24 Ekim 2008 Cuma

Galatasaray: 1 - Olympiakos: 0

Yarılanmış sonbahara karşın memleketi bir türlü bırakmak istemeyen sıcak hava ülke gündemini de fena halde sarmış... "Etkilenilmeyen" ekonomik kriz, üniversitelerde giyim kuşamda ikinci dalga, ard arda gelen şehit haberleri, ergenekon mergenekon akla ilk gelenler. Ha tabii bir de eski dost Arsenal'ın Kadıköy'de Fenerbahçe'yi 5-2'yle geçmesi... Aslında fark etmiyor... Bu ülke insanı eğer akşam koltuğuna kurulduğunda ve televizyonunu açtığında karşısında bir futbol maçı görüyorsa, o an dünya ile soyutlanıyor, bildiği her şeyi unutuyor. İnanmayan ölçüm yapabilir. Denemesi bedava hem de...
Dün gece de böyle akşamlardan biriydi. Heyecanı son raddesinde yaşamayı bilenlerin gecesiydi. Başından beri hedeflenen UEFA Kupası'na Galatasaray'ın "resmen" başlayacağı gündü. Gün boyunca girilen derslerde hep akşamki buluşma, Yunanlarla yapılacak tatlı atışmalar, Eski Açık'ta patlatılacak boğaz ve en nihayetinde elde edilecek 3 puan hayal edildi. Sonunda ise sabahtan beri salgılanan serotonin had safhaya ulaştı.
Galatasaray - Olympiakos maçı bir dönüm noktasıydı. Kim için? Pek çokları için... Skibbe için, yavaş yavaş toparlanmakta olan Lincoln için, UEFA Kupası için ve en önemlisi Galatasaray tribünleri için... Sezon başından bu yana durmadan kamçılandı, fakat sırtındaki her geçen gün artan ve adeta acıyı resmeden uzun çizgilere karşın çalışmalarından, duruşundan ödün vermedi. Elbette Michael Skibbe'den bahsediyorum. Herkes Galatasaray'ın yeni yapılanmakta olan bir takım olduğunu çabuk unuttu. Steaua Bucharest karşısında sahaya sürülen ilk onbire lanet okuyanlar, dün geceki zaferin ardından "Galatasaray harika oynadı" cümlesini ilk kuranlardı. Dikkatli baksalar takımın aynı oyun anlayışıyla sahada olduğunu kavrayabilirlerdi sanıyorum.
Lincoln'e gelirsek... Bu sene geçen seneye oranla daha iyimser, daha hırslı olduğunu gözlemliyoruz. Sezon başından bu yana süregelen çıkışını bu maçta da devam ettirdi. Hatta biraz abartıp takımın en iyisi olduğunu söyleyebilirdim ki bunu söylememi yaptığı son vuruşlar engelliyor. Akıllara zarar iki net pozisyonu cömertçe harcadı Lincoln... Ancak bunun dışında kelimenin gerçek anlamı ile kusursuzdu.
Bir de Galatasaray tribünleri var tabii. Muhteşemdi! Uzun bir aranın ardından ilk defa atmosferden bu denli zevk aldığımı söyleyebilirim. Sezon başında dolmayan tribünlere inat arka arkaya oynadığımız Trabzonspor ve Olympiakos karşılaşmalarını tamamı dolu tribünler önünde oynadık. Bunun üzerine konabilecek tek artı tribünlerin coşkusu olabilirdi ki bu da oldu zaten. 90 dakika boyunca Mecidiyeköy'den Türkiye'nin her noktasına yayılan sarı-kırmızı ses fırtınası, maç bittikten sonra da artçı şoklarla devam etti.
Tabii maça da değinmek lâzım... Galatasaray her geçen gün daha iyi oluyor. Bunu sahaya adamakıllı bakan herkes rahatlıkla söyleyebilir. Özellikle Olympiakos maçında takımın bu sezon Avrupa'da başarıyı ne kadar çok istediğini açıkça gördük. 30 yaşındaki Kewell'dan Lincoln'e kadar futbolcuların hepsi pres yaptı, koştu, çabaladı, tekmeye kafa soktu. Ayrıca parantez açılmasını gerektirecek oyuncuların başında ise Arda, Sabri ve Meira vardı. Özellikle Arda Turan'ı bu sezon hiçbir maçta bu denli hırslı görmemiştik. Maç sonrası da hakkı verildi zaten.
Hülasa Galatasaray karşılaşmayı 25.dakikada Harry Kewell burnumuza çaldığı buram buram klas kokan kafa vuruşu ile 1-0 kazanarak UEFA Kupası gruplarına 3 puan ile başladı. Skorun 1-0 olması kimseyi aldatmasın... İleri uçta biraz daha becerikli olabilsek Yunanlar'ı ülkelerine tarihi bir hezimetle uğurlamamız işten bile değildi. Grubun bir diğer maçında Hertha Berlin ile Benfica, Almanya'da 1-1 berabere kalınca, ilk hafta maçlarının ardından Galatasaray B Grubu'nda liderliğe oturdu. Tabii ki önemli olan son maçların ardından zirve de olmak. Bunu da başarabilecek kapasite ve güç halihazırda Galatasaray'da mevcut.
Güzel günler yakındır!

Hiç yorum yok: