Topu topu 6 gün öncesi... Metalist'e evimizde yenilmişiz, kötü de oynamışız üstelik. Servet çarmıha gerilmiş, Ayhan ipe gönderilmiş, Barış'ı giyotin paklamış vesaire vesaire... Birçokları karalar bağlamış, ağzına geleni saydırmış.
"Ne verdin ki ne istiyorsun"'u utanarak karşılaması gerekenlerin yüzsüzlüğü tavan yapmış. Biz demiştik halbuki endişe edilecek bir şeyin olmadığını. Neticede Olympiakos'a top göstermeyen de Benfica'yı kendi seyircisi önünde rezil eden de bu Galatasaray'dı... 45 bin Türk'ün önünde Hertha'yı yenemeyecek miydik yani? Skor taraftarlarına selam olsun... En çok onlar sevinmiştir bu gece... Kutlu olsun!
Maça gelelim... Daha önce de söylemiştim, bu sezon takıma hakim olan tek konsantrasyon Avrupa'da başarı üzerine. UEFA Kupası'nda deplasmanda yapılan maçların tümünden galip ayrılıp da Süper Lig'de sadece Kocaelispor deplasmanından 3 puan çıkarıyorsanız, sanırım bunun başka mantıklı açıklaması yok. Olympiakos ve Benfica maçlarında bu hırsı görmüştük. Metalist sürprizi beklediğim bir sonuçtu, nedeni bana kalsın. Fakat Galatasaray'ın Hertha Berlin'i Berlin'de rahat yeneceğinden adımın Anıl olduğuna emin olduğum kadar emindim işte. Skor 1-0 olabilir, fakat oyunun genelindeki üstünlüğümüzü düşünürsek gayet de kolay kazandık işte maçı.
Bazı kırılma noktaları vardı maçta. Voronin ve Pantelic'in skor daha 0-0 iken müsait pozisyondan yararlanamamaları ve De Sanctis'in insanüstü iki kurtarışı bu kırılma noktalarına örnektir. Bu gece galibiyetten azını hak etmemiştik zaten, o poziyonlar golle sonuçlanmamalıydı. En nihayetinde maç boyunca bizdan yana biraz taraf tuttuğunu gözlemlediğim İtalyan hakem haklı bir penaltı çaldı. Haklı diyorum çünkü 25 Ağustos 2000'de alehimize çalınan penaltının hemen hemen aynısıydı. Baros da penaltıyı gole çevirince Lincoln gibi ellerimi göğe kaldırdım. Sanırım Lincoln, Baros ve Barış'a da ayrı birer parantez açmak lazım.
Lincoln bu sene bir başka... Hacettepe maçından sonra şüpheyle yaklaşıyordum kendisine ama beni yine yanılttı. Çok değil, birkaç ay önce bir "Defol git" demediğim kalmıştı. Şimdi karşıma çıksa ayaklarına kapanırım. Olması gereken Lincoln budur. Uzun zamandır sahada takıma liderlik edecek, oyuna hükmedecek bir oyuncunun eksikliğinden dem vuruyorduk, bulduk işte, sahibiz artık ona. Bu maçta Arda ve Sabri'nin yerine kaptanlık görevinin Lincoln'e verilmesi ise beni ayrıca mutlu etti.
Baros'a gelecek olursam beni çok şaşırtmış olduğu ile devam edebilirim mesela. Takıma katıldığı günden bu yana 3 gol birden atmış olduğu Hacettepe maçı dahil bu kadar etkili görmemiştim Milan Baros'u. Ayağında top tutmayı ve top sürmeyi bile başardı. Varın siz düşünün dahasını...
Bir de atlanmaması gereken başka bir isim, Barış Özbek var tabii. Metalist maçında kurban ilân edilen adam bu gece Ayhan'ın yokluğunu aratmadı bile. En klasik tabirle bir dinamo gibi çalıştı. Barış'ın en sevdiğim yönü de bu; mücadeleciliği!
Skibbe'nin Süper Lig'deki tek forvet tercihine karşı olsam da aynı tutumu UEFA Kupası'nda göstermesinin de taraftarıyım. Bizi bu kupada hedeflenen yere götürecek bir sistem varsa o da bu sistemdir. Sadece Nonda'ya biraz üzülüyorum, o kadar.
Galatasaray 3.tura çıkmayı sonuna kadar hak etmiştir, kim ne derse dedin. Gruptaki en büyük rakiplerinizi iç saha dış saha ayrımı yapmaksızın eze eze yeniyorsanız, bunun hakkı grup liderliğidir. Şayet Metalist deplasmanda Benfica'yı yener de grubu lider tamamlarsa, biz de Şampiyonlar Ligi'nden gelecek takımları buyur ederiz soframıza. Bu saatten sonra Galatasaray ile eşleşecek olanlar düşünsün! Madem ki hedefi final olarak koyduk, o yüzden biz rakip ayırt etmiyoruz.