29 Ağustos 2009 Cumartesi

Ve Gün Gelir Döner Devran...

2001 yılının mart ayının son günleriydi sanırım. Galatasaray Ali Sami Yen'de Beşiktaş ile lig maçına çıkacak, bu maçtan 3 gün sonra da Şampiyonlar Ligi çeyrek final ilk karşılaşması için Real Madrid'i ağırlayacaktı. Hafife alınacak bir durum yoktu. Rakip Real Madrid en iyi dönemini yaşıyordu. İşin ucunda Şampiyonlar Ligi vardı ve zaten fedakarlık yapan Galatasaray aynı düşünceyi ülke içindeki rakiplerinden de bekliyordu. Bu vesileyle Beşiktaş maçının ertelenmesi istenmiş, başta rakip Beşiktaş olmak üzere Fenerbahçe de bu maçın ertelenmesine karşı çıkmıştı. Sonrası malum... Galatasaray önce Beşiktaş'ı sonra da Real Madrid'i devirdi.
Bugün spor gündemine baktığımda Beşiktaş'ın 13 Eylül'de oynanması beklenen Galatasaray maçının ertelenmesi için Futbol Federasyonu'na başvuracağını okudum. Bunun sebebi ise Beşiktaş'ın 15 Eylül'de Manchester United ile oynayacağı Şampiyonlar Ligi ilk maçı. Gülmemek elde değil gerçekten... Bir zamanlar inat edenler, yola çomak sokmak isteyenler şimdi nasıl bu denli yüzsüz olabiliyorlar, anlamak gerçekten mümkün değil. Bakalım Federasyon aynı 'duyarlılığı' gösterebilecek mi?

28 Ağustos 2009 Cuma

UEFA Avrupa Ligi Grup Kuraları

5-0'ın rövanşında dün akşam Estonya'da oynanan maç 1-1 sona erince Galatasaray resmi olarak adını UEFA Avrupa Ligi gruplarına yazdırdı. Maçın üzerinden henüz 24 saat bile geçmeden grup kuraları çekildi ve Galatasaray kendisine F Grubunda Panathinaikos, Dinamo Bucuresti ve Sturm Graz ile birlikte yer buldu. Kura çekimi öncesi torbalara göz attığımızda seribaşlarının toplandığı ilk torbanın Şampiyonlar Ligi ayarında olduğunu gördük. Öyle ki son torbada bile Trabzonspor'un bu sezonki Avrupa macerasına son veren Toulouse ve geçtiğimiz sezon Serie A'da parlak bir grafik çizen Genoa'nın bulunduğunun da altını çizmek gerekiyor. İlk torbaya baktığımda o kadar takım içinden istemediğim tek ekip olan Pana'yı çektik. Geçtiğimiz sezondan bu yana büyük bir atılım içinde Panathinaikos. Deplasmandaki maçın bir hayli zor geçeceği bariz.
Üçüncü torbadan ise Hertha Berlin'i çekmeye ramak kalmıştı ki Romanya temsilcisi Dinamo Bucuresti'yi grubumuzda bulduk. Deplasmanda oynanacak maçın seyircisiz yapılacağını düşünürsek güzel bir eşleşme olduğunu da iddia edebiliriz. Malum geçen sezon Romanya'daki atmosferi unutmak mümkün değil...
Son torbadan çıkan son takım olan Sturm Graz ile birlikte grubun arkası dörtlenmiş oldu. Bana sorarsanız 2000 sonbaharından bu yana bekliyordum bu eşleşmeyi. Arnold Schwarzenegger Stadyumu'nda yapılanlar hâlâ aklımdadır. Kinimi, intikam ateşimi karıştırmayayım şu oyuna diyorum ama olmuyor sanki... Akacak kan durmuyor damarda!
Dişimize göre bir gruba düştüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz. Fikstür de gayet güzel görünüyor. 17 Eylül'de oynanacak grubun ilk maçı için komşumuz Yunanistan'ı ziyaret edeceğiz. 1 Ekim ve 22 Ekim'de sırasıyla Sturm Graz ve Rapid Bucuresti'yi Ali Sami Yen'de konuk edeceğiz. 5 Kasım'da seyircisiz oynanacak maçta Rapid Bucuresti'nin konuğu olacağız. 3 Aralık'da İstanbul'da oynanacak Panathinaikos maçı ile fikstürün iç saha kısmını tamamlayacağız. Grubun son maçını ise 16 Aralık'da Sturm Graz deplasmanında oynayacağız. Kişisel görüşüm grubu ikinci sırada tamamlayıp son 32'ye kalacağımız yönünde.

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Galatasaray: 4 - Kayserispor: 1

Yazıya bir yerden girmek lazım ama izin vermiyor Galatasaray edebiyat yapmaya. Uzun uzun cümleler kurmak yerine kısa ama yıkıcı cümleleri tercih ediyor takım bu sene. Kayserispor her zaman ligin kalburüstü takımlarından olmayı başardı. Fakat inatçı direncini Ali Sami Yen'de bir türlü sergileyemiyor. İstanbul'da oynanan maçlarda Galatasaray rakibine genellikle ağır gollü mağlubiyetler tattırıyor. Geçen sezon bir kaza olmuştu ama onu saymıyoruz tabii, geçen sezon başlı başına kazaydı zaten.
Sezonun ilk resmi maçında izlediğimiz Galatasaray ile bugünkü arasında dağlar kadar fark var. Her geçen gün de üstüne koymaya devam ediyor takım. Çok iyi bir futbol ortaya konuluyor mu, göreceli bir karar bu. Ancak kesin olan bir şey var ki o da Rijkaard'ın takıma bir hava getirmiş olması. Adam "Oynadığınız oyundan zevk alın" diyor. Galatasaray bu sezon oynadığı 8 resmi karşılaşmada rakip filelere toplam 29 gol bırakıyor. Bundan büyük zevk olur mu?
Şimdilik her şey yolunda gidiyor. Bu şekilde devam ettiği sürece de kimseden çıt çıkmayacak gibi görünüyor. Elbette bir sonunun geleceğini biliyorum ve kafamda canlanan pembe tablo tam da bu anda kararıyor. Basın ve taraftar Galatasaray'ı giderek "yenilmez" görmeye başladı. Öyle bir resim çiziliyor ki bu Galatasaray sanki uzaydan indi. Alınacak olası bir yenilgide taraftara çok büyük iş düşüyor, uzun laf ancak bu kadar kısa anlatılabilir.
Milan Baros her ne kadar kötü bir performans ortaya koysa da attığı 2 golle sevindirdi. Yine de formda bir Nonda'yı kulübede görmek üzüyor insanı. Kulübede adam olmayınca isyan edip, olunca da mutluzluğa boğuluyorum. Evet, garip oldu bu.
Keita ve Elano'ya da değinmek gerek. Güncan Bilgiç (Yoksa Bilmiş miydi?) beyaz camda durduğu kadar uslu duramıyor gazetede? Verip veriştirmişti geçtiğimiz hafta Elano ve Keita'ya. Keita bu kadar iyiyse Lyon neden bırakmış? Elano iyiymiş fakat bir Deivid kadar yokmuş! Keita zaten ağzının payını vermişti ve vermeye devam ediyordu ki bu Elano da nereden çıktı canım. 45 dakika forma giydiği ilk lig maçında bizlere Hagi'yi hatırlatan bir vuruşla ağları sarstı. Lincoln gibi başladı, onun gibi bitirmez umarım.
Bu arada her zaman merak etmişimdir, bu Cristiano Ronaldo bu kadar iyiyse Manchester United neden sattı ki?

21 Ağustos 2009 Cuma

Galatasaray: 5 - Levadia Tallinn: 0

Football Manager oynarken sinirimi bozan tek bir şey vardır. Harika bir altyapı kurarsınız. Öyle ki artık transfere para harcamaz hale gelmişsinizdir ve finansınız tavan yapmıştır. Sorun ise şudur: Siz ne kadar kaliteli bir takım kurarsanız kurun ligin alt sıralarında sürünen takımlara bir türlü diş geçiremezsiniz. En azından kendi adıma durum bundan ibaret. Büyük maçları sürekli kazanırım. Fakat iş ligin dibine demir atmış takımlara gelince değişiverir birden. Maç öncesi takımların sahaya dizilişlerine göz attığımda rakip takımı 10 kişi ile kendi yarı sahasında görürsem aniden tüylerim ürperiverir, tansiyonum düşer. En nihayetinde de korktuğum başıma gelir. Tek kale oynanan bir maçtan büyük bir ihtimalle galibiyet çıkaramam. Sonrası iyilik, güzellik... Değil aslında!
Galatasaray UEFA Avrupa Ligi playoff turu için Estonya temsilcisi Levadia Tallinn ile eşleşdiğinde bir tedirginlik hali almıştı beni. Adamların liginin yarılanmış olması falan beni pek enterese etmiyordu (bkz: enterese etmek) aslında. Endişemin sebebi ilk maçın İstanbul'da oynanacak olmasıydı. Kapanarak istediğini elde edebilecek bir ekibin rövanşta başa bela olmasını kim isterdi ki?
Dün geceki maçın ilk dakikalarında yanılmayacağımı düşündüm. Ceza sahasının önüne Estonya Seddi kuran ve topun peşinde deli danalar gibi koşan adamları görünce baş salladım biraz. Neyse ki önümden yükselen "Yorulacaklar nasıl olsa" nidası yüreğime su serpti.
Denizlispor maçında savunmada görev alan isimlerden yerlerini ideal dörtlüye bırakmıştı. Ah o ideal dörtlü arasında Uğur Uçar olsaydı... Gökhan'ı kesmek için ise açığını aramaya devam ediyorum. Yakında bulacağım umarım.
İleride ise Arda, Ayhan, Mustafa, Keita, Baros ve Aydın'dan oluşan ofansif kuvvet gol arayacaktı. Özellikle Aydın için önemi büyüktü bu maçın. Son günlerde gündemden düşmeyen takasta kullanılacağı iddiası üzerinde moralinin düşük olacağı tahmin ediliyordu zaten. Merak edilen bunun performansına olan yansımasıydı. Açık olmak gerekirse iyi değildi Aydın. Hakkındaki düşüncemi üzülerek belirtmem gerekirse elindeki son şansı iyi kullanamadı. Takımdan ayrılırsa şaşırmamak gerek. Neden böyle oldu bu çocuk, hâlâ akıl sır erdiremiyorum.
Maça dönersek... Kapalı savunmanın üzerine Keita'nın koridor yaptığı sağ kanattan gitmeye çalışan bir Galatasaray izledik ilk 15 dakika boyunca. Rakibi dağıtmak için erken bir gol gerekiyordu, 20'nci dakikada Fildişili oyuncu sahneye çıktı ve taklasını attı. Tam ilk yarı bitiyor derken, 44'üncü dakikada, kaleye yaklaşık 30 metrelik bir mesafede kazanılan serbest vuruşta sahneye yine Keita çıktı. Yerden sert ve düzgün bir vuruş yaparak farkı ikiye çıkardı. Sabri o topa dokunup durdurmasaydı gol olur muydu acaba?
İkinci yarı ise maç öncesi endişelerimi beyhude çıkaracak cinstendi. 56'da penaltıdan Baros, 78'de Kewell ve 88'de Leitan'ın kendi kalesine gönderdiği topla sahne alınca Galatasaray ilk maçtan 5-0'lık skorla ayrılıp işi futbol tanrısının adaletine bırakmadı.
Ayrıca parantez açılması gereken birkaç isim var. Bunlardan ilk Mustafa Sarp diyebilirim. Sürekli tekrar ediyorum ama etmezsem haksızlık yapmış gibi hissedeceğim. Galatasaray'ın belki de en faydalı transferi olacak bu adam. Transferi gerçekleştiği günlerde "iyi bir yedek olacağını" düşünürken, bugün itibariyle artık yerini garanti görüyorum. Mehmet Topal ve Ayhan da ikinci adam olarak rekabet edecekler gibi görünüyor.
Milan Baros... Bu adam gol sıkıntısı çektikçe benim yüreğim eziliyor. En sonunda, penaltıdan da olsa, golünü attı. O da rahatladı, biz de...
Galatasaray bu sezon oynadığı 7 resmi maçta 6 galibiyet ve 1 beraberlik elde etti. Kurulan kadro ve zayıf rakiplere karşı elde edilen farklı galibiyetler birçok Galatasaraylı'yı şimdiden havaya soktu. Yine de temkinli olmak daha iyi sanki. Çok çabuk havaya girmek, bazı şeyleri erkenden yüceltmek pek doğru gelmiyor bana. Geçmişte örneği az değildi. Çöküş hızlı geliyor sonra ve ortalık hazımsız kaynıyor. Beşinci hafta oynanacak Beşiktaş maçını - futbol bakımından - ölçü kabul edebiliriz belki.
Unutmadan... Football Manager'de kapanan takımları nasıl açabileceğim konusunda yardımcı olabilecek birine kapılarım her daim açık.

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Unutulmaz Sözler - Volume 16

"Hagi 40 metreden doksana çaktı mı, nereye koyacağını bilemezsin o istatistikleri!" (Metin TÜREL)

Galatasaray: 4 - Denizlispor: 1

Üzerinden neredeyse 4 gün geçmiş bir maç için neler söyleyebilirim ki? Söylemeyeceğim zaten. Elimde olmayan nedenlerden ötürü maç yazısını yazamadığım süre boyunca irdeleyen irdeledi maçı. Bize kalansa tarihe kayıt düşmek oldu. Bir müddet sonra dönüp bu sezonun maçları hakkında yazdıklarımı okumak istersem kolayca hatırlayabileyim diye yani... Geçtiğimiz sezon Ali Sami Yen'de uyguladığımız tarifeyi uyguladık Denizlispor'a. Kewell (2), Arda ve Burak (k.k.) ile bulunan goller farkı getirdi.
Zevksiz oluyormuş böyle kuru kuru.

11 Ağustos 2009 Salı

Gaziantepspor: 2 - Galatasaray: 3

Sezonun son haftalarında, şampiyonluk yarışı iyiden iyiye kızışmışken, maçlar aynı saatte oynanabiliyorken, merak ediyorum, neden aynı durum ligin ilk haftalarında geçerli olamıyor? Futbolcu sağlığından söz ediyoruz, hem de daha birkaç gün evvel Espanyol'un kaptanı kalp krizi sonucu hayatını yitirmişken... Yayıncı kuruluşun işine mi gitmez aynı anda yayınlanan maçlar? Peki ya cuma, cumartesi ve pazar günlerine sıkıştırılmak zorunda mıdır maç programı? İngiltere Premier Ligi'nde mücadele eden takımlar ölsün o halde... Ya da biz topa tutatım İngiltere Futbol Federasyonu'nu! Hangisi daha makul olurdu sizce?
Yazın en sıcak ayı olan ağustosun başında ligi açıyorsun, diğer şehirlere nazaran daha sıcak ve nemli bir havaya sahip olan Gaziantep'deki maçı da saat 19:30'da alıyorsun... Hangi akla hizmet ediyorsun, anlayan beri gelsin. Yahu gün bile henüz tam olarak batmamış.
Galatasaray elbette ki hazırdı. Yaz mevsiminin ortasında 4 tane resmi maç yapmış takımdan da daha farklı bir şey beklenemezdi herhalde. Sıcak, rakibin güçlü oluşu ve ligin ilk haftası olmasından ötürü rakipte toplanacak ekstra motivasyon... Vız geldi Galatasaray'a. Arda futbolcu olmasa maestro olurmuş herhalde. 10 numaranın eski sahibine omuz üstünden küçümseyerek baktı, pek de güzel yaptı. Geçen sezon oyununun üstüne koymuyor oluşu kendisi hakkındaki tek eleştirinin başlığıydı. Yıldız bir futbolcu her sene üstüne koymalı. O da bunu yapıyor Rijkaard ve Neeskens ile. Sadece oyunuyla da değil. 22 yaşındaki bir gençten beklenemeyecek şekilde liderlik ediyor takımına. Hepsini geçelim... Keita'nın yürekleri ağza getiren pozisyonunda ilk müdahaleyi de Fildişili'nin başını yana çevirerek kendisi yapıyor. Uzun lafı kısa kesmek gerek; çok şey yapıyor.
Sevinelim... Duran toplarda bu sezon yüzümüz çok güleceğe benziyor. Avrupa'da görüp hayıflanırdık sürekli. Yarım gol demek yahu. Artık heyecanlanıyorum penaltı noktasına gönderilen her duran topta. Topun başında Sabri'yi görmemek kaydıyla tabii ki.
Sabri demişken... Ya da hiç girmesem daha iyi konuya, vazgeçtim.
Her açıdan zor bir deplasmandan 3 puanı 3 gol ile alarak döndü Galatasaray. Elektrikler kesilip, dakikalarca dinlenme fırsatı da bulamadan Arda, Mustafa ve Nonda'nın golleri ile rakibini 3-2 mağlup edip lige iyi bir giriş yaptı. Her şeyin farklı olmasını bekliyorum bu yıl. "Her şey" demişken basbayağı her şeyi kastediyorum. Geçen seneden farklı olsa yeter...

7 Ağustos 2009 Cuma

4'üncü Forma

Fotoğraf PCLion'dan... Galatasaray'ın Türkiye Futbol Federasyonu'na bildirdiği dördüncü forma oluyor resimdeki. Düz kırmızı... İki sene önceki formayı kaçırıp dizlerini dövenlere gün doğdu. Parçalı, beyaz ve mordan sonra bu formaya da laf eden bir zahmet mutfağa gidip çay koysun.

Yaprak Dökümü #4 - Ümit Karan

Ümit Karan ardından söylenecek pek bir lafım yok. Yokluğu yürekte yer etmeyen biri için ağızdan kaç tane sözcük çıkabilir ki? 2001 yazında Galatasaray'a geldiğinde kaliteli golcü adayıydı. Hakan ve Jardel'in yokluğunda ileri ucun neredeyse tüm yükü üzerindeydi. Toplama takımla şampiyon olan Galatasaray'ın yıldızıydı. Varın gerisini siz düşünün! Tam 8 sene forma giydi Galatasaray'da. Nankörlük etmemek lazım, birçok unutulmaz maçta baş aktör olarak yer almışlığı vardır. Fakat yine de gereğinden fazla sürdüğünü düşünüyorum Galatasaray macerasının. Türk futbolunun bireysel anlamdaki en yeteneklerinden biriydi Ümit Karan. Bir bitiricilik ustasıydı. Beklenmeyecek anda rövaşataya kalkıp, rakip kaleciyi çaresiz bırakabilirdi. Lakin hiçbir zaman takım oyuncusu olamadı. Yedek kalmayı sürekli sorun etti. Partneri gol attığında o sırtını dönmeyi yeğledi. Neticede kendi eden kendi buldu. Golsüz geçen bir sezonun ardından kendisine yeniden Anadolu yolları gözüktü. Eskişehirspor forması altında gol kovalayacak artık. Şimdi çok mu mutludur acaba?

Galatasaray: 6 - Maccabi Netanya: 0

Geride bıraktığımız sezonda da aynısı olmuştu. Turuncu forma görücüye çıktığında ortalık eleştiriden geçilmiyordu. Herkes beğenmediğini dile getiriyor fakat içten içe bir çekim hissediyordu bu sıradışı formaya. Sezonun ilk maçına gelindiğinde tribündeki Galatasaraylı'ların büyük bir çoğunluğunun üzerinde turuncu forma görünüyordu. Mor formanın da kaderi farklı olmadı. Üzerine sezon formalarını geçiren taraftarların çoğunun seçimi mordan yana olmuştu.
Farklı renklerin sezona giriş bakımından olumlu bir etki yaptığını dün akşamki maçta bir kez daha gördük. Turuncu forma ile Süper Kupa'yı kapıp, sezona da 4-1'lik Denizli maçıyla başlamıştık. 4-1'lik Fenerbahçe mağlubiyetinin ardından da forma "uğursuz" olarak nitelenip tavan arasına yollanmıştı. Morun da kaderinin aynı olmamasını dileyip maça geçelim.
Aslında maç hakkında öyle uzun uzadıya anlatılacak pek bir şey yok. Galatasaray'ın yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkacağı, bunun yanında Keita'nın Ali Sami Yen'e ilk kez ayak basacağı, Nonda'nın "tamam" ya da "devam" diyeceği bir maç bekleniyordu. Beklenenler oldu. Beklenmeyenler de vardı tabii. Mesela kimse 6-0'lık bir galibiyet beklemiyordu. Belki de kendi adıma konuşmalıyım, bilemiyorum. Neticede deplasmanda alına 4-1'lik galibiyetin üzerine hangi takım rövanşa bu denli asılırdı ki? Ne olursa kazanma azmi iyidir, bu işin sevindirici yanı.
Maç hakkında üzerinde en fazla durulması gereken nokta ise hiç şüphesiz Aydın Yılmaz'ın performansı oldu. Geçtiğimiz sezon başında dost meclislerinde ettiğimiz iki çift kelamdan birinin konusu her zaman Aydın Yılmaz'dı. "Bu sezon Aydın'dan büyük patlama bekliyorum" cümlesini kaç defa kurduğumu hatırlamıyorum. Fakat geçtiğimiz sezon sona erdiğinde Aydın Yılmaz belki de en büyük hayal kırıklığımız olarak duruyordu bir köşede. Bu sezon Rijkaard'ın gelişi ile ümitlensem de basında çıkan dedikoduları ve halihazırdaki 33 kişilik kadronun en azından 25 kişiye indirileceğini düşününce Aydın'ın Galatasaray'a tutunmasının bir hayli imkansızlaştığını düşünüyordum. Hayır, Aydın'ın kapasitesini bilmesek bu kadar üzerinde durmayacağız belki ama zamanında, çok daha gençken, ortaya koyduğu futbolu hatırlayıp içten içe hayıflanıyorduk. Dün akşamki Netanya maçı son bir şanstı Aydın Yılmaz için, ve son bir umuttu ona inananlar için. Ne skor, ne tur, ne de atılan harika goller var şu an aklımda. Aydın Yılmaz yıldız adayı bir futbolcu nasıl oynaması gerekiyorsa öyle oynadı dün akşam. Takımın yeni kaptanı ve 10 numarası Arda Turan'ın da Mlada Boleslav maçında adını ezberlettiğini düşünürsek, benzer bir trenin Aydın için kalkmayacağını nasıl iddia edebiliriz ki?

PS: Avrupa kupalarındaki 300'üncü golümüz de yeni transfer Abdulkader Keita'dan geldi. Bunu da pas geçmemek gerek tabii.

4 Ağustos 2009 Salı

Yazı Kalır #5



1 Ağustos 2009 Cumartesi

Elano, Resmen!

3, 10, 11 ve en nihayetinde 9... Efsane numaralar birer birer yeni sahiplerini bulurken, biraz melankoli dağıtıyorum etrafıma.
Elano'ya halihazırda bir hoşgeldin yazısı yolladık. Başının, ortasının ve sonunun Lincoln gibi olmamasını dileyip bu yazıyı kısa tutalım.