31 Mayıs 2008 Cumartesi

Şampiyon Galatasaray

2007/2008 sezonu Türkiye Deplasmanlı Sutopu Ligi, Galatasaray Olimpik Havuzu'nda yapılan play-off final serisinin son maçı ile nihayete erdi. Play-off final serisine 1-0 önde başlayan Galatasaray'ımız serinin son maçında konuk ettiği İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü'nü 12-0 yenerek namağlup şampiyonluğa ulaştı. Bu sonuçla birlikte Galatasaray toplamda 28'inci, Türkiye Deplasmanlı Sutopu Ligi'nde ise 14'üncü şampiyonluğuna ulaştı.

Vefa

"Bil ki, vefa sevgiliden çok aşık için kaçınılmaz bir zorunluluktur. Aşık için oldukça önemli bir şarttır; çünkü bağlanma kararı ondan gelmekte; girişimlerde o bulunmakta; sevgiyi o güçlendirmek istemekte; gerçek içtenliği o dilemekte. En saf ve temiz dostluk bağlarını kurmak isteyenler arasında ilk sırayı almakta. Aynı şekilde sevgilisinin yardımlarını kazanarak zevk elde etmede sevgilisini geride bırakır aşık. En sağlam bağlarla bağladığı, en sıkı dizginlerle dizginlediği sevginin, kopmaz ipleriyle bağlanan da gene odur. Kendisi bu noktaya gelmek istemeseydi, bütün bunları yapmaya kim zorlardı onu? Şefkatini, sevgisini rica ettiği sevgilisine bağlanarak vefakâr davranışıyla oraya en son damgayı vurmak istemeseydi, onu aşık olmaya kim zorlayabilirdi? Tam tersine, sevgilisi ise, kendisine doğru yönelirken, aşığını, kendisine çeken varlıktır. Kabul ya da reddetmekte bütünüyle özgürdür. Eğer kabul ederse, aşığı umutlara, lütuflara boğar; eğer reddederse, kınananacak bir iş yapmış olmaz..."
Yukarıda okuduğunuz sözler İbni Hazım'ın Güvercin Gerdanlığı isimli eserinden alıntıdır. Alıntının neredeyse tamamı ile hemfikir olmama karşın son cümlede yollarım ayrılıyor. "Kınanacak bir iş" mevzusu yani. Yapmış olmaz mı? Olur, bal gibi de olur.
Vefa... Kim nasıl biliyor bu kavramı? Cenazelerde hoca sorar ya cemaate "Merhumu nasıl bilirdiniz" diye. Benim sorumun da ondan farkı yok. Ölü ve içi boşalmış bir kavramın arkasından soruyorum işte size, "Nasıl bilirdiniz vefayı?"... Kiminiz çıkıp köklü bir futbol kulübü diyebilirsiniz. Doğrudur ismiyle harikulade bir tezat oluşturarak yıllar öncesinin efsane, şimdilerin ise amatör futbol kulübüdür. Bir başkanız çıkıp İstanbul'da Haliç'e cepheden bakan güzel bir semt diyebilir. En çok da bu yönüyle bilinir belki. Ha, şu da olabilir tabii... Çıkarsınız ve vefanın leziz mi leziz bir boza olduğunu söyleyebilirsiniz, karlı kış gecelerinde içinizi ısıtan. Peki bir zamanlar bu kavramın bir şeye saygı ve sadakatle bağlı olma durumu olduğunu da hatırlıyor musunuz? Hatırlayan vardır belki! Son bir haftadır kafamda bu kavram. Atamıyorum bir türlü. Sinirlerim geriliyor, çıkmaza vurulan mührü söküp atmaya cesaret edemiyorum. Unutulmaya yüz tutmuşların arasında unutmak ve unutmamak arasında gidip geliyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum.
Birine, bir nesneye, bir olguya, bir herhangi bir şeye bağlanırsınız. Sadece sizin olduğuna inanırsınız. Bağlantınız da karşılık verir gibidir. Sonra gün gelir bulamazsınız. Elinizin altında olan çoktan yitip gitmiştir, siz farkına yeni varmışsınızdır. O vakit anlarsınız aslında bağlantınıza karşı yerine getirdiklerinizin size vefasızlık olarak geri döndüğünü. Adına vefa demezsiniz o vakit. Yaptığınız her şeyi aslında karşılık gözeterek yapmışsınız gibi hissetmenizin nedeni budur. Sanki vefa eşittir alacaktır o vakit.
Belli mi olur, İstanbul'a yolunuz düşer bir zaman. Ya da kışın en çetin geçtiği vakitlerde boza çeker canınız. Semt, futbol takımı, boza ve diğerleri... Bunlardan herhangi birine ulaşmak için çıktığınız yola dikkat edin. Ve hatta henüz yolun başındayken çökmek üzere olan bu yola adımınızı dahi atmadan geri dönün.

Anket Sonucu

2 haftadır blogda dönmekte olan anketlerden biri gün itibariyle sona erdi. Hatırlayacağınız ve sağda göreceğiniz üzere söz konusu ankette geçtiğimiz günlerde Galatasaray'dan ayrılan futbolcumuz Hakan Şükür'ün takımda kalmasını isteyip istemediğinizi sormuştum. 14 günlük süre içerisinde ankete katılan 115 kişinin %61,5'ini oluşturan 71 kişi Kral'ın takımda kalması gerektiği yönünde oy kullandı. Hakan Şükür'ün takımdan ayrılması gerektiğini düşünerek "Hayır" şıkkını işaretleyen 44 kişi de %38,5'lik dilimi oluşturmuş.
Ankete katılan herkese teşekkürler!

30 Mayıs 2008 Cuma

Paranın Satın Alabilecekleri

Öyle uzunca bir liste yapmayacağım. Solda gördüğünüz fotoğrafta bulunan adamı satın almış mesela. Alır bu. Adamın donuna kadar alır afedersiniz. Bazen donundan ötesini de alabilir. Gaatasaray altyapısından henüz 16 yaşındayken A takıma çıktı. Genç yaşında Kopenhag'da Popescu penaltıyı gole çevirdiğinde gözyaşları içinde ona doğru koştu. Sonra yolu Inter'e uzandı. Artık Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda bir zamanlar kendisine "Katil Emre" diye seslenen taraftara yaranmak için top koşturacak. Ne desek bilmem ki? Herkes bir Metin Oktay, bir Hakan Şükür veya bir Bülent Korkmaz değil...

BU FORMA KUTSALDIR NASİP OLMAZ HERKESE!

NOT: Resimdeki forma için özür diliyorum.

27 Mayıs 2008 Salı

Anketler Hakkında

Efendim öncelikle merhabalar. Bildiğiniz üzere bir süredir sağ sütunda iki adet güzide anket dönmekte. Ankete katılım gösteren okuyucularıma teşekkür ettikten sonra üzerinde durmam gereken birkaç husus hakkında konuşacağım. 2 gün sonra sona erecek olan ilk ankette "Kral"ın takımda kalıp kalmaması konusundaki net düşüncenizi öğrenmekti amacım. Amacımda hâlâ bir sapma yok. Her ne kadar yönetim Hakan Şükür'ün takımdan koparılması yönünde karar alacak olsa da benim amacım taraftarın neyi istediğini bulmaktı. Bu tip anketlerde katılım ne olursa olsun alınan sonuç genelgeçerdir. An itibariyle baktığımda bu ankete şu ana dek 100 kişinin katıldığını görüyorum. Katılımcıların 64'ü Kral'ın takımda kalması, 36'sı da takımdan gönderilmesi yönünde kullanmış oylarını. Bu ankete katılanların Galatasaraylı olduğunu düşünerek söylüyorum ki bu oran bile mutlu etmedi beni. Galatasaraylılar'ın daha büyük bir vefa göstermesini isterdim Kral'a. Tabii ki herkesin düşüncesine saygılıyım. Sorgulamak da bana düşmez :)

Bir sonraki husus da ikinci anket ile ilgili. Cevaplamanız gereken soru son derece açık aslında. Şampiyonlukla tamamladığımız 2007/2008 sezonunda sizce en iyi performansı gösteren futbolcuyu belirtmenizi istemiştim. Bu ankete de şu ana dek 46 kişi katılmış ve başlangıçta tahmin ettiğim üzere de Servet Çetin uzak ara önde. Şaşırdığım bir husus da Ayhan konusunda. Bu sezon gerçekten üstün bir performans gösterdiğine inanarak şıklara eklemiştim kendisini. Henüz oy alamayınca da belirtmek istedim. Çünkü 3 kişi "Diğer" seçeneğini işaretlemiş. "Diğer" seçeneğini işaretleyen arkadaşlar bu yazının altında yer alan "Yorum" kısmına performansından en çok memnuniyet duydukları oyuncunun ismini ve nedenini de yazarlarsa memnun olurum.

Yaprak Dökümü #2

Dün gibi hatırlarım... İlkokul yıllarında evin içinde koştururdum deli danalar gibi. Lig maçlarını izleyebilmemize olanak tanıyan teknolojiden uzak olduğumuz için imdadımıza radyo yetişiyordu. Salonda haber bültenlerini takip eden anne ve babadan uzakta, evin ücra bir köşesinde radyonun başında sahada olan biteni kafamda canlandırmaya çalışıyordum. Top bir o kaleye, bir diğerine gidiyordu. Atak yaptığımız tarafın sağ taraf mı yoksa sol taraf mı olduğunu bile bilmiyordum ama küçük yüreğimi gönderiyordum Ali Sami Yen'e ya da deplasmanlara. Yenilen gollerin ve alınan mağlubiyetlerin ardından boynum bükük girdiğimde salona annem ve babam olan biteni anlamış bir şekilde seslerini çıkartmazlardı. Yalnız babam konuşurdu biraz. "Dünyanın sonu değil. Biten her maçın bir de yenisi vardır. Tuttuğun takım Galatasaray'sa ne diye düşünüyorsun ki sonrasını?" Hep haklı çıkardı babam. Söyledikleri buram buram felsefe kokmazdı belki ama küçük bana daima umut aşılardı. Dediğim gibi haklı da çıktı her zaman. Bir sonraki hafta kardeşimle geçtiğimizde yine radyo başına bunun kanıtı basbayağı ortadaydı. Yıllar sonra yeşil sahalarda fırtına gibi esecek rüya takımın tohumlarının hafiften filizlenmeye başladığı günlerdi o vakitler. Bir sonraki hafta Hakan Şükür attığında golü salona kadar kardeşimle itişe kakışa yarıştığımız günler de çok uzak görünse de değil aslında. Babaya ilk ben söylemeliydim Galatasaray'ın golü bulduğunu, golü de Hakan Şükür'ün attığını. 10 metre düz koşumuzun galibi ne kardeşim ne de ben olurdum. Hakan Şükür olurdu, dolayısıyla Galatasaray tabii. Her hafta atardı Hakan. Durmazdı. Durdurulamazdı. Aradan yıllar geçerken o atmaya devam etti. Meyve veren ağaç oldu kimi zaman. Yılmadı... Leeds'de attı, Bologna'da attı, Belçika'da attı, Bursa'da Oliver Kahn'ı kaleye sokup, yine aynı Bursa'da zamanın ve muhtemelen günümüzün de en uzun boylu kalecisi Edwin Van der Saar'ı kafası ile yıktı. Kopenhag'da da boş durmadı. Avrupa Kupaları'nda en fazla gol atan Türk futbolcusu oldu. Çıtayı öyle bir noktaya koydu ki peşinden geleceklerin sırt sırta binmesi gerekecekti. Bir o kadar golü milli takım forması altında da attı. Uzun lafın kısası bir golcünün yapması gerekenleri fazlasıyla yaptı. Ancak her daim eleştirildi. Bir başka ülkede olsa ülkenin en yüksek noktasına heykeli dikilecekken, kendi ülkesinde vurun abalıya edebiyatına maruz kaldı. Gözlerini kapadı, kulaklarını tıkadı, vazifesini yaptı. Futbolu bırakması için zorlandığı anlarda bile attığı 11 gol ile takımının şampiyonluğundaki en büyük pay sahiplerinden biri oldu. Başardı. Yaptı. Attı. Kaçırdı. Yine kaçırdı. Ama attıkları ile telafi etti. Kupalar kaldırdı.

İlkokul yıllarım geride kalalı uzun bir süre oluyor. Neredeyse üniversite bitecek. O hâlâ oynuyor, hâlâ atıyor. Allah var, şampiyonluğu aldığımız son Gençlerbirliği Oftaş maçında stadyuma giderken aklımda maç sonunda kaldırılacak kupadan başka bir şey yoktu. Sonra maç başladı. Kral golü attı. Acı gerçek kafama dank etti. Pek düşünemedim şampiyonluğu. Aklımı başka bir düşünce meşgul ediyordu artık. İçimi burkan, herkesin gülüp zıpladığı ortamda kendimi yabancı bir memlekette hissetmeme neden olan bir düşünce... Ya bu Kral'ın son maçıysa...", "Ya az önceki Ali Sami Yen'de attığı son golse...", "Ya maç bitiminde elinde yükselecek metal parçası onun parçalı forma altındaki son zafer kanıtı olursa..." Maçtan koptuğum an o andı. Anons edildi Numaralı'dan; "Galatasaray'ımızın golü... 9 numara... Kraaaaaaal..."

- Hakaaaaaaaaaaan!

Hep dem vurdum. Kulübümü, Galatasaray'ı hep sahip olduğu değerler ile yüce bildim. İslam Çupi'nin Fenerbahçe tanımını Metin Oktay'ın Galatasaraylılık tanımıyla kıyasladım. Vefa kimileri için bir semt iken, bizim için değildi. Sonra teker teker koptu yapraklar. Önce Galatasaray'a 27 yılını veren Büyük Kaptan'a istediği 1 sene çok görüldü. "Ya jübileni yap ya da..." denildi. Boynu bükük gitti kaptan. Şimdi bir diğer kaptan. Yönetim futbolcusuna sahip çıkamadı yine. "Galatasaray Hakan'ın yuvasıdır, o nasıl isterse öyle olacak" diyerek Kral'a sahip çıkılması gerekirken medyanın ve rakip takım taraftarlarının seslerine kulak verdi yönetim. Ve gün itibariyle gitti... Hâlâ bir kolun uzanıp beni çimdiklemesini ve bu kabustan uyandırmasını bekliyorum o kolun gelmeyeceğini bilerek.

Babalarımız bize Metin Oktay'ı anlattı hep. Onun Galatasaray sevgisini, futbolculuğunu, efendiliğini... Bayrağı benim neslim devralıyor artık. Yapılan tüm karalama kampanyalarına karşın Kral'ı savunmak, onu gelecek nesillere anlatmak bize düşüyor. Yıllar sonra çocuğumuz kucağımızda bir maçı izlerken kanattan yapılacak ortaya kafasını sokmaya üşenen santrforu görünce diyeceğiz hemen "Bak oğlum, sana hep bahsederim ya Hakan Şükür diye... İşte o olsaydı sokmuştu şimdi kafayı" diye... Sonra da uzatacağız elimizi rafa alacağız DVD'yi izleteceğiz golleri. Biz göremedik Metin Oktay'ı ama o görecek Hakan Şükür'ü...

Birilerinin bir taraflarına kına yakacağı bir gün bugün. Büyük ihtimalle memlekette sokaklara dökülerek de kutlanacaktır. Ancak biz, yani Galatasaraylılar, hiçbir şartta Kral'dan ayrı düşmeyeceğiz. Elbette kendisi de Galatasaray'dan... Bebek dünyaya geldiğinde onu annesi ile birbirine bağlayan göbek bağı kesilse de anne hiçbir zaman dışlamaz ya yavrusunu ve hatta daha sıkı sarılır ya ona, işte Hakan'ın bundan sonra yaşayacakları da bundan farklı olmayacak.

"Çünkü ayrılık da sevdaya dahil, çünkü ayrılanlar hâlâ sevgili..."

26 Mayıs 2008 Pazartesi

Dev Bayrak

Avrupa'nın en büyük ofis binası olan Moskova'daki bu gökdelene tavandan tabana uzanan bir Galatasaray bayrağı asıldı. 270 metre yüksekliğindeki kuleye asılan bayrağın ebatı ise 250 X 6 metre.

24 Mayıs 2008 Cumartesi

153 Kişi de Haklı Çıktı!

Sezon başında bir anket yapmıştım blogda. Ankete katılan 153 kişinin hepsi de haklı çıktı. Kanıt mı? Buyrun: http://galatasaray-ultranil07.blogspot.com/2007/10/anket-sonular.html

Takımına duyduğu sonsuz güvene kurban olduğum okuyucularım benim :)

19 Mayıs 2008 Pazartesi

19 Mayıs

Ulu önder Mustafa Kemal'in doğum günü olarak kabul ettiği ve Milli Mücadele sürecini resmen başlatan tarih olan 19 Mayıs 1919'un üzerinden 89 yıl geçmiş. Mustafa Kemal'in doğum günü, ulusumuzun da Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun. İzinden yürüyenler oldukça bu cumhuriyet payidar kalacaktır!

18 Mayıs 2008 Pazar

Yaprak Dökümü #1

Ligin ilk yarısı bittiğinde çok söz edildi kendisinden. Roma oynuyordu. AC Milan, Internazionale ve Arsenal gibi takımların kendisini renklerine bağlamak için yarıştığı belirtiliyordu. Ancak yolu Florya'ya düşüyordu. O gün düşünmüştüm "Ulan ne üzülmüştür şimdi Milano ekipleri ve Arsenal" diye. Şaka tabii. Kendisi Galatasaray'ı bir merdiven olarak gördüğünü ve gözünün daha yukarılarda olacağını söylüyordu İstanbul'a gelir gelmez. Afrika Uluslar Kupası'nda izledik kendisini. Aslında izleyemedik. Televizyonun karşısına izleyebilme umuduyla geçtik ki kendisi hep kulübeden destek veriyordu yeşik zemin üzerindeki arkadaşlarına. "Neyse..." dedik, "...gelince görürüz biz de". Geldi en sonunda. Ali Sami Yen'deki bir maçta oynadı. Hangisi hatırlamıyorum. O güne dair hatırlayabildiğim tek şey kendisine çok fena kızmış olduğumdu. Bir futbol mesafe tanıkmasızın ayağına gelen her topu kaleye göndermek zorunda mıydı? Neden yapardı ki böyle bir şeyi? O gün dedim "Aslanım senin yerin burası değil" diye. Galatasaray'ın basamakları biraz fazla yüksek gelmiş olmalıydı Barusso'ya. Tutunamadı ve kiralık geldiği Galatasaray'a şampiyonluk maçının ardından veda etti. Yine de son maçta takım arkadaşlarıyla ve kupayla o kadar haşır neşirdi ki dışarıdan gören biri 40 yıllık Galatasaraylı sanırdı kendisini. Bu da Galatasaray'ın bünyesine aldığı her kişide görünen bir olay zaten. Artık eski futbolcumuz olan Barusso'ya AC Milan, Inter, Arsenal ve diğerleri yolunda başarılar...

17 Mayıs 2008 Cumartesi

En İyisi Bu! Hâlâ...

Fenerbahçe: 74 - Galatasaray: 62

Galatasaray Bayan Basketbol Takımımız çarşamba gecesi Fenerbahçe'ye karşı oynadığı play-off final serisinin son maçında rakibine 74-62 mağlup olarak sezonu ikinci olarak tamamladı. Her ne kadar şampiyonluğu son maçta kaçırsalar da Avrupa üçüncüsü olan takımımızı ve sporcularımızı kutlamak boynumuzun borcudur. Ayakta alkışlanmayı hak ediyor onlar. Bayan basketboluna bile küfür karıştıran rakip takım taraftarları için ise söylenecek pek bir şey yok!

13 Mayıs 2008 Salı

Tarih: 10 Mayıs 2008, Yer: Ali Sami Yen












Bu İş Buraya Kadar!

Öyle bir kulüp düşünün ki arkasında renklerine gönül verenler, yanında her zorlukta sarılmaktan çekinmediği ruhu dışında kimse olmayan... Öyle bir kulüp düşünün ki yaşayabileceği bütün şanssızlıkları bir sezon içinde yaşasın ancak yine de dimdik ayakta kalmayı başarabilsin... Öyle bir kulüp düşünün ki yeniden yapılanma süreci içinde olsun ve dolayısıyla kimse tarafından zirveye kurulması için ihtimal verilmesin... Geçmişini arayan, geleceği belirsizlikle dolu, içinde nefes almaya çalıştığı tüm yokluğun içinden kendine varlık yaratmayı başaran bir kulüp düşünün... Türkiye Cumhuriyeti içinde devşirme sporcularla değil öz ve öz evlatları ile bir şeyler başarmanın peşinde olan bir kulüp düşünün... Yönetimi, futbolcusu ve taraftarı ile bütünleştiği zaman dünyayı dize getirebilecek bir sinerji oluşturmayı başaran kulübü düşünün... Turuncudan iz taşıyan tok bir sarı ile vişneye çalan koyuca tatlı bir kırmızının yanyana getirildiği formayı düşünün. Metin Oktay'ı düşünün. Onun o en bilindik resminde sağ elinin gittiği yeri düşünün. Elin altında, göğsün tam üstüne konuşlanmış olan armayı düşünün. O arma ile gözleriniz temas ettiğinde istemdışı diken diken olan tüylerinizi de düşünün. Uyanır uyanmaz düşüncelerinizi tüm kuvveti ile işgal eden takımı düşünün. Tüm bu anlattıklarımı içinde barındıran tek kelimelik bir ismi düşünün. Galatasaray'ı düşünün.
Her zaman işlerin yolunda gitmesini ister insan. Ancak bir türlü istediği gibi olmaz hiçbir şey. Zamanla en ufak şeyle kendini mutlu etmesini öğrenir. Beklentileri küçülür bir bakıma. Bir zamanlar sahip olduğu şaşaalı günler bir tünelin sonunda görülen ancak bir türlü erişilemeyen ışık noktası kadar uzaktır artık. Elindeki ile yetinmesini, giriştiği işlerin boyunu aşmaması gerektiğinin bilincindedir artık. Yeniden yükselebilmek için bandı en başa sarmalı ve hayatına yeni bir başlangıç noktası çizmelidir. Merdivenler yeniden, yavaş yavaş, bilinçli ve sağlam adımlarla çıkılır artık. 2000 yılının bir mayıs akşamında Türk futboluna zirve yaptıran ve çıtayı ulaşılması güç bir noktaya çeken Galatasaray'ın da durumu bundan farklı değil. Galatasaray'ın yakaladığı rastgele bir başarı değildi. O çıtanın ulaşabilmeleri için çok yüksekte kalacağından emin olanlar penaltı atışları sırasında sinirlendiler Suker'e ve Vieira'ya. Popescu'nun penaltısında ise televizyonlarını uzun bir müddet açmamacasına kapattılar. Fakat sonra Galatasaray'ın başarı grafiği düştü. 14 yıl şampiyonluk görememiş bir kulübün 5-6 yıl boyunca ülke futbolunu domine etmesi kimilerince engellenmesi gereken bir durumdu. Neticede ülke futbolu giderek Galatasaray tekelli bir noktaya doğru sürükleniyordu ve futbolumuzun kalitesine deyim yerindeyse bir hançer indiriyordu. 2002 yılından itibaren takip eden 4 sene boyunca Galatasaray taraftarı yeniden yapılanma süreci içinde bulunan kulübünün haline ısrarla ses çıkarmadı. Yaşanılan başarılar sonsuz bir kredi vermişti çünkü. Kaldı ki çekilen çıtaya ulaşmak için tüm şartlarını seferber eden rakipleri ise sadece kazandıkları lig şampiyonlukları ile yetiniyordu, fazlası yoktu. Ancak rakip takımlardan ve onların taraftarlarından bizi ayıran çok etken var. Bunlardan birincisi ve belki de en önemlisi Galatasaray taraftarının sabrı ve vefasıdır. Hatırlanacağı üzere Galatasaray 14 sene boyunca şampiyonluk görememiştir. Bu süre zarfında taraftarı herhangi bir taşkınlık yaratmadığı gibi ısrarla, sabırla gelecek olan mutlu günlere olan inancıyla desteğini sürdürmüştür takımına. Neticede hayallerin ötesinde başarılara muvaffak olmuştur. 2002 ile 2006 yıllarında kazanılan şampiyonlukların arasına ise sadece 4 sene girmiştir. Yeniden yapılanma sürecinin sonuna yaklaşılırken seri şampiyonluklara doğru yelkenler fora seyretmekteydi Galatasaray. Bir önceki sezonun şampiyonu olarak mücadele ettiği 2007 sezonunda ise pek çok saha içi ve saha dışı etkenin kurbanı oldu Galatasaray. Bunlar içinde sadece içinde bulunulan sezonu değil bir sonraki sezonu da ilgilendirecek önemli kararlar vardı.
2007/2008 sezonuna girilirken bir futbol takımının karşılaşabileceği tüm güçlükler ile karşılaşmıştı Galatasaray. Bir önceki sezon kadronun iskeletini oluşturan futbolcular ve teknik direktör gönderilmiş, yerlerine pek çok yeni isim getirilmişti. Getirilen futbolculardan öte takımın başına getirilen 74 yaşındaki Karl Heinz Feldkamp eleştirilerin odak noktası hâline gelmişti. Yepyeni bir kadro ile koca bir sezon boyunca mücadele edecek olan takımın en önündeki en önemli handikap ise kendi evinde oynayacağı ilk 5 maçın seyircisiz oynanacak olmasıydı. Bir önceki sezondan kalan bu ceza takımın taraftarına ancak ligin 12'nci haftasında kavuşabilmesine neden olacaktı. Her ne kadar takıma Lincoln ve Linderoth gibi kaliteli isimler kazandırılmış olsa da eksilen mevkilere getirilen oyuncular da birer kapalı kutuydu. Yine de sezonun başlaması gerekiyordu bir şeylerin konuşulması için. Herkesin kafasında birer soru işareti olan yeni takım lige ve UEFA Kupası'na bomba gibi başladı. Ligin ilk 6 haftasında toplanan 16 puan ile ligin zirvesine kurulan takım UEFA Kupası ilk turunda karşılaştığı İsviçre temsilcisini 5-1 mağlup ederek gruplara kalmayı başardı. Ligin 7'nci haftasına gelindiğinde Ali Sami Yen'de oynanacak seyircisiz derbide Beşiktaş'ı konuk edecektik. Maç günü şok bir kararla takımın en formda iki ismi Hakan Şükür ile Lincoln'ü kadro dışı bıraktığını açıkladı teknik direktör Feldkamp. İki futbolcunun bu karara isyanı bastırıldı ve takım Beşiktaş'ı 2-1 ile geçince olayın üstünün örtülmesi kolaylaştı. İlerleyen haftalarda takımdaki futbolcuların büyük kısmı sakatlıkları yüzünden sahalardan uzak kaldı. Şampiyonluk yolunda eksik bir kadro ile mücadele etmek zorunda kalan Galatasaray elinden gelenin en iyisini yapmaya devam etti ve ligin ilk yarısını Fenerbahçe ve Sivasspor'un ardından üçüncü sırada tamamladı. En önemli rakibimiz dünya yıldızları ile mücadele verirken Galatasaray az sayıdaki ikinci sınıf yabancı futbolcusu ve çoğunlukla öz be öz Türk futbolcuları ile aynı hedefe ulaşmak için ter döküyordu.
Ligin ikinci yarısı başladığında da hiçbir şey tozpembe değildi Galatasaray için. Zorluklar inadına devam ediyordu. Haluk Ulusoy federasyonunun yerine Hasan Doğan'ın başkanlığını yaptığı yeni Futbol Federasyonu göreve gelmişti. Fenerbahçe'nin arkasında yer alan medya ve hakemlere yeni federasyon da eklenmişti. Yeni federasyon ilk icraatını kritik bir UEFA Kupası karşılaşmasından önceki lig maçını UEFA Kupası maçından sadece 2 gün önceye koyarak gerçekleştiriyordu. Galatasaray ligdeki rakibini 1-0 ile geçip ligdeki oyuna gelmiyordu ama kondüsyon olarak çöken takım Almanya'da 5-1 mağlup olup Avrupa'ya veda ediyordu. Akabinde Galatasaray deplasmanda oynadığı Ankaraspor maçında taraftarının kötü tezahüratı yüzünden Ali Sami Yen'de bir maça daha seyircisinden yoksun çıkmakla cezalandırıldı. Soğuk havaların etkisiyle sık sık rahatsızlanan ve takımın başında maçlara çıkamamaya başlayan Feldkamp da takım için ayrı bir S.O.S. simgesiydi. Mart ayının henüz başında yapılan Seçimli Genel Kurul'dan zaferle ayrılarak Galatasaray'ın yenş başkanı seçilen Adnan Polat ve ekibi takımı devraldığında içinde bulunulan durum da buydu. Ligin son 6 haftasına girildiğinde keskin bir virajın içinden şarampole yuvarlanmadan çıkmanın hesabı yapılırken teknik direktör Feldkamp'ın yarı yolda gelen istifası ile ortaya çıkan depremin etkileri kulübün tüm hücrelerinde hissedildi. Ligin son 6 haftasına girilirken takım lider Fenerbahçe'nin 2 puan gerisinde ikinci sıradaydı. Tüm maçların kazanılması halinde diğer takımların ne yaptığının bir önemi olmayacaktı ve takım şampiyonluk bayrağını göndere çekecekti. Bu yüzden yeni bir teknik direktör aramakla harcanacak zaman yoktu. Yıllardır takımın kondüsyonerliğini yapmakta olan Cevat Güler takımın başına getirildi. Böyle durumlarda zorlukları görmezden gelmenin tek yolu fedakarlık yapmaktır. Yeni yönetim kalan 6 haftada geçen yönetimin 6 yılda yapamadıklarını gerçekleştirdi. Futbolcular izinli oldukları günlerde dahi kendi istekleri doğrultusunda idmana çıktılar. Cevat hoca ve ekibi mütevazi kadrodan şampiyon bir takım çıkarabilmek için gece gündüz demeden çalıştı. Alınması gereken 6 maç vardı. Sonrası şampiyonluk. Yapmaya çalıştıklarını paranın yardımıyla yapabileceklerini sananlar dahi hayranlık ve şaşkınlıkla takip ediyordu Galatasaray'ı. Kalan maçların hepsinin kazanılacağına dair edilen yemin ve taraftarla bütünleşme müthiş bir sinerjinin yaratılmasını sağladı. İlk 3 maç alınmıştı. 32.haftada ağırlanacak olan Fenerbahçe karşılaşması ligin şampiyonunu büyük ölçüde tayin edecekti. Rakibimize beraberliğin dahi yeteceği maçta kazanmaktan başka çaresi olmayan taraf bizdik. Maç öncesi yönetimin ekstra prim teklifi futbolcular tarafından "Prim yerine kupa istiyoruz" cevabıyla reddedildi. O akşam Galatasaray Fenerbahçe'yi mağlup etti ve 17.şampiyonluk için gün saymaya başladı. Yapılan fedakarlıklar Galatasaray ruhunun tavan yapması demekti.
Kalan 2 haftada pek bir şey değişmeyecekti artık. Zirveyi ele geçiren bu denli inanmış bir Galatasaray'ın şampiyonluğu vermesi beklenemezdi. İlk önce sezonun sürpriz ekibi Sivasspor deplasmanda 5 gol ile geçildi, sonra da Ali Sami Yen'de Gençlerbirliği Oftaş mağlup edilerek mutlu sona ulaşıldı. Bu maç oynanıldığı sırada Trabzonspor deplasmanında Galatasaray'ın yenilmesi umuduyla mücadele eden Fenerbahçe'nin aklı kendi maçlarında değil de Ali Sami Yen'de kalınca 2-0 mağlup oldular. Sonuçta biz Fenerbahçe değildik ligin son haftasında şampiyonluk bırakacak. Karşımızdaki rakip Oftaş değil Denizlispor bile olsa bu gerçek değişmezdi. Haklı ve gururlu şampiyonluğumuzu kutlarken Fenerbahçeliler ise Şampiyonlar Ligi'nde gördükleri çeyrek final ile gururlandıklarını dile getirip ligin pek önemi olmadığını söylüyorlardı. Şampiyonluk için kıçını yırtıp da kaybettikten sonra ulaşamadıkları ciğere laf söyleyenlere Galatasaray'ın 2000 yılında hem ligi, hem Türkiye Kupası'nı, hem UEFA Kupası'nı hem de Süper Kupa'yı birarada kaldırdığını hatırlayım. Ha, "Gücümüz bu kadar bizim" diyorsanız anlarım.

Galatasaray: 86 - Türk Telekom: 88

Beko Basketbol Ligi play-off çeyrek final üçüncü maçında sahamızda Türk Telekom'u konuk ettik. Ankara'da oynanan ilk iki maçtan mağlubiyetle ayrılan takımımız yoluna devam edebilmek için mutlaka kazanması gereken maçta Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda rakibini ağırladı. Serinin ilk maçında olduğu gibi maç boyunca oyunda ve skorda üstünlüğü elinde bulunduran Galatasarayımız yine final çeyreğinde rakibine teslim olmaktan kurtulamayınca Türk Telekom seride durumu 3-0'a getirerek yarı finale adını yazdırdı ve Efes Pilsen'in rakibi oldu. Karşılaşmanın son 9 saniyesine 2 sayı farkla üstün giren takımımız karşılaşmanın bitimine 1,8 saniye kalan potasında gördüğü sayıya engel olamayınca skor bir anda 86-86 oldu. Herkes maçın uzayacağı düşüncesindeyken oyuna kenardan başlayan Murat Kaya topu takım arkadaşı yerine rakibinin ellerine teslim edince karşılaşmayı inanılmaz bir şekilde kaybedip bu sezonki lig maceramızın son bulmasına neden olduk. Rakibimiz Türk Telekom'u kutlamak da bize düşüyor.

12 Mayıs 2008 Pazartesi

Yengecin Kıskaçları Ne Oldu?

Aday Kadroda 7 Galatasaray'lı

Avusturya ve İsviçre'nin evsahipliğini yapacağı ve 7 Haziran'da başlayacak olan Avrupa Futbol Şampiyonası'nda mücadele edecek olan Türkiye A Milli Futbol Takımı'nın teknik direktörü Fatih Terim turnuva için 27 kişilik aday kadrosunu açıkladı. Galatasaray'ımız aday kadroya verdiği 7 oyuncu ile Milli Takım'a en fazla oyuncu veren kulüp oldu. Buna göre Servet Çetin, Sabri Sarıoğlu, Hakan Balta, Ayhan Akman, Mehmet Topal, Emre Güngör ve Arda Turan Galatasaray'dan aday kadroya çağrılan oyuncular oldu. Turnuva öncesi aday kadrodaki oyuncu sayısı Fatih Terim tarafından 23'e düşürülecek.

Galatasaray: 2 - Gençlerbirliği Oftaş: 0

Çok güzel oldu... Hem de öyle bir güzel oldu ki en anlatılmaz ama yaşanılır cinsindendi. Kazansak resmiyete dökecektik işi. Kazandık ve resmiyete döktük işi. Sezon başından beri yakamızı bırakmayan tüm şanssızlık ve zorluklara inat 17. şampiyonluğumuzu kazandık. Suyun öteki tarafında konuşlanmış olan en büyük rakibimiz dünya ünlü yıldızları takımına dahil ederken biz ikinci sınıf yabancılarla yolumuza devam etmek zorunda kaldık. Hatta öyle zamanlar geldi ki yüzde yüz Türk futbolculardan kurulu bir takımla mücadele ettik. Kendi evimizdeki 17 lig maçımızdan 6'sını seyircimizden yoksun oynamak zorunda kaldık. Maçların birçoğuna teknik direktörümüz başımızda olmadan çıktık. Ve dahası... Ancak hepsine değdi. Metin Oktay'a, Jupp Derwall'e, Ali Sami Yen'e ve nicelerine selam olsun. Şampiyonluğumuz kutlu olsun.
Sahi, bir yengeç vardı ne oldu ona?

11 Mayıs 2008 Pazar

Galatasaray: 71 - Fenerbahçe: 62

Bayanlar Basketbol Ligi'nin play-off final serisinin dördüncü ayağında Ayhan Şahenk'te Fenerbahçe'yi konuk ettik ve muhteşem bir seyirci desteği ile rakibimizi 71-62'lik skorla geçerek seride durumu 2-2'ye getirerek şampiyonluğun son maça taşınmasını sağladık. Sarı-Kırmızılı takımımızda özellikle Sophia Young'un 25 sayı ve 9 ribaundluk, Vickie Johnson'un da 19 sayı-10 ribaund ve 6 asistlik performansı karşılaşmanın kazanılmasında büyük pay sahibi oldu. Serinin ilk maçında elde ettiğimiz saha avantajını kendi evimizdeki ilk maçta kaybetmiştik. Kaybetmemizin şampiyonluğa da veda anlamı taşıdığı bu maçta böylesine bir stresin altından kalkarak şampiyonluğu son maça taşıyan bayan basketbolcularımızı kutluyorum. 14 Mayıs 2008 Çarşamba günü Caferağa Spor Salonu'nda oynanacak maçtan galip ayrılacak ekip 2007/2008 sezonunun şampiyonu olacak.

Türk Telekom: 73 - Galatasaray: 68

Beko Basketbol Ligi play-off çeyrek final serisinin ikinci maçında Türk Telekom'a konuk olan Galatasaray'ımız bu maçtan da 73-68'lik skorla mağlup ayrılarak seride 2-0 geriye düştü. Maçın ilk yarısında Cenk, Dee ve Owens ile hücumda son derece etkili bir oyun ortaya koyan Aslanlarımız ikinci devreye 40-33 önde girdi. Karşılaşmanın üçüncü çeyreğinde de özellikle Robert Hite'nin sayılarıyla skor avantajını korumayı bilen Galatasaray'ımız final çeyreğine de 60-56 önde girdi. Sayı üretme açısından son derece kısır geçen dördüncü çeyrekte ise hücumda Cenk ve Hite ile bulduğumuz sayılarla maçın son 5 dakikasına 64-56 önde girmeyi bildik. Fakat bu dakikadan sonra hücumda ve savunmada yaptığımız hataların bedelini 73-68 kaybederek ödedik. Serinin üçüncü maçı 11 Mayıs 2008 Pazar günü Ayhan Şahenk'te oynanacak.

Galatasaray: 73 - Fenerbahçe: 74

Bayanlar Basketbol Ligi play-off final serisinin üçüncü maçında Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda Fenerbahçe'yi konuk ettik. 1-1 devam eden serinin üçüncü maçında taraflar başa baş bir oyun ortaya koydu. Normal süresi 67-67 eşitlikle biten karşılaşmanın uzatma bölümlerinde Galatasaray'ımıza karşı 74-73'lük bir üstünlük kuran konuk ekip seride 2-1 öne geçti. Fenerbahçe yine Ayhan Şahenk'te oynanacak olan serinin dördüncü maçından da galip ayrılırsa 2007/2008 sezonunun şampiyonu olacak. Bu maçtan Galatasaray'ımızın galip ayrılması durumunda ise Caferağa'da oynanacak son maçı kazanan ekip şampiyonluğunu ilân edecek.

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Türk Telekom: 78 - Galatasaray: 71

Beko Basketbol Ligi'nde play-off çeyrek final ilk maçında Ankara Atatürk Spor Salonu'nda Türk Telekom'un rakibi olduk. 0-0'lık eşitlik ile başlayan serinin son derece çekişmeli geçen ilk maçından galip ayrılan taraf 78-71'lik skorla evsahibi Türk Telekom oldu. Türk Telekom karşılaşmanın ilk yarısını 40-29 önde kapatmayı başarsa da Galatasaray özellikle son çeyrekteki etkili oyunu sayesinde skoru eşitlemeyi başardı. Fakat takım son dakikalarda yine oyundan düşünce mağlubiyet kaçınılmaz oldu ve rakibimiz seride 1-0 öne geçti. Serinin ikinci maçı yine Ankara'da oynanacak.

6 Mayıs 2008 Salı

Kahramanlar Döndü

Dün akşam saatlerinde yurda dönen Engelsiz Aslanlar'ın ellerinde yükselen şey Şampiyonlar Ligi kupası!


















Fotoğraflar: http://www.galatasaray.org/

5 Mayıs 2008 Pazartesi

Krallar Gibi...





















Seviyorum lan ben bu adamı! Valla bak.

















Fotoğraflar: http://www.galatasaray.org/

Sivasspor: 3 - Galatasaray: 5

Yazının muhtemel başlıkları arasında çok gidip geldim. En büyük başlık adayım "Şampiyonuz - Versiyon 2"ydi. Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımımızın elde ettiği muhteşem şampiyonluğun hemen ardından süper gidecek bir başlıktı. Öte yandan sezon başında beri bütün maç yazılarımın başlıklarını maçların skorları süsledi. Geç de olsa itiraf etmeliyim ki bu benim uğurumdu. "Zafere 1 Kaldı" t-shirtleri de çıkmış. Geçiniz... Bir mir kalmadı. Basbayağı şampiyonuz artık. Dolayısıyla uğurum tuttu. İyi ki adak falan adamamışım. Yoksa kalkamazdım öğrenci halimle altından. Eee, hazır uğurum tutmuşken başlık inadımı da uzatmamın bir anlamı yoktu belki de. Olsun. Önümüzdeki hafta bile maç skorunu ekleyeceğim ben.
Gelelim Galatasaray'a... Armasına, formasına... Başkanına, Cevat Güler'ine... Arda'sına, Hakan'ına, Hasan'ına, Emre'sine, Barış'ına, Ayhan'ına, Servet'ine ve sarı-kırmızı uğruna kanlarının son damlasına kadar savaşan nicelerine... Adama "İyi ki Galatasaray'lıyım" dedirtecek gerçeklere. Bir takıma gönül verirken mantığınızdan ve tüm gerçekliğinizden vazgeçersiniz. Objektiflik yoktur. Objektif olacaksanız takım tutmanın bir manası yoktur zaten. Sübjektifliği sağına kadar yaşamayı seçersiniz. Dönüşü olmayan bir yoldur artık üstünde yürüdüğünüz. 14 sene şampiyonluk yaşayamama gibi bir risk de vardır. Ancak bir takıma gönül vermeye karar verdiğinizde tüm bunları da ölçüp tartarsınız. İyi gününde zıplarken, kötü gününde sırt çeviremezsiniz. Çevirmemelisiniz. Hatta gelecek olan mutlu günlerin huzur eden düşüncesi içinde daha da sıkı sarılırsınız takımınıza. Çünkü en güzeli takımınızı üzgünken sevmektir. En güzeli Galatasaray'ı üzgünken sevmektir. Çekilen çilelerin, bütün olumsuzlukların gün gelip de bir devran misali size pozitif olarak döneceğini bilirsiniz. Bildik biz. Almak üzereyiz hak ettiğimizi. Aldık da sayılır aslında. Alınlarından öpülesi sporculara ve Galatasaray ruhuna sahip sporcularımız bu ödülü tüm camiaya hak gördü. Parası olan, teknik direktörü olan, stadyumu olan Paris'e kadar gidip Eyfel'i göremeden dönerken biz Eyfel'e çıkmakla kalmadık zirvesine de kurulduk.
Biraz da maç hakkında dil dökelim. Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe'yi eze eze mağlup ettikten sonra şampiyonluk kendi inisiyatifimizdeydi artık. Tek yapmamız gerek kalan iki maçtan minimum 4 puan çıkarmaktı. Ancak Turkcell Süper Lig'in 33.haftasında konuk olacağımız ekip de sezonun beklenmedik bir çıkış yakalayan ekibi Sivasspor'du. Sivasspor bu maça kadar kendi evinde oynadığı maçların Beşiktaş ve Fenerbahçe yenilgileri hariç hepsini kazanmıştı. Deplasmanlarda da gayet iyi bir grafik çizen "Yiğidolar" bu maça 73 puanlı Galatasaray'ımızın ardından 70 puan ile üçüncü sırada girmişti. Son iki haftaya girerken futbolda bir "Anadolu devrimi" gerçekleştirmek isteyen Sivasspor şehir olarak bu maça kilitlenmişti. Öyle ki vakt-i zamanında Manchester United'a yaptığımızı Sivas halkı bizim takıma yapmaya kalktı. Maçtan bir gece önce takımın kaldığı otelin önünde davullar zurnalar çalındı, tezahüratlar yapıldı. Maksat takımı uyutmamaktı. Sivas halkı bu yaptıklarını Beşiktaş ya da Fenerbahçe maçından önce yapsalar hem haksızlık olmazdı hem de amaçlarına ulaşırlardı. Ancak karşılarındaki takım Galatasaray'dı.
Maç günü ise stres katsayısı bir önceki hafta olandan daha fazlaydı. Kaybedilmemesi gereken bir maçtı. Belki geçtiğimiz hafta Fenerbahçe'yi yenemesek bu maçta kaybettiğimizde üzüleceğimiz kadar üzülmezdik. Ancak artık kaybetmeye tahammülümüzün olmadığı bir maçtaydık. Kazanacaktık. Kazanamıyorsak kaybetmeyecektik. Ama kazanacaktık. Teknik sorumlumuz Cevat Güler sahaya Aykut, Emre, Song, Servet, Hakan Balta, Sabri, Arda, Ayhan, Barış, Mehmet Topal ve Nonda'dan oluşan bir kadro sürdü. Lincoln ve Hakan Şükür gibi isimler yedek kulübesinde, cezalı ve sakat olmaları ve dolayısıyla 18 kişilik kadroya dahi girmeleri imkansız olan isimler ise tribünde taraftarla birlikteydi. Maç başladı en nihayetinde... Beklediğimiz gibi başlamamıştı Galatasaray. Sivasspor da öyle. Ancak top bazen bizi pek sevmez. Dakikalar 13'ün gösterdiğinde hücuma çıkma çabası içinde olan takımımız Barış ile orta sahada topu kaybedince bir anda Sivasspor karşı atağı oluştu. Savunmada son adam olarak kademeye giren Emre bu kritik topu riske girmeden kornere bıraktı. Korneri kullanan Sivassporlu Mohamed'in ortasında Rigobert Song istese de yapamayacağı bir vuruş yaparak topu kendi ağlarımıza gönderdi. Papazın Çayırı karnaval yerine dönerken biz endişelenmedik hiç! Bu dakikadan sonra topla daha fazla oynamaya başladık. Ancak Sivassporlu futbolcuların iyi presi sonucu topu ceza alanına taşımakta zorlanıyorduk. Bireysel yetenekler kendini belli etmeliydi. Yıldıza para vermeyen, kendi yıldızını kendi içinden çıkaran Galatasaray'ın dünya futboluna verdiği son yıldız parlaması gereken anı sinsice takip etti. Arka direkte bitiverdi. Barış-Ayhan kombinasyonunun başarılı çalışması neticesinde Arda'ya sadece dokunmak kaldı. Skor 1-1 oldu, dakika 40'dı. Sonra dakika 42 oluverdi. Henüz oturmuştuk yerimize. Belki de oturmamıştık, hatırlamıyorum. Sağ kanattan kullandığımız serbest vuruşu son birkaç maçtır "iyi oynayan" Sabri kullandı. Kendisinden beklenmeyecek güzellikte bir orta gönderdi arka direğe. "Ayıboğan Servet" vardı bu kez kendini unutturan. İndirdi arka direkte. Arda tamamladı kafayla: 1-2. Kadıköy'de de olanlar oluyordu ama bizi ilgilendirmiyordu pek. Bu sezonun en heyecanlı maçında ilk yarı Galatasaray'ın attığı 3 gol ile sona eriyordu.
Karşılaşmanın ikinci yarısı başladığında diğer taraftaki skor da 1-1'di ve bilindik senaryoların filme çekildiği haberi geliyordu kulağımıza. İşler yine elle kolla yürüyordu orada. Neyse... Bu tip maçlarda altın kuraldır. Deplasmanda oynuyorsan ve ilk 45 dakikayı önde götürüyorsan ikinci yarı başladığında rakibinin ilk 10-15 dakikalık baskısını ne yapıp edip kırmalısın. Oyunu soğutmaksa soğutmak, sert oynamaksa sert oynamak. Ne de olsa başarıya giden yolda her yöntem mübah. Bunu yapamadık biz. Dakika 49 olduğunda nasıl geliştiğini şu an bile anlayamadığımız bir pozisyon sonrasında topu kendi kale çizgimizin içinde gördük. Belki de görmedik ama hakem öyle görmüş olacak golü yedik. Kalecimiz Aykut'un en büyük eksiği olan zamanla hatası yine kendini gösterdi. Buna Hakan Balta'nın intiharı da eklenince sinirler gerildi bir anlık. Ancak endişe duymadık biz hiç. Haklı da çıktık. Yeniden öne geçmek için 3 dakikacık daha bekleyecektik. 52'nci dakikada kaptan Ayhan çıktı sahneye. Bu sene ne Lincoln'ün ne de başka birinin sakatlığından çekti bu takım Ayhan'ın sakatlığından çektiği kadar. Bu sezonun altın ismi Ayhan. Öyle bir gol attı ki tarifi yok futbol sahalarında. Zaten tarif etmeye çalışıp da golü rezil etmemek en iyisi. Tek bir şey söylemek gerekirse 1993 yılını hatırlatalım. Old Trafford'da Arif'in harikulade golünün akabinde Ümit Aktan inliyordu: "Schmeichel değil, dünyanın bütün Michael'leri gelse dahi o topu oradan çıkaramaz". Sivasspor kalecisi Michael Petkovic değil, dünyanın bütün Michael'leri gelse çıkaramazdı işte Ayhan'ın golünü. İşte öyle bir şey! Sonra dakikalar ilerledi, ilerledi, ilerledi... Geçmek bilmedi. 15 dakika sonra, 67'nci dakikada, Sezer'in ağlarımıza doğru gönderdiği topun süzülüşünü izledik çaresizce. Yine de endişelenmedik. Ligin en az gol yiyen takımı olmamıza rağmen 3 gol birden yemiştik, ama biz Galatasaray'dık. 75'de Nonda'nın yerine Kral girdi oyuna Kutlu Doğum Haftası'nın gazıyla. 1 dakika sonra da Arda çıktı yine sahneye. Sahanın belki de en kötüsü olan Barış nasıl becerdiyse daha önceki gol pozisyonlarında yaptığını yine yaptı, attı pasını, sonucu gol oldu. Barış'ın bu vasfına ağzım kaçık kalırken, zıpladım aynı zamanda en yakın arkadaşımın boynuna kırmaya niyetlenerek. Yeniden öndeydik işte. Telaşa gerek yoktu. Direnci iyiden iyiye kırılan Sivas'a öldürücü vuruşu yapmalıydık. Mortal Kombat'ta vardır "Finish him/her"... Öyle yapmalıydık işte. Sahanın yıldızlarından Ayhan'ın süper pasında sağ çaprazda topla buluşan Kral kendisini çekemeyenlerin suratına şampiyonluk tükürüğünü atıyor ve skoru 3-5'e getiriyordu. Fotomaç tarzı manşet atacak olsam "CimBom 3 Aşağı 5 Yukarı..." derdim.
Peki ben ne yaptım gün boyunca. Öğlen saatlerinde kalktım. Saat 14:00'da kahvaltı yaptım. Sonra Antalyaspor'un Süper Lig için kritik maçını takip ettim. Yendiler çok şükür. Sonra Tekerlekli Sandalye takımımızdan müjdeli haber geldi. Bayram kıldım o günü kendime. Akşam futbolcular da galibiyetle dönerse mutluluğuma mutluluk denmeyecekti. Lâkin yukarıdaki paragraflar arasında "endişe etmedik" dediğime bakmayın. Stresin, heyecanın kralını yaşadım. Her ne kadar geçen hafta Ali Sami Yen'de maçın heyecanına dayanamayarak son 3 dakikayı stadın tuvaletinde geçirsem ve milletin "Ah, uh, ohh" sesleri arasında kalpten gitme riski içinde olsam da o maçta bile bu denli stres yaşamamıştım. Zira maçın son 20 dakikasına kadar dayanabildim. Yanımdaki arkadaşlarımın "Suratın bembeyaz" uyarılarını dikkate almalıydım. Hem belki de yenilen gollerin sebebi bendim. Uğursuzdum belki de. Gitmeliydim. Taktım kulaklığımı ve bangır bangır çalan müziğin eşliğinde beynimi ve tüm benliğimi Sivas'ta bıraktım. Telefonumu bile sessize aldım. 20 dakikalığına dünyadan soyutlamalıydım kendimi. 20 dakikanın ardında telefonuma baktığımda yığınla cevapsız çağrı ve mesaj gördüm. Rahatlamıştım. İşimize yaramayacak bir sonuç olsa bu kadar rahatsız etmeye çalışmazdı arkadaşlarım. Göz ucuyla baktığım bir mesajda yazan "Kim attı kral attı..." yazısını görünce "Hüleaaaaaaayyn" diyerek katıldım yine aralarına. Sonra gittik zafere tokuşturduk kadehlerimizi.
Bugün de okula gittim. Fenerbahçe yöneticisi sayın Murat Özaydınlı'nın kızı sınıftan iyi bir arkadaşım. Bazen çatsa da bana bugün yaptığımız muhabbetin sonunda dün Saraçoğlu'nda taraftarların bir anlık umutlandığından bahsetti. Üzüldüm onlara. Kolay değil. 2 yıl önce ne çektiğimizi ben bilirim. Ama o kadar yani. Fazlası yok. Sonra ekledi arkadaşım: "Tebrik ederim. Hak ettiniz".
Ettik tabii!

4 Mayıs 2008 Pazar

Şampiyonuz!

"Finaldeyiz!" başlığının ardına çok yakıştı bu başlık. Evet, az önce sona eren maçta Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımımız, Madrid'de oynadığı Avrupa Şampiyonlar Ligi final maçında Almanya temsilcisi RSV Lahn-Dill'i 61-53 mağlup ederek şampiyon oldu. Şampiyonlar Lii'nde ilk defa mücadele eden Engelsiz Aslanlar turnuvayı namağlup şampiyon olarak tamamladı ve büyük bir başarıya imza attı. 2000 yılında futbolda elde ettiğimiz Avrupa şampiyonluğunun ardından 2008 yılında Avrupa'da bir kupayı daha sarı-kırmızı renklere boyadık.

Olmasa milyon dolar cebinde
Aslan ruhu var yüreğinde
Bu forma ölçülmez ki parayla
Engellere baş kaldır oyna...

3 Mayıs 2008 Cumartesi

Finaldeyiz!

Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, Madrid'de düzenlenmekte olan Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde dün grup maçlarını galibiyetle tamamlayarak bugün oynanacak olan yarı finale kalmaya hak kazanmıştı. Engelsiz Aslanlarımız bugün oynadığı yarı final mücadelesinde Fransız rakibi CS Meaux'u 77-63 mağlup ederek adını finale yazdırmayı başardı. Bu sonuçlarla birlikte çok büyük bir başarıya imza atan Galatasaray'ımız yarın saat 19:45'te oynanacak final maçında Almanya temsilcisi RSV Rahn-Dill ile Avrupa Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu için mücadele verecek.

Fenerbahçe: 82 - Galatasaray: 72

Bir hafta içindeki üçüncü Galatasaray-Fenerbahçe derbisi oynandı bugün. Bayanlar playoff final serisinin ikinci maçı yine Caferağa'da oynandı. İlk maçta rakibini yenerek seride 1-0 öne geçen Galatasaray'ımız bugün oynadığı serinin ikinci maçında ilk yarıyı 37-30 önde kapatmasına karşın sahadan 82-72 mağlup ayrıldı ve seride durum 1-1'e geldi. Serinin üçüncü maçı 7 Mayıs 2008 Çarşamba günü Ayhan Şahenk'te oynanacak. Seride toplam 3 galibiyet alan takım 2007/2008 Bayan Basketbol Ligi'nin şampiyonu olacak.

2 Mayıs 2008 Cuma

Şampiyonlar Ligi'nde Çifte Zafer

Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı bugün İspanya'da başlayan Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne bomba gibi başladı. Grubunda ilk maçını öğleden sonra saat 14:30'da yapan Galatasaray'ımız İtalya Ligi 2'ncisi AS Dream Team Onlus Taranto'yu 69-55 ile, saat 19:00'da oynadığı ikinci maçında ise Fransa Ligi 3'üncüsü Hyeres Handiclup'u 79-49 ile geçerek gruptan çıkma yolunda büyük avantaj yakaladı. Galatasaray'ımız gruptaki son maçında yarın sabah 10:30'da CD Fundeso Once Grupo ile mücadele edecek ve çeyrek finale ismini yazdıracak olan takımlar belli olacak.

Sevemem Artık...

"Sana bağlandım yollara düştüm
Gitme, seninle gelemem artık
Beni hiç eden sensiz hayatı
Sevmek istesem de sevemem artık
Acısı tarifsiz hallere düştüm
Senden başkasının olamam artık
Beni hiç eden sensiz hayatı
Sevmek istesem de sevemem artık
Aşkınla beni bin parçaya böldün
Daha bundan küçük olamam artık
Beni hiç eden sensiz hayatı
Sevmek istesem de sevemem artık..."

1 Mayıs 2008 Perşembe

4 Günde İkinci Darbe

Türkiye Bayan Basketbol Ligi playoff final serisinde karşılaştığımız Fenerbahçe ile olan ilk randevumuzdan 92-88 galip ayrılarak seride 1-0 öne geçtik. Deplasmanda karşılaştığımız rakibimiz ile ikinci maçımızı cumartesi günü yine Caferağa Spor Salonu'nda oynayacağız. O maçın ardından serinin diğer iki maçı Ayhan Şahenk'te oynanacak ve gerek görüldüğü takdirde bir sonraki maç için yine Caferağa'ya geçilecek. Galatasaray'ımızda Esra Şencebe kaydettiği 20 sayı ile takımının en skorer ismi oldu ve galibiyette de büyük pay sahibi oldu.