebriklerim umurlarında olmaz belki ama çok takdir ediyorum kendilerini.
Peki karşılaşmanın ikinci yarısındaki tablo neydi? Aslında 'olması gereken' vardı sahada. İki tane olması gereken... Birincisi; ikinci 45 dakikada sahada olması gereken takım ilk yarının başında sahada olmalıydı. İkincisi ise Galatasaraylı futbolcuların üzerlerindeki formaya yakışan oyunu oynamaları... Taraftar maçın öyle ya da böyle çevrilebileceğini biliyordu. Yeter ki Galatasaray Galatasaray gibi oynamalıydı. Öyle bir ikinci yarı oldu ki adeta bir sinir harbiydi. Koca 45 dakika tek bir yarı alanda oynandı. Hangi yarı alan olduğunu belirtmeme gerek yok sanırım. Biz vurduk Hasagic çıkardı, biz yine vurduk o yine çıkardı. 72.dakikaya kadar bu böyle gitti. O dakikada duvarlar yıkıldı, Büyükşehir daha fazla dayanamadı, Hakan Balta adaşının pasında bendi çiğnedi. Kalan son 18 dakikaya ise yürek dayanmazdı. Çizgiden çıkan toplar, altıpas içinde kaleciye nişanlanan toplar, verilmeyen iki net penaltı, bu kararlara sinirlenen ve itirazları sonunda önümüzdeki hafta oynanacak olan Fenerbahçe maçında oynatılamayacak şekilde hakem tarafından cezalandırılan Hasan Şaş... Belliydi Hüseyin Göçek'in o gün sahaya maç yönetmek için gelmediği. Maçın başından beri yapmak istediğini geç de olsa ifa etmiş oldu. Ancak 10 kişi kalmak da durduramadı Galatasaray'ı. Normal şartlarda beraberliğe sevinmeyecek olan Galatasaray taraftarı 90+2'de Ümit'in vuruşunda inletti Mabed'i. Kazanmış gibiydik sanki. Maç bitmişti halbuki. Ancak Galatasaray ikinci yarıdaki oynasındı da kazanmasındı...
Kısacası pazar günü Ali Sami Yen'de iyiye ve kötüye tanıklık ettik. Futbolculardaki potansiyeli gördük. Bir sorunu daha halledebilseydik kazanabilirdik de. Hem de çok net bir skorla. Neydi peki o sorun? Orta yapma sorunu elbette ki! Sabri ve Uğur sağ kanattan, Hakan Balta da sol kanattan ikinci yarı boyunca neredeyse 100 kadar orta yaptılar ceza alanına, hepsi de hüsranla sonuçlandı. Bulduğumuz golleri de savunmayı ortadan açarak bulduk zaten. Olması gerekenlerden biri de budur. Kendimi çok teknik direktör gördüm canım. Bakmayın siz yukarıda saydırdıklarıma. Recep İvedik gibiyim ben. Agresifim, sinirliyim, futbolcuma saydırırım ama perdelerimi kaldırdığımda kedi gibi bir adam oluveririm. Onları çok severim ben. Ne olursa olsun onlara inancım tamdır benim. 8 Aralık'ta da yüzümüzü güldürecekler inşallah. Biraz Kalli'ye de bağlı tabii :)

Hiç yorum yok: