26 Aralık 2006 Salı

Taçsız Kral

Onu hiç görmedim, cızırtılı bantlardan kalma nostalji kayıtlarını saymazsak tabii. Aramızdan ayrıldığında henüz 5 yaşındaydım, dünyanın ve hatta futbolun pek bir anlamı yoktu benim için o zamanlar. “Sadece hangi takımlısın?” diye soranlara “Ben Gassaraylı’yım!” diyerek cevap veriyormuşum, o kadar. Sorsalar nedenini de bilmezdim belki de ya da çok bilmiş Türk çocuğu modunda cevap olarak “Babam öyle istiyor” yanıtını verip, pası babama atabilirdim. Belki de yapmışımdır bunu, kimbilir? Aradan birkaç yıl geçtikten sonra kendimi maç izleyen babamı gözlerken buluyorum. Televizyonun karşısında kendini yiyip bitiriyor. Ekrana bakıyorum bizim takım bir topun peşinden deliler gibi koşturuyor. Renklerinden tanıyorum bizim takım olduğunu da, hani küçüklüğümden beri üstümden sarı ve kırmızı hiç ayrılmadığından. O gün babam alıyor beni de yanına ve o an başlıyor anlatmaya. Ekranda maç var ama sadece o gün için bekleyebilir belki de. Babama göre artık Galatasaraylılığın sadece sıradan bir kelime olmadığını öğrenme zamanım gelmişti ve bu yüzden ekrandaki maç bekleyebilirdi.
Anlatılanlara göre dedem zamanının en koyu Fenerbahçeliler’inden biriymiş. Babam ise birçok Galatasaraylı ile aynı sebepten dolayı dedemin tüm ısrarlarına karşı koyarak Galatasaraylı olmaya karar vermiş. Babamı çark ettiren ne miymiş? Sırt numarası “10“ olan Galatasaraylı bir futbolcu. “Bir oyuncu nasıl bir insanın ömrü boyunca tutacağı takımı belirlemesinde etken olur ki?” zamanında bu soruyu soruyordum kendime. Günümüzde yeşil zeminler üzerinde top koşturan ve futbol yaşantıları boyunca on tane takım değiştirip her gittikleri takımda “Ben doğuştan x takımlıyım”, “Benim babam da bu şehrin evladı”, “Kalbimin bir tarafı aslında hep y takımı için çarpıyordu” gibi klişeleşmiş laflar eden futbolcuları gördükçe ve onları dönemin şanslı Galatasaraylıları’nın ve futbolseverlerinin izleme şansı bulduğu Metin Oktay’la karşılaştırınca, artık “Neden olmasın ki?” diyerek cevaplıyorum kendi sorumu.
Birçok fanatik taraftarın aksine kulüpler için kupalardan, madalyalardan ya da her türlü başarıdan daha önemli değerler vardır benim nazarımda. Öyle ki Galatasaraylılar için her ne kadar UEFA Kupası ve Süper Kupa gibi başarılar en üst seviyede gurur kaynağı olsa da, bir Metin Oktay’ı düşününce onun gibi bir sembolün aslında, ne UEFA Kupası ne de Süper Kupa’dan daha az değerli olduğunu düşünüyorum. Bir kulüp için sembol olmak, bayrak adam sıfatı taşımak birkaç senede elde edilebilecek bir paye değildir. Kupalar, başarılar her zaman elde edilebilir ama günümüzde bazı değerlere ulaşmak hiç de kolay değildir.
İşte Metin Oktay, Galatasaray’ın ve Türk futbolunun hem efendiliğiyle hem de oynadığı futbol ve attığı gollerle bir numaralı efsanesidir. Futbola başladığı Damlacıkspor’dan Galatasaray’a uzanan yolculuğunda prensiplerinden hiç ödün vermemiştir. Tüm olumsuz şartlara rağmen bir adım dahi geriye gitmemiş, daima kendini geliştirmeyi bilmiştir. Türk futbolunda profesyonelliğin ilk tohumları onun sayesinde atılmıştır. Futbolculuğu sırasında kırılmadık rekor bırakmamıştır. Bunlardan biri 38 gol ile bir sezonda en fazla gol atma rekorudur. Bu rekor daha sonraları kırılmıştır, ancak oynanan maç sayıları ve rekoru kıran oyuncunun attığı şaibeli golü düşünürsek rekoru hâlâ Metin Oktay’ın elinde olarak varsayabiliriz. Söz konusu otuz dokuzuncu golü Metin Oktay olsa rekoru kırmak için atar mıydı? Hiç sanmıyorum.
Metin Oktay futbolculuğu kadar insanlığıyla da adından söz ettirmiş bir futbolcu. Fenerbahçe ağlarını yırttan golünden sonra sırf rakip takım utanmasın diye maç bitiminde yırtılan yere koyduğu şemsiye, Fenerbahçe’nin “fiyatı sen yaz” diyerek uzattığı mukaveleyi “Bizi sevenlere ihanet etmeyelim” diyerek geri çevirmesi, futbol yaşantısı boyunca gördüğü tek kırmızı kartın ardından küfür yediği tribünlerin önüne gidip de beline kadar eğilip selam vermesi, karısının “Ben mi Galatasaray mı?” restini reddedip “Ben zaten Galatasaray ile evliyim” diyerek görmesi, bir maçtan sonra kendisine maç boyunca nefes dahi aldırmayan 18 yaşındaki bir savunma oyuncusunun yanına gelip, fotoğraf çektirme talebini “Asıl ben seninle fotoğraf çektirmek istiyorum, çünkü bu maçın kahramanı sensin” diyerek yanıtlaması onun ne kadar iyi bir Galatasaraylı ve daha da önemlisi insan olduğunun en güzel kanıtıdır.
Babamla oturduğumuz o günü hatırladım yine. Bana tüm bunları anlatırken “acaba” dedim kendi kendime, “Acaba kulübüne böylesine sadık başka bir insan olabilir mi yeryüzünde”. Hayatı boyunca yediği tek kırmızı kart sonrasında “Ben taraftarların yüzüne artık nasıl bakarım” diye yaptığından utanan bir oyuncuyu dünyanın başka neresinde görebilirsiniz ki? Metin Oktay bir efsanedir. Günümüzde dünyanın hangi stadyumunda ölümünün üzerinden 15 yıl geçtikten sonra bile tribünlerde on binler tarafından adı haykırılan bir futbolcu görebilirsiniz ki? Göremezsiniz, çünkü bu onur sadece Galatasaraylılar’a aittir. Galatasaray terbiyesini almış, Galatasaraylılığı yüreğinde hisseden insanlar naildir bu gurura. Yıllardır “Taçsız Kral”ları uğruna yaptıkları besteyi söylüyorsa Galatasaray taraftarı, bırakın söylesinler. Bırakın, tek aşkına yıllarını veren ve ölürken dahi üzerinden sarı ile kırmızıyı eksik etmeyen Kralları’nı hakettiği şekilde ansınlar. Metin Oktay bir kulübün sembolü olmak için gereken kriterlerin hepsini yerine getirmiştir ve bunu bugün Galatasaray’ın Florya’daki tesislerinde görebilirsiniz, Ali Sami Yen’de görebilirsiniz ve dahası en açık şekilde Türk futbol tarihine göz gezdirirseniz görebilirsiniz.
Babam Metin Oktay’ın Galatasaray’daki son maçıyla bitiriyor anlattıklarını. O sırada ekrana bakıyoruz, maç bitmiş. Hemen soruyorum “Bir gün Metin Oktay’la tanışıp ona teşekkür edebilir miyim?” diye. “Niye ki?” diyor babam. Ardından da ekliyor; “Şans trenin birkaç sene önce kalktı oğlum!” diye. İşte o an hiç az önce dinlediklerim dışında hiçbir şey bilmediğim bu adam için gözümden akan iki damla yaşı farkettim. Babam gururla gülümsedi ve “İşte Galatasaraylılık budur” dedi. Ona göre artık gerçek bir Galatasaraylı’ydım. Metin Oktay’ın o an yaşamadığı gerçeğiyle yüzleşmiştim. Bir gün ona ulaşıp, babamı Galatasaraylı yaptığı dolayısıyla beni de Galatasaraylı yaptığı için teşekkür edemeyecektim. O gece yatağa girdiğimde Metin Oktay gibi bir Galatasaraylı olmak için yemin ettim kendi kendime. Bir Metin Oktay ölürdü, binlercesi yaşamaya devam ederdi. Aradan geçen yıllarla birlikte serpildim, büyüdüm. Maçları televizyonda değil mabedimiz Ali Sami Yen’de izlemeye başladım. Tanımadığım binlerce kişiyle kardeş oldum, omuz omuza girdim. O anlarda aklıma hep onu getirdim. Çünkü benim nazarımda Galatasaray denince akla gelen ilk isim oydu. Ali Sami Yen’deki her maçta onun tohumlarını attığı Galatasaraylılık ağacının bir dalı olmaktan gurur duydum. Ve en önemlisi her maçta onun da bizimle birlikte orada olduğunu hissettim. Eee ne demişti Haldun Taner; “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değildir”!

Hiç yorum yok: