Winamp açık... Çalan şarkı tam da anı anlatıyor aslında; "Kimler Geldi, Kimler Geçti..." Yalan da değil hani. İsterseniz saymaya başlayalım bi'! Erik Gerets, Mircea Lucescu, Vicente Del Bosque, Gheorghe Hagi... Yeter mi? Devam edelim isterseniz... Guus Hiddink, Zico, Ertuğrul Sağlam, Jean Tigana... İsimlerin sayısını uzatmak mümkün de abartmayalım. Hepsinin buluştuğu ortak bir nokta var. Siz de benim kadar tahmin ediyorsunuz bunu. Hepsi birer kurban. Futbolun zerre anlaşılmadığı, taraftarlık bilincinin sıfırın altında gezdiği bir ülkede teker teker harcanmış isimler bunlar. İlk değillerdi, son da olmayacaklar. Neler demediler ki onlar hakkında? "Disiplinsiz" oldular bazen, "Büyük oyuncuydu ama hoca değil" dedi kimileri, bazılarına göre ise aşırı yumuşaktılar. Hele hele hepsi taktiksel zekadan yoksundular. Beş para etmez adam damgasını sırtlarına yiyip yollarına başka kapılar ardında devam ettiler.
Mircea Lucescu... Ukrayna'ya gitti, Dinamo Kiev'in saltanatına son verdiği gibi, bu sezon takımını UEFA Kupası'nda finalin kapısına kadar getirdi. Evet evet, zamanında şampiyon yaptığı takım tarafından kovulan adamdan bahsediyorum.
Erik Gerets... Şampiyon olması imkansız görülen takımı kulüp tarihinin puan rekorunu kırdırarak, 83 puanla, şampiyonluğa taşıdı. Ertesi sene aynı insanüstü performans sergilenemeyince günah keçisi ilan edildi, kapı önüne konuldu. Soluğu Marsilya'da aldı. Kendisi şu günlerde Olympique Lyon'un 7 senelik saltanatına son vermek üzere...
Zico... Fenerbahçe'ye bir şampiyonluk kazandırdı. Yetmedi, takıma tarihinin en büyük Avrupa macerasını yaşattı, Şampiyonlar Ligi'nde yarı finalin kapısından döndü. Kapı önüne kondu! Suçlu tabii ki kendisiydi.
Guus Hiddink... Değinmeyeceğim bile... Ülkemizde bazı spor yazarları tarafından "Futboldan anlamıyor" ithamına maruz kalsa da, Güney Kore gibi bir takıma Dünya Kupası dördüncülüğü, Rusya Milli Takımı'na EURO 2008 üçüncülüğü getirmiştir. Real Madrid'e kazandırdığı Kıtalararası Kupa ve PSV Eindhoven ile yaşadığı şampiyonluğa ise şöyle bir değinip geçiyorum. Kendisi şu günlerde Chelsea'nın başında.
Michael Skibbe hakkında da konuşalım biraz. En büyük rakip sezona Avrupa Şampiyonu İspanya Milli Takımı'nın teknik direktörü Aragones ile başlamışken, sen geçen sezon sana 5 tane sallayan adamı takıma getiriyorsun. Geçen günler gösteriyor ki iki taraf için de işler yolunda gitmiyor. Üstelik bir taraf şampiyon kadrosunu korumuş, üstüne Kewell, Baros ve Meira gibi isimleri getirmiş; diğer taraf da İspanya gol kralını renklerine bağlamışken... İşler yolunda gitmeyince okların çevrileceği yer belli tabii. Gariptir, Aragones disiplinli olduğu için eleştirilirken, Skibbe disiplinsiz olduğu için yeriliyordu. Biz bi' çay koyup geliyorduk o sırada...
Bunları neden anlatıyorum? Yavaştan olaya girelim öyleyse...
1 Mayıs 2009 Cuma gününü taraftarlıktan, Türkiye'deki futboldan, futboldan zerre anlamadığı halde ahkam kesen yığınla insandan iyiden iyiye nefret ettiğim gün olarak hatırlayacağım. Ligin en kaliteli kadrosuna sahip takımı Galatasaray gitmiş, ligde kalması mucizelere bağlı olan son sıradaki Hacettepe'ye yenilmiş. Çok mu mühim? Üst üste bir 20 maç daha kaybetsek ne olur ki? Ligin başında iki Adnan ve bir Haldun oturmuşlar, şampiyon takımı korumuşlar, yıldız isimleri takıma katmışlar, gerisini koyvermişler... Eeee? Sonra? "Şampiyonluk bekliyoruz hanım. Bu sene yürüyerek şampiyon olacağız!" Nah olursun! Dedim ya, şaşkınlara söylenir "Allah yaratmış, gerisini koyvermiş" diye... Yönetimin yaptığı buydu sezon başında, yazık, biz geç anlamışız. Öyle ya, adamlar daha ne yapsındı, üç yıldız ismi birden takıma kazandırmak her babayiğitin harcı mıydı?
Süreç işledi işledi işledi... Çok şeyler umulan sezon bir çırpıda geçip gitmiş, haberimiz yok. Sezonun dörtte üçü tamamlanmış, takım Şampiyonlar Ligi potasında dahi olmayınca hoca gönderilir zaten. Sonra yeni bir hoca alır görevi. Mucizeler yaratması beklenir. Zaten inanç desen yoktur, motivasyon desen yoktur. Hoca durup da kıç çimdikleyecek değildir ya! Taşlar hep başına kadar kuma gövülü olan adama, teknik direktöre atılır. Üstelik para uğruna yarı yolda sezonu satan yönetim, suçunu kabullenmişken.
Bu gece Ankara'da gördüklerimi yıllar boyunca unutmayacağım. Zira bu mümkün olmayacak. Bülent Korkmaz'ın bu kulüp için ne denli değerli olduğunu, yıllar yılı neden "Bülent Korkmaz eşittir Galatasaray" denildiğini uzun uzadıya anlatacak değilim. Bilen biliyor... Taktik kapasiteden ne denli yoksun olursa olsun, ki ben buna kesinlikle inanmıyorum, bir Galatasaray efsanesinin kendi taraftarlarının dakikalar süren yuhlamalarına maruz kalması, organize şekilde binlerce kişi tarafından istifaya davet edilmesi beni çok yaraladı. Nasıl bu hâle geldik? Gözlerimizi kazanma arzusu nasıl böylesine bürüdü? Kendimi taraftar olarak nitelediğim günden bu yana hiç bu kadar utanmamıştım. Bir yerlerde yanlış yapmış olmalıyım, taraftarlık buysa ben böyle olmamalıyım. Çünkü biliyorum bu akşam stadyumu dolduran 5 bin ya da 6 bin - her neyse - Galatasaray taraftarı yarın Hakan Şükür'ü de yuhlar, Metin Oktay sağ olsa onu dahi yuhlar. Yazık sizin taraftarlık dediğiniz şeye be!
Ergün Penbe'yi gördünüz mü bugün bilmiyorum. Galatasaray ikinci golü yediği anda başını öne eğdi, bir an arkasını döndü. Belli ki Galatasaray'ın içinde bulunduğu duruma hüzünlenmişti birden. Kolay değil... 13 sene terletmişsin o kulübün formasını. Ne başarılar, ne şampiyonluklar görmüşsün, kaptanlığa kadar yükselmişsin. Yıllar sonra göğsünde farklı bir armanın onur mücadelesi için karşına alıyorsun Galatasaray'ı... Savaşıp, galip ayrılıyorsun meydandan. Bir Galatasaraylı'nın yapması gereken şekilde. Ancak biliyorum, bugün Bülent Korkmaz'ı yuhlayanlar gibi, senin için "Şu maçı da bize vermedin, yazıklar olsun bu kulübün sana verdiği emeğe" diye yakınanlar olmuştur. Zira sadece benim kulağıma üç defa çalındı bu cümle... Ne denir ki? Maçtan sonra çıkıp bir de açıklama yaptın "Nasıl mutlu olabilirim ki? 13 sene bu kulübün formasını giydim, şampiyonluklar yaşadım. Ergün Penbe bugün bir noktaya gelmişse, bu Galatasaray sayesinde olmuştur"a çıkan... Ah be, Ergün, sen vefa nedir, takım sevgisi nedir biliyorsun ama taraftar bilmiyor maalesef. Taraftar bilmiyor!
Dybala gibi yıldız isim kovalanacağına, Arias gibi asker profiller daha
doğru
-
Jhon Arias ismi, yaz dönemi gündemde ciddi yer tuttu. Ağustos ayı boyunca
bu isi konuştuk ve transferin son günlerine doğru da bitti gözüyle
bakılıyordu...
19 saat önce
2 yorum:
"Nah olursun!"
"Nasıl bu hâle geldik?"
aynen katılıyorum yazına, özellikle şu iki cümlende "budur" dedim. tek bildiği transfer yapmak olan yönetim ve tek bildiği "eee maçı alamadık o zaman hoca istifa" diyen taraftar olduğu sürece üzgünüm ama sen bu iki cümleyi daha çok yazarsın.
Bu hale bizi UEFA Kupası getirmedi mi ki? Galatasaray'ın başarısızlığını bilmeyen adamlar değil midir orada yuhlayan? UEFA Kupası yüzünden Galatasaray destekleyicisi olmuş(taraftar diyemiyorum.) milyonlarca insan var. Bunların bu renkleri tutmasının sebebi başarı değil miydi?
Ne bekliyoruz ki? Görmemiş bir milletiz biz. Oğlumuz olunca bile pipisini sağa sola sallıyoruz. Hiçbir başarıyı, sevinci hazmedemiyoruz. Düğün yapıyoruz, havaya ateş edip cenaze kaldırıyoruz. Sporda galip geliyoruz, adam öldürüyoruz.
Ne bekliyoruz ki başka? Kötü günü bilmeyenlerden, sahiplenmeyenlerden ne bekliyoruz ki başka?
Yorum Gönder