14 Şubat 2009 Cumartesi

Antalyaspor: 1 - Galatasaray: 0

İstanbul'da 14 Şubat'ın üstünde toplanan kara bulutlar bir şeylerin habercisiydi sanki. Sadece biz gereğinden fazla iyimserdik. Kötü düşünmek hiçbir şey kazandırmamıştı ne de olsa bugüne kadar. Sevgililer vardı kentin dört bir yanında. Dolmuşların koltukları pek aceleci değildi bugün. Bizim yanımız boştu, gideceğimiz yeri de bir tek şoför bey biliyordu. "Son durak" haykırışını duyar duymaz bırakacaktık kendimizi kalabalığın arasına. Yağan yağmur jöleli saçlarımıza pek de iyi gelmeyecekti. Kirpiklerimize kadar akan jöleyle karışık yağmur garip bir hüzün konduracaktı suratımıza. Sağımıza, solumuza, sonra tekrar sağımıza bakacaktık. Yalnızlığın ne demek olduğunu anlayacaktık. Ne kadar güzel bir şey olduğunu...
Yurdun güney noktasında, Antalya'da dün son yılların en şiddetli yağışı yaşanırken Galatasaraylılar'ın tek bir endişesi vardı; Sevgililer Günü randevusu ertelenecek miydi? Fakat Antalya'nın öyle bir havası var işte. Anı anına uymuyor. Temmuzun orta yerinde iliklerinize kadar ıslanabileceğiniz gibi ocak sonunda mayonuzu giyip Konyaaltı kumsalına inebilirsiniz. Küresel ısınmanın dünya üzerinde kararsız kaldığı yegane yerdir Antalya.
Yıllar önce bir Antalyaspor-Galatasaray maçı ile ilk defa canlı izleme şansına sahip olmuştum takımımı, Galatasaray'ı. Antalyaspor yeni çıkmış birinci lige. Galatasaray'da sahada Hamza bile var, formalar Show TV reklamlı sapsarı forma... Galatasaray 5-0 kazanıyor maçı. Golleri hatırlamıyorum tabii. Birkaç sene sonra yine geliyor Galatasaray kente. O maça da kolumuzdan tutup götürüyor evin reisi. Hagi orta sahadan yokluyor kaleyi, Adnan ellerinden kaçırıyor. Ben golü ancak akşam eve geldiğimde banttan görebiliyorum. Hagi'nin vuruşundan sonra ayağa kalkan kitle arkalarındaki küçük ama heyecanlı çocuğun elinden alıyor bu hakkı.
Sonra yıllar geçmiş, Galatasaray çok farklı artık. Fatih Terim yok bir kere... Hagi yok! Kral yok! Fakat Büyük Kaptan tüm ihtişamıyla duruyor sahanın orta yerinde. Hasan Şaş'ın parlak kafası gözümü alıyor mesela. 67 numaralı Buz Adam sıcak kentin havasını bir anda değiştirebiliyor. İlginçtir, sarı kırmızıya gönül verenler bundan hiç etkilenmiyor. Galatasaray yenik duruma düştüğü maçta, yanılmıyorsam, Berkant Göktan'ın son dakikalarda attığı golle beraberliği kurtarmayı başarıyor. Galatasaray ne zaman Antalya'ya gelse şehrin havası bir farklı oluyordu benim için. Galatasaray Antalya'dan hiç mağlup ayrılmıyordu, ben seviniyordum. Çocukluk aklımca Galatasaray'ı utandırmamış oluyordum.
O vakitten beri Antalya Atatürk Stadyumu'nda izleyemedim Galatasaray'ı. Ya Antalyaspor düşüyordu ligden ya da ben İstanbul'da oluyordum. Bugün de tam olarak böyle oldu. Zamanla Ali Sami Yen'de izlemeye alışık hale gelsek de takımı, Antalya'daki heyecan bir farklı oluyordu. Uzaklardan izlemekle yetindim bugün de... İnsanların sevdiceklerine aşklarını kanıtlamak için pahalı şeyler aldıkları, kapitalizmin en büyük meyvelerinden biri olan Sevgililer Günü'nde, bizim aşkımıza maddi bir kanıt bekleyecek durumumuz yoktu. Armağan ya da sürpriz, 14 Şubat'ta beklemediğimiz şeylerdi. Ne yani, Galatasaray 3 puanla ayrılamasa, bugünü zehir mi edecektik birbirimize!
Hülasa, Galatasaray gitti Antalya'ya... Ne Sivas'taki zemin vardı bahane edilecek ne de maçın içine eden bir hakem. Mehmet Özdilek ile çıkışa geçmiş, son 3 haftada 2 galibiyet elde etmiş bir Antalyaspor vardı sadece karşımızda. Maç boyunca Galatasaray'da anlatmaya değecek bir şey yoktu açıkçası. Son haftalarda yaşanan olayların getirdiği moral bozukluğu her oyuncunun yüzünde ayrı ayrı okunabiliyordu. Ne düzenli bir oyun şablonu ne de arka arkaya yapılabilen üç tane pas vardı. Bunlar yetmezmiş gibi rakip takımın tam saha presiyle de yüzleşmek zorunda kalınca felaket kaçınılmaz oldu. Milan Baros'un kaçırdığı akılalmaz iki gol var ki, görmediyseniz şayet, ne siz sorun ne de ben yanıtlayayım. Baros hakkında bir süredir hazırladığım laflarım var ama şimdi çıkıp bunları dile getirmeye kalksam "Vay efendim 20 gol atmış bir adama da bunlar söylenir mi?" diye başıma çıkmaya çalışanlar olacağı için, şimdilik, es geçiyorum. Sonra bir Meira var ki sezon başında en çok bu adama umut bağlamıştım. Song'a hak ettiğini vermeyip, geçen sezonun en az gol yiyen tandemini bozarsan, bu mübahtır zaten sana. Sabri'ye ise değinmeyeceğim bile... Artık dilimizde tüy bitti. Bu kaçıncı adamını kaçırmadır, bu kaçıncı takımını yakmadır... Ben sayamadım, bir zahmet sayan çıkarsa...
Dün vizyona giren bir film var. Adı da; Sevgililer Günü Katliamı. Salona giriyorsunuz, elinize gözlükleri tutuşturuyorlar ve siz bu korku filmini üç boyutlu olarak seyrediyorsunuz. İlginç gerçekten ama bundan daha beteri de var. Sinema salonlarında olmasa da televizyonda gösterildi. Tekrarı olmayan bu felaket filminin HD olarak yayınlandığını da söyleyelim tabii... Sevgililer Günü Katliamı da neymiş?

Hiç yorum yok: