Turkcell Süper Lig'in 10.haftasında dün Denizlispor deplasmanındaydık. Son iki haftada Kayserispor ve Ankaraspor maçlarında bıraktığımız 4 puan yüzünden geçtiğimiz hafta liderliği Sivasspor'a devretmiştik. Sivasspor bu hafta Konyaspor'a yenilince ve Beşiktaş da kendi evinde İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile golsüz berabere kalınca, hafta oynayacağımız zorlu deplasmanı da düşünürsek, bu maç bizim için çok daha önemli bir hâl alıyordu. Kazandığımız takdirde liderliği geri alacak, önümüzdeki hafta oynanacak olan Fenerbahçe - Beşiktaş derbisini de göz önünde bulundurursak çok önemli bir avantaj da elde edecektik. Velhasıl tepmedik bu fırsatı.
Maç öncesinde ise Denizli Atatürk Stadyumu'nda olmak varmış. Bütün tribünlerde, hatta Protokol Tribünü'ndeki yöneticiler bile, herkesin elinde bir birer Türk bayrağı ve bir gün erken kutlanmaya başlayan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı... Muhteşem bir görüntü vardı Denizli'de.
Gerek geçen haftadan sakatlıkları devam eden Lincoln ve Hakan Şükür olsun, gerek bir aydır takımda yer alamayan Ayhan ve Sabri olsun, gerekse revire bu hafta katılan Tobias olsun Galatasaray'ın sakatlardan yana birçok sıkıntısı vardı bu karşılaşma öncesinde. Bu yüzden teknik direktör Feldkamp'ın özellikle orta sahada pek bir tercih şansı yoktu ve neredeyse bu mevkiiyi bu maçta yeni baştan kurdu. Maç başladığın sahadaki Galatasaray ilk 11'i kalede Orkun; savunmada Hasan Şaş, Servet, Song, Volkan; orta alanda Bouzid, Hakan Balta, Arda, Mehmet Topal; ileri ikilide ise Nonda ve Ümit şeklindeydi. Görüldüğü üzere neredeyse yeni bir orta sahası vardı takımın. Yalnız hepsinden öte, dün akşam Galatasaray'ın en büyük handikapı kendi mevkiisinde bile istikrarsız bir grafik çizen, buna karşılık sağ bekte görev almak zorunda kalan Hasan Şaş'tı.
Maç başladığı zaman Galatasaray taraftarı şüphelerinin boşuna olduğunu anladı. Çünkü takım ilk defa, kendi evinde oynadığı maçlar dahil, bu kadar istekli ve ilk dakikadan golü düşünerek başlamıştı maça. Hakemin başlama düdüğü ile birlikte başlayan tempolu oyun Denizlispor'u kendi yarı alanına kapattı. En etkili pozisyonumuzu ise Ümit Karan ile 16.dakikada yakaladık. Ümit kendinden beklenmeyecek bir hareket yapıp rakip kaleciye pres yaptı ve topu kaleciden kaptı. Boş olan kaleyi sol çaprazdan gördü, ancak nasıl gördüyse zor olanı yaptı ve topu auta gönderdi. Bu dakikadan sonra Hakan, Arda ve Hasan ile kaleyi yokladık ama bir sonuca gidemedik. Neticede gol biraz geç de olsa, 35.dakikada, geldi. Bu dakikada maçın başından beri sağ kanadı koridor gibi kullanan ve hücum, savunma demeden her yerde biten Hasan Şaş yine sağ kanattan ceza sahasına yaklaştı ve altı pas içine harika bir top kesti. Bu topa kafayı uzatan Nonda oldu: 0-1. Bu golden iki dakika sonra ceza sahasında oluşan karambolde topa vuran isim Arda oldu, ancak top ağlarla buluşmadı ve ilk 45 dakika bu skorla sona erdi.
İkinci 45 dakikaya ise büyük bir şokla başladı Galatasaray. 47.dakikada, maçın başından beri tek bir gol pozisyonu dahi bulamayan Denizlispor ender geliştirdiği ataklardan birinde penaltı kazandı ve Roman Kratocvil topu ağlarımıza gönderdi: 1-1. Bu golle birlikte direncinin kırılması beklenen Galatasaray ilk yarıdaki oyununa aynen devam etti. Denizlispor'un tam saha savunma yapması da takımımızın işini kolay kıldı ve bu sayede çok fazla gol pozisyonuna girdik. Sadece Nonda 4-5 mutlak pozisyonu cömertçe harcadı. Bunların dışında Servet, Hakan Balta, Volkan ve Ümit ile de ciddi pozisyonlardan yararlanamadık. Tam hakkımızı alamayacağımızı düşünerek "Yazık oldu" diye feryat ederken Ümit ceza sahasında "ezilmesiyle" hakeme baktık umut içinde. Elini uzatmış beyaz noktayı işaret ediyordu. Sevindik, ama pek sevinemedik. Uzun zamandır penaltılara gerektiği kadar sevinemez olmuştuk çünkü. Yalnız Nonda, Zidane'nin EURO 2000 yarı finalinde Portekiz'e attığı penaltının kopyasını Denizlispor ağlarına bırakınca yanımızdaki arkadaşın sırtını yumruklamaktan ellerimiz ağrıdı. Biz böyle penaltılara alışık değiliz Nonda, öldürme bizi :)
Bu penaltıyla birlikte skoru tekrar lehimize çevirdik ve kalan uzatma dakikalarını da kontrollü bir şekilde oynayarak deplasmandan 3 puanı kaptık. Bu sonuçla geçen hafta verdiğimiz liderliği bir hafta aradan sonra tekrar geri aldık.
Maç bittikten sonra da bazı çatlak sesler duyulmadı değil tabii. Son dakikada kazandığımız bir penaltı ile maçı almamız bazılarına çok koymuş olacak ki çeneleri susmak bilmedi. Bizi "emek hırsızı" ettiklerinden tutun da olayı yine Haluk Ulusoy'a getirmelerine kadar her türlü sinek vızıldamasına maruz kaldık. Yalnız hakemin aynı penaltı pozisyonunu Denizlispor'a çalmasına kimsenin "haklı olarak" sesi çıkmadı. Çünkü penaltılar sadece Galatasaray'a verilirse haksızdır, gerisi hep haklıdır.
Bir de şu "emek hırsızı" olayına değinelim. Meğer bazıları ne kadar da insanların emeklerine değer verirmiş. Nobre ceza sahasında kendini yere bıraktığında Samsunspor kalecisi Kerem'in futbol hayatını söndürmemiş miydi? Peki ya Anelka, Luciano ve yine Nobre??? En iyisi ben şimdi aklıma gelen bir Sezen Aksu parçasını mırıldanarak yazıma son vereyim; "Eller günahkâr, diller günahkâr..."
Mikautadze ile oyun düzenini çok daha güçlü kılarsın
-
Dybala'nın ismi geçti, kimini heyecanlandırdı, kimi ise yanlış tercih dedi.
Ben heyecanlanmadım ama yanlış hamle olduğunu da düşünmedim. Geldiğimiz
sevi...
12 saat önce
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder