10 Şubat 2009 Salı

Durum Raporu

Bundan yaklaşık 40 gün kadar öncesi... Tam tarih verecek olursam bu 6 Ocak 2009'a tekabül etmekte. O gece arkadaşlardan gelen halı saha maçı teklifini geri çeviremedim. Gecenin bir yarısı minyatür saha maç için Altunizade'deki Vezirspor'da toplandık. Minyatür kale maçları genellikle dörde kişiye karşı dört kişi yaparız. Zaten saha ve kale küçük olunca daha fazla oyuncuya ihtiyaç duyulmuyor. Fakat o gece arkadaşlardan biri tarafından maçın başlamasına 10 dakika kala ekilince çareyi maça dörde üç devam etmekte bulduk. Üç kişiyle mücadele etmekte olan taraf ise biziz. Maçın bitmesine nereden baksanız 10 dakika kalmış. Eksik oynuyoruz, buna karşın maçı önde götürüyoruz, haliyle skoru korumak için herkes kendinden biraz daha fazla feragat ediyor. Şimdi beni de bilen bilir. "Bu defa sakin oynayacağım" diye kendi kendime kaç defa söz versem de saha içinde kendini kaybeden, yenilgiyi bir türlü kabullenemeyen bir kişiliğim var. Öyle ya Galatasaray'ın 11 numarasından aşağı kalır yanım yok bu konuda. Tek farkımız o hırsını Ali Sami Yen'de ortaya koyarken, ben dört tarafı tellerle çevrili kıytırık halı sahalarda sergiliyorum. Her neyse...
Dedim ya, maçın bitmesine pek bir süre kalmamış. Orta sahada topu ayağıma aldım. Karşımda rakip takımın son adamı. Önce topu sağından attım, sonra da kendimi topun peşine... Top geçti ama adam geçemedi o anda. Herkeste olmuştur, adımın Anıl olduğundan nasıl eminsem bu konuda da o kadar eminim... Halı saha maçınız vardır, fakat bir türlü takımları eşit kılacak o son adamı bulamamışsınızdır. En nihayetinde son çare olarak futbol katili bir arkadaş kadroya dail edilir. Hayır, yoldan geçen bir adamı gözünüze kestirip "Hoop, hemşehrim, gel de bir saatliğine bize arkadaş ol" deseniz çok daha iyidir. İşte böyle bir adamla girdim o son mücadeleme. Kendisini geçmek için hamlede bulunduğum an, aynı zamanda bir aikidocu olan bu arkadaş öyle bir hareket yaptı ki ayaklarımız birbirine kenetlendi. Ben son yanıma doğru yarım bir takla attım ve vücudumun bütün ağırlığını sol omzumun üzerine verecek şekilde yere yığıldım. Zemin ile yek vücut olduğum o kısa anda ters bir şeylerin olduğunu anlamam uzun sürmedi. Fakat o güne kadar hiçbir yerini kırmamış ve nihai sonuna dek de hiçbir yeri kırılmamış bir şekilde yaşayacağına inanan ben, kendime bunu konduramadım. Bir yerimin kırılmış olabileceği ihtimalini kendime yakıştıramadım. Herkes başıma üşüşmüş, ben bir süreliğine dış dünya ile olan bağlantıma ara vermiştim. Kolumu kaldırabilmemi geçin, en ufak bir hareketi dahi yapamıyordum. 10 dakika kadar yerde kaldıktan sonra ayağa kalkmayı başardım. Sahadan çıkarken gelen içi buz dolu poşedi sızlayan yere götürdüğümde neyle karşı karşıya olduğumu kavradım. Sol köprücük kemiğim kırılmıştı işte, ben kendime yakıştırsam da yakıştırmasam da. Kırılan bölge deriyi ciddi şekilde zorluyordu. O an moralimin taban yaptığı andı. Gece gece hastane koridorlarında suratsız doktorların gözlerinin içine bakmak daha da koydu bana. Önce kırılan bölgenin bir filmi çekildi, bunu akciğer filmi takip etti. Akciğer filminin nedeni ise bir hayli ilginç. Şöyle ki, köprücük kemiği kırıklarının akciğere saplanabilme gibi bir ihtimali söz konusuymuş ve bu durum da teklike arz ediyormuş. Neyse ki böyle bir duruma maruz kalmadım. Doktorlar üzerimdekileri çıkarmaya başlayınca ağrılar dayanılmaz boyuta ulaştı, bunu akılalmaz bir mide bulantısı izledi. Omuz bölgesi olduğu için alçıya almanın mümkün olmadığı ve ancak "8 Bandaj" adı verilen bir sargıyı kullanabileceklerini söylediler. Ve bildiğiniz sargı beziyle sıkıca sarıp 1 hafta sonraki kontrolde buluşmak üzere eve postaladılar beni. O gece ve takip eden birkaç gün tam anlamıyla işkenceydi benim için. Sol kolumu kullanamadığım gibi uygulanan bandaj sayesinde sağ kolumun kullanımı da bir ölçüde sınırlanmıştı. Aradan iki gün geçti ya da geçmedi, ağrılar dayanılmaz boyuta ulaşınca soluğu başka bir hastanede aldım. Bu hastanedeki ortopedist İstanbul Anadolu Yakası'nda alanında uzman en iyi birkaç doktordan biriymiş. Bunu kendisi söyledi ve evet, biraz fazla megalomandı. Fakat bu beni hiç ama hiç ilgilendirmiyordu. İlk iş olarak sırtımdaki sargıya baktı ve bunu hiçbir şeye benzetemedi. Anında çıkardı o bez parçasını. Sonra 8 Bandaj denen meretin hakikisi ile karşılaştım. O zımbırtının takılmasının ardından iki sargı arasındaki bariz fark oldukça rahat hissediliyordu.
Olayların gelişimi böyleydi. Doktorlar moral verme konusunda popülaritelerinden hiçbir şey kaybetmiyorlar. Köprücük kemiği kırığının hiçbir zaman tam olarak kaynamayacağından bahsettiler. Ayna karşısına geçtiğimde kırık bölgeyi rahatlıkla görecektim mesela. Anında yönelttiğim soru "Peki sağ kolumdan farksız olarak kullanabilecek miyim?" oldu. Cevap gelene kadar öldüm öldüm dirildim. Fakat korktuğum başıma gelmedi neyse ki. Kolumu diğer kolumdan farksız olarak kullanabileceğimi ancak bunun zamanla olacağından bahsettiler. Ortalama bir süre istediğimde ise 5-6 ay dediler. Köprücük kemiği en hızlı kaynayan, ki kaynaması 2,5 hafta aldı, fakat en yavaş toparlanan kemikmiş. Üçüncü haftanın sonunda uykuları bana haram eden sargıdan kurtuldum. Doktor bandajı çıkardığı an sol kolum olduğu gibi yana sarktı. Hani bıraksam düşecek gibiydi. Bir hafta kadar da askıda gezdim. Şimdi önemli ölçüde kullanabiliyorum kolumu. Ağrılarım son sürat devam ediyor, çünkü bölge bir türlü sabit kalamıyor. Resimde gördüğünüz gibi bir çıkıntı oluştu kırılan bölgede ve böyle de kalacak. Şunu da belirteyim, çıkıntı resimdeki kadar şişkin görülmüyor. İlk hafta resimdekinden farkı yoktu tabii. Artık kolumu eksiksiz kullanabileceğim, rahat rahat uyuyabileceğim günlerin gelmesini bekliyorum. İnsan top oynarken ayağını kırar, ne bileyim, kolunu kırar... Ben köprücük kemiğimi kırdım. İlla ki bir yerinizi kıracaksanız köprücük kemiğinizi kırmayın. Çünkü insanı en fazla rezil rüsva edecek kırık bu olsa gerek. Hatta mümkünse siz hiçbir yerinizi kırmayın.
Ve unutmadan, siz sormadan söyleyeyim. Hayır, resimdeki zat ben değilim :)

5 yorum:

arsw dedi ki...

aramıza tekrar hoşgeldin. umarım tekrar böyle bir durumla karşılaşmazsın.

Anıl dedi ki...

sokaklambasi,

Teşekkür ediyorum :)

Adsız dedi ki...

tekrardan çok çok geçmiş olsun.

anıl şaşım anııl şaşıım..:)

Mucoid dedi ki...

geçmiş olsun..tam da bu fotoda ki kim acaba diye düşünürken son cümleyi okudum..:)

Anıl dedi ki...

Mucoid,

teşekkür ederim :)