Toplumun farklı sosyal ve ekonomik katmanlarından gelen, farklı eğitimler, farklı terbiyeler almış, olayları ve gerçekleri değerlendiriş biçimi birbirinden farklı milyonlarca insanın tuttuğu takımın, milyonlarca farklı insanın bir araya gelerek oluşturduğu camianın karakterinden bahsetmek boştur. Asılsız ve temelsizdir, havaya sallanan genellemelerdir. Aslında bütün futbol kulüpleri aynıdır. Mıdır? Adını hatırlamadığım bir yazar abinin çok iyi hatırladığım bir sözü var: “Objektif olacaksam niye takım tutuyorum?”
80'lerde doğmuş bir çocuğum. Etrafımda takım tutan bir tane bile adam yok. Babam futbolsever, ama o kadar. Etraftaki çocukların hepsinin tuttuğu bir takımı var ama. Zaten gazetelerin arka sayfalarında, televizyonda, ailece Avrupa Yakası'na, Kapalıçarşı'ya gittiğimizde yoldan geçen abilerin boyunlarında, hep ikili renkler var. Kırmızıyla sarı mesela, yan yana gelince ateşi hatırlatıyor. Bi’ sıcaklık var, canlılığı var. Bi’ güzelliği var ama ne? Yuvadaki el işlerini sarı-kırmızı yapıyorum, çok güzel oluyor.
Sonra 6 yaşındayım. Babam hâlâ takım tutmuyor, ama haberlerden sonra spor haberlerini de izliyoruz beraber: Galatasaray yenilmiş, Hakan yine gol atamamış. O gece yatmadan önce “Hakan Şükür çok üzülmüş müdür acaba?” diyorum. “Yenildiler diye kimse Galatasaray'ı sevmezse ne kadar kötü olur.” diye düşünüyorum ve kendimce hiç kaçamayayım diye, çark edemeyeyim diye işi garantiye alıyorum. O gece ölene kadar, sonuna kadar Galatasaraylı kalmaya yemin ediyorum.
Çok yıllar maçlara gidemiyorum, beni götürecek kimse yok. Ben annem ve kardeşimle şehir dışındayken gazetelerden Galatasaray haberlerini kesip saklaması için görevlendirdiğim babamda bir sarı-kırmızı sempatisi uyanıyor ama yavaştan. Döndüğümüzde Feldkamp çok iyi gidiyor; “Galatasaray şampiyon olacak!” diyor. En nihayetinde Galatasaray şampiyon oluyor. Ben şampiyon takımın taraftarı oluyorum. Futbolda gol, pas ve kaleci dışında birşey bilmiyorum ama övüncümün haddi hesabı yok. Çünkü ben haklı çıktım, ben bırakıp gitmedim, ben geleceği gördüm. Ben hepsinden güzel olanı tutuyordum. Büyüdükçe diğerlerini gözlemliyorum. O sarı-lacivertli çocuğa bakıyorum. Gıcık oluyorum ona. Bir maç kazandılar diye hemen şişiniyor, hemen etrafına laf atmaya başlıyor, yükseklerden atmaya başlıyor. Ben pek bir şey diyemiyorum. Hem zaten biliyorum, arada ne olursa olsun en sonunda ben haklı çıkacağım. Çünkü ben hepsinden güzel olanı tutuyorum. Benim takımım alçakgönüllü. Çok güzel oynayınca çok gurur duyar, başı dik gezer. Şansı yaver gittiği için ezildiği maçtan 1-0 galip ayrılınca bununla övünmez, çok daha iyi oynayan karşı tarafın şanssızlığıyla yıllarca dalga geçmez; benim takımım için bu küçük düşürücü olur. Çünkü benim takımım içi boş büyük lafların değil büyük icraatların takımıdır. Önce çalışır, hakeder, yapar, sonra hak ettiğiyle övünür. O yüzden önce konuşup sonra başaramayınca maruz kaldığı tepkilerden ne yapacağını şaşırmış duruma gelmez.
Hem sonra Galatasaray taraftarının paylaştığı, zaten istese de kimseye açıklayamayacağı bir sır vardır. Avrupa'da kupa almanın yaşattığı gurur değildir bizimkisi, bunu kimse anlayamaz. Bizim gururumuz senelerce her takımın kullandığı “Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu Türkler’in ayak sesleri” tezahüratını en son kullanan olmaktır. Levent Özçelik “Korkunç bir şey” diye sayıklarken, Fatih Terim'in yere çöküp ağladığı sahnedir. Çünkü bizim başarımız o zamanın “korkunç bir şey”idir, bir rüyanın gerçek olmasıdır. 14 sene şampiyon olamadığı halde bir takımdan vazgeçmeyen taraftarın ödülünü haketmiş olmaktan duyduğu haklı gururdur. İlk olmaktır. Bugün Türk takımları için Avrupa'da başarı değil başarısızlık anormalse bunun sebebi olmaktır. O kupayı da, daha iyilerini de başka Türk takımları inşallah defalarca alacaklar, ama kimse ilk olmayacak. Galatasaray ilkti, bizi sevincimizden gözlerimizde yaş kalmayana kadar, hüngür hüngür ağlatan takımdı.
UEFA Kupası'ndan sonra dayanamayan babam beni ilk kez maça götürdü. Ben ortama anında ayak uydurup zıplarken o şaşkın şaşkın etrafına bakındı, bir stadın hep bir ağızdan şarkı söylemesine güldü, beceriksizce eşlik etmeye çalıştı. Galatasaray o maçı da kazandı, hem de iyi oynayarak. Biz gururumuz hiç bitmeyecek sandık. Haklıymışız zaten, hiç bitmedi, hiç utandırmadı bizi Galatasaray. Sadece üzdüğü ya da kızdırdığı, isyan ettirdiği zamanlar oldu. Ezeli rakibimiz Fenerbahçe bizi 1-0 yendi. Onların tek kale oynanmış maçla sevinçten çıldırdığını görüp gurur duyduk. Hasan Şaş, Real Madrid'e daha ilk yarı 2-0 yenikken maçı bırakmadı, golünü attı Lucescu'ya sarıldı. Hagi, Roberto Carlos'a öyle bir çalım attı ki, gurur duyduk.
Hagi'yi çok sevdik, bir de Bülent Korkmaz'ı. Arif'e düzenbaz diyenlere göz yumabilirdik ama Hagi'yle Kaptan'a söz edenler gözümüzden düşerlerdi. Onların özverisini örnek aldık. Hagi'nin gollerden sonraki gülümsemesi, Kaptan'ın sakat koluyla maça devam etmesi gözümüzün önünden hiç gitmeyecekti.
Her takımın inişleri çıkışları olur. Ben Galatasaray'ın iniş(ler)inde komik duruma düştüğünü hiç görmedim. Gollerin zincir gibi geldiği 6-0’lık maçın dördüncü golünde dayanamayıp kalkıp gitsem de Galatasaray'dan o maçta bile utanmadım. Çünkü Galatasaray 6 gol yiyecek kadar kötü değildi, rakip 6 tane atacak kadar iyiydi. Futbolcularımızın dövüldüğünü hiç görmedim, maçlarda küfür olunca susturan abileri gördüm. Tezekler, çürük yumurtalar ve sidik torbalarıyla karşılandığımız stadtan sonra buna karşılık vermeyen taraftarı, boynunu eğmediği için küçük düşürülmeye çalışılan futbolcuları gördüm. Hagi'nin giderken verdiği basın toplantısını net göremedim, gözlerim ıslaktı.
Benim tuttuğum camiada taraftarların babaları, kardeşleri gibi sevdikleri, en yakın dostu gibi inandıkları şeyi emanet edebilecekleri, samimiyetinden şüphe etmeyecekleri, her şeyden önce saygı duydukları futbolcular, teknik direktörler, yöneticiler vardı. Her maç bir umut vardı, çünkü karakter vardı. Her maçta Galatasaray'ı yeni baştan sevmek, ona yeniden bağlanmak güzeldi. Galatasaray belki bu yıl, belki seneye, eninde sonunda yine şampiyon olacak, tüm diğer rakipleri gibi. O şampiyonluklar, arada kalan sürede Galatasaray'a verdiğimiz emeğin karşılığı olacak. Hatırladınız mı “sevgi emekti”. Biz, sapına kadar sübjektif, sapına kadar mantıksız, sapına kadar kör, sonuna kadar Galatasaray'ın tarafında duracaklar biliriz ki, en güzeli Galatasaray'ı üzgünken sevmektir. Bir dostun en yakınında olmak, ona destek olmak, derdini paylaşmak derdi azaltır, sizi gerçek dostlar yapar ya, biz Galatasaray bizi her gülümsettiğinde kupaların, ünvanların değil, emeğimizin karşılığını almanın mutluluğunu yaşarız. Bu bizim sırrımızdır.
NOT: Ekşi'den alıntıdır. Hastasıyımdır... Oda duvarına asılası, her maçtan sonra okunasıdır.