26 Ekim 2009 Pazartesi

Fenerbahçe: 3 - Galatasaray: 1

Söyleyecek sözüm çok. Nereden başlayacağımı bilmiyorum, fakat bir yerden başlayacağım ki şu an tek bildiğim bu. Evet, epey doluyum. Normali de bu. "Uhuuu, biz Galatasaraylı'yız oğlum, yenildiysek ne olmuş yani? Onların tek amacı bizi yenmek değil mi zaten, uhuuuuuuuu!" mantığıyla gidenlere de, kusura bakmasınlar, bugün anlam veremeyeceğim. Söyleyecek sözüm çok bugün. Hepsini dile getirebilecek miyim, onu da bilemiyorum. Bir yerden ilk kelamı edeceğim önce, sonrası... Gidebildiği yere kadar! Gitmediği yerde, durup motorun soğumasını bekleyeceğim sanırım.
Allah var, bir haftadır maçı düşündükçe karnıma saplanan tarifi namümkün ağrıyı ancak çeken bilir. Mesele Beşiktaş ile olan mücadelemizin adı da derbi. Fakat bu hissi yaşatmıyor kesinlikle. Bunun sebebinin, genelde, Beşiktaş'a karşı üstün oluşumuz olduğuna da inanmıyorum. Yine de böylesi daha makbuldür belki, bilemedim şimdi. Uzun zamandır Fenerbahçe maçları işkence ile eşdeğer benim için. Üzülerek belirtmem gerekiyor ki bu maçların oynanacağı haftanın bir an evvel bitmesini istiyorum. Yine söylemeliyim ki Şükrü Saraçoğlu'nda oynanan son üç Fenerbahçe-Galatasaray maçını izlemedim ben. Dünkü dahil... O iki saatlik süre zarfı içerisinde elimden geldiğince soyutluyorum kendimi dünyadan. Nasıl becerebildiğimi birilerinin bana sorması gerek tabii ama oluyor işte bir şekilde. Dün mesela... Maç öncesi görüntüleri izliyorum evde. Son 10 yılı aklıma getirmemeye çalışıyorum. Hagi'nin "Galatasaray'ın adının olduğu her yerde umut vardır" sözünün peşinden gidiyor olacağım ki az da olsa bir umut yeşertiyorum yüreğimde bu maça dair. Sonra düşünüyorum... Kadıköy'deki son galibiyeti aldığımız maçı bir türlü hatırlayamıyorum. Aralık 1999'da yaşım kaçtı ki? Oturup maç izliyor muydum acaba? Bunun önemi yok zaten. Düşünüyorum ve Hagi'nin sözünün geçersiz olduğu tek yerin Papazın Çayırı olduğuna kanaat getiriyorum. Neyse... Maç öncesi futbolcuların taraftarı selamlamaya gittiğini görüyorum. 10 yılın getireceği bir motivasyon olmalıydı. Umudum bunaydı aslında. Yanılgımı anlamam için pek bir süre geçmesine gerek yokmuş. Geçen yıldan sabıkalı takım kaptanımız Arda Turan, ısınmaya çıkan Fenerbahçeli futbolcuların arasına dalıp yumruklarını konuşturmaya başladı. Maçın kaybedildiği, az olan umudumun da söndüğü an o andı aslında. Kimse bana olayları F.Bahçeli oyuncuların körüklediğini anlatmaya çalışmasın, çünkü anlamamakta ısrarcıyım. Galatasaray'ın motivasyon konusunda bir sıkıntısı olduğu son derece aşikâr. Ben dünya üzerindeki hiçbir takımın derbi maçlara böylesine bir motivasyon ile hazırlandığını sanmıyorum. O an yaşananların başta Arda olmak üzere, takımdaki tüm oyunculara negatif bir etki edeceğini anlamak için müneccim olmaya gerek yok. Bunu da geçelim... Ayrıntılara sonra değineceğim zaten. Maçın başlamasına 10 dakika kala evden dışarı attım kendimi. Kadıköy'deki maçları izlememenin bünyede yarattığı sinir ve stres, izlerken oluşandan daha hafif, deneyebilirsiniz gelecek sene. Deniz kenarına gittim ve iki geçmek bilmeyen saat boyunca öylece oturdum. Ali Sami Yen'de Nonda'nın golüyle 1-0 kazandığımız maçın son 10 dakikasını bile stadın tuvaletinde geçirmiş biri olarak Kadıköy'deki maçları izlememeyi tercih ediyor olmam kadar doğalı yoktur herhalde. Eve geldiğimde uzatma anları oynanıyordu. Kapıdan şöyle bir baktığımda Guiza seviniyordu. Geçelim...
Takımın motivasyon yönteminden bahsedelim... Aslında Baklavasına'da bilog bu konuda söylenebilecek her şeyi yazmış. Galatasaray o stada adım attığı an farklı bir kimliğe bürünüyor. "O stada çıktığımızda ayaklarımız titriyor" diye yakınan Türk futbolcuları zaten geçtim. Elano, Kewell, Baros, Keita, Franco, Nonda... Bunlar Avrupa'da üst düzey stadyumlarda, pek çok üst düzey maça çıkmış isimler. Bu adamlar bile kimliklerini kaybediyorsa, sözün bittiği yerdeyiz bence. Yoksa iki sene içinde Benfica, Hertha Berlin, Bordeaux, Hamburg, Panathinaikos gibi takımlara karşı muhteşem sonuçlar elde eden bir Galatasaray'ın, saydığım ekiplerden zerre artısı bulunmayan bir Fenerbahçe karşısında bu denli aciz görünmesinin başka bir açıklaması yok. Ben Fenerbahçe'nin derbilere hazırlanma sürecini çok merak ediyorum. Nasıl yapıyorlar bilemiyorum ama bu işi çok iyi yaptıkları kesin. Galatasaray ve Beşiktaş ile yaptıkları son 18 lig maçında sadece tek bir mağlubiyet aldılar ki bunu her iki takımdan da üstün bir kadroları olduğu için yapmıyorlar. Kendilerine güvenleri var bir kere. Galatasaray'ın bu konudaki en büyük sıkıntısı 10 senedir sürekli mağlup olmanın bir getirisi olarak her sene ilk hedef olarak galibiyeti görmesi, sinirlerine hakim olamaması, ilk golü kalesinde görünce dağılması. Bunun önüne geçebilecek bir yöntem buluncaya dek tarih tekerrür etmekten sıkılmayacak maalesef.
Gaziantep'de oyuna kenardan çıkmak istemeyen Arda'nın önüne geçip adeta siper ören, Saraçoğlu'nda olmayacak bir penaltıya düdük çalan, Galatasaray'ın haklarını verecek kadar cesur olamayan, suratsız bir adam hakkında ise söyleyecek fazla sözüm yok. Dilimizde tüy bitti, değişmeye niyeti olmayan adamları sopayla mı değiştireceğiz? Oğuz Sarvan'ın kendisi neydi ki, Hakem Komitesi Başkanlığından ne olsun? Bunu da geçiniz...
Arda Turan'a değineceğim biraz. Arda'ya başında beri inanmış biri olarak söyleyebilirim ki dün gece Arda'nın Galatasaray defterine kara bir leke olarak geçmiştir. Bu sadece benim iddiam. Ben kimim? Bir Galatasaray taraftarı... Kimsenin şeyine takmayacağı bir adamım. En azından bu hususta. Neden? Çünkü aykırı düşünüyorum. 22 yaşındaki, henüz kendisini dizginlemeye gücü yetmeyen birini kaptan yaptık biz. Takım arkadaşlarına örnek olması gereken bir adamdı bu. Geçen sezon Ali Sami Yen'de oynanan maçtan sabıkalı olmasına rağmen bir sonraki maçın başlamasını bile bekleyemedi ve kanımca takımın tüm bir hafta boyunca yaptığı tüm hazırlıkları tek başına heba etti. Böylesine bir maçta oyunu gereksiz yere germenin, takım arkadaşlarının motivasyonuna doğrudan etki etmenin, taraftarın beklentisiyle oynamanın hakkını kim veriyor acaba Arda'ya? Adım gibi biliyorum ki dün akşam "Yürü be Arda, bir tane de benim için çak" diye haykıran yığınla Galatasaraylı bulabiliriz. Tamam, milyar liralık elbiseleri üzerine çek. Sonuçta kazandıklarının yanında o rakamların esamesi okunmaz ama taraftara bunu yapma, o çok sevdiğin camiana bunu yapma. Hakkın yok buna. Maçın başındaki gerginlik olmasa Keita oyundan atılır mıydı acaba? Onbir kişi ile devam etsek maçın sonucu ne olurdu? Olasılıklar üzerinden konuşmayı sevmem. Seven varsa, sorular bunlar işte. Metin Oktay'ın formasını giyeceği için 10 numarayı ve kaptanlığı kabul ettiğini dile getiriyordu Arda. Birilerinin Arda'ya Metin Oktay'ın durduk yerde Metin Oktay olmadığını anlatması gerekiyor acilen.
Kısa bir süre öncesine kadar Fenerbahçe mağlubiyetleri sonrası uyku sözcüğü kaybolurdu hafızamdan. Maç sonrası spor programlarını izlemeyi bırakın, ne bir hafta boyunca televizyonu açardım ne de birkaç gün doğru dürüst yemek yiyebilirdim. Hani psikolojide öğrenilmiş çaresizlik vardır ya, işte bizim durumumuzun gittiği yer de sanıyorum ki burası. Dün akşam spor programlarını bile izledim, koymadı pek. Talihi değiştirebilme imkanı olanlar bu uğurda kendilerini yormamış, hırpalamamış, sıkıntı çekmemişken ben niye kendimi bu işkenceye mahrum bırakacaktım ki? Ne de olsa onlar dün gece, dün gece olmasa bile bu geceden itibaren başlarını yastıklarına rahat koyacaklar. Cepleri para dolu, kazanırlarsa tabii ki mutlu olacaklar, kaybederlerse de acısı anlık olacak. Fakat umudunu onların becerisine bağlamış milyonlarca kişi, tutunacak tek dalı takımı olan binlerce taraftar, bir o kadar suratsız karşısında ağzını açamayacak, öyle mi? Yok ya!
Dedim ya, Kadıköy'deki son karşılaşmamızı hatırlamıyorum ben. 13 yaşındaymışım o vakit. Az değilmişim ama hatırlamıyorum işte bir şekilde. 10 sene geçmiş üzerinden... Bir 10 sene daha geçebilir üzerinden, belki de daha fazla. Sorun ettiğim bu değil ki benim.

NOT: Dün gece maçtan sonra hiç yapmadığını yapıp, dakikalarca o iğrenç müzikler eşliğinde hoplayıp zıplayanları gösteren, ara ara boynunu eğip oturmuş Galatasaray taraftarlarını da kadraja alıp harmanlayan Lig TV'nin ise yatacak yeri yok.

Hiç yorum yok: