17 Mayıs 2009 Pazar

Galatasaray: 2 - Gençlerbirliği: 1

9 ay olmuş yahu! 5 yıldır özenle uzattığım saçlarımın gözyaşlarına bakmadığım günden bu yana tam 9 ay geçmiş. Alışmak için ne kadar çaba sarf ettiğimi ben bilirim. Hele o ilk gün yok muydu, çırılçıplaktım sanki. Bir aylık sakallarınıza sinek kaydı yaptığınızda ayna karşısındaki halinizi bir düşünsenize... Ya, işte! Benim halimi ancak bir başka ben anlayabilirdi o ağustos gününde.
9 sene olmuş yahu! 1905'den bu yana özenle salladığımız Avrupa'nın kapısını en nihayetinde kırışımızın üzerinden tam 9 sene geçmiş. Rüya desen değildi, gerçeğin ise idrakına varmak epey zaman almıştı. Gözümü açtık, kapadık ve bir de baktık 9 sene geçivermiş. Popescu daha dün akşam abanmamış mıydı Seaman'ın sağına, yerden, sert! Kimse anlamamıştı ne olduğunu bizden başka. Kimse anlayamamıştı UEFA Kupası'nın nasıl hissettirdiğini bizden başka. 9 sene geçmiş aradan, hala anlayan yok bizden başka.
9 sene içinde çok şey değişmiş Galatasaray'da. Saymaya kalksam, daha ilk birkaç saniyenin sonunda
"Amaaan, hangi birini yahu" der ve noktalarım herhalde. Sessizce giriyorum stada... Maçın başlamasına 3 saat var ama olsun, doya doya bakmak lazım Ali Sami Yen'e... Ne de olsa pek çok devin mezarı olan çimlere duvarlarının yıkılacağı gün pek uzak değil Eski Açık'tan bakınca. Bir ara canım sıkılıyor, Yeni Açık'taki insanları saymaya başlıyorum uzaktan: 1, 2, 3, 4... 17'de bırakıyorum. Kapalı'ya bakıyorum. Orada da 5'e kadar saymak yetiyor.
Bir saat sonra etraf biraz daha kalabalıklaşmış ama o kalabalığa "kalabalık" diyeni döverler herhalde. En sol setin altındaki kapıdan hareketleniyor iki yabancı. Yabancı dediysem harbiden yabancı. Bir tanesi esmer tenli, diğeri beyaz tenli iki yabancı sırtlarında Galatasaray formaları ile giriyorlar Ali Sami Yen'e. Bir tanesinde tam Avustralyalı tipi yoktuysa ben de adam olmayayım. Gözlerimi ayırmadım üstlerinden, ekmek arası köfte aldıklarını bile gördükten sonra
"Tamam" dedim, "bizden olmuş bunlar da." Oturdukları yerin önünde ve arkasında konuşlanan taraftarlarla sıkı bir muhabbete tutuştular sonra.
Aradan çok geçmedi. Önümdeki koltuğa oturdu biri. Saçları dikkatimi çekti ilk bakışta. Uzundu ama tamamen toplanmamıştı, Beckham'ın bir zaman sahip olduklarına benziyordu. Alt tarafı salınık ama aynı zamanda da toplanmış. Evet evet, bir zamanlar benim sahip olduğuma da benziyordu. Kolumu koydum omzuna, döndü. Basbayağı samuraydı bu yahu! Hem de "66 Arda" formalı bir samuray. Bu vesileyle konuşma fırsatı buldum kendisiyle. Japonya'dan kalkmış gelmiş. Az biraz önce çadırdan formasını da almış. İlhan Mansız'dan sonra hayran oldukları ikinci Türkmüş Arda, bilemiyorum kendisinin haberi var mıdır? Kaldığı yer, İstanbul, futbol, Japonya, Türkiye derken maçın başlama vuruşu gelmiş... Stadyumdaki bir avuç taraftar üçlü çekmeye başladığında yüzündeki şaşkınlık onu ele veriyordu. Kafamı çevirdim diğer iki yabancıya, onlar yanlarındakiler ile çoktan girmişler "omuz omuza", zıplıyorlar... Maç başladığında yanımdan bir ses geldi. Bizim samuray soruyordu
"Daddy Cool nerede?" Ne yanıt verseydim ki şimdi bu soruya? Duymazdan geldim ve başımı çevirdim sahaya. Zaten 3 dakika sonra yılın şanssızı Emre Güngör sakatlandı, Daddy Cool bu bahaneyle sahaya sürüldü. Maç bittiğinde bir asist ve bir golle maçı kazandıran adam Kewell'di, aptal aptal sırıtan ise yanımdaki samuraydı. Stadyumdan çıkarken de "Ben Türkiye'de futbolun daha tutkulu olduğunu sanırdım" dedi. "Öyledir zaten" dememe kalmadan lafı yapıştırdı "Ben yanlış stadyuma mı geldim?"
Haklıydı belki de... 1 ay önce Fenerbahçe derbisi öncesi ya da geçen sezon şampiyonluk maçı öncesi bilet kuyruklarını hatırlıyorum. Haklılar tabii, o vakitler takımın bir iddiası vardı ve maç gelmek için bir sebep tabii ki. Dün Ali Sami Yen'de maç öncesi karaborsacılar gişedeki biletlerden de ucuza satıyorlardı bileti. Karaborsacılar renk değiştirmişlerdi basbayağı.
Maç yazısı mı? Bundan sonra maçtan bahsetmek yok. Anılarla gitmek daha bir keyifli oluyor esasen.

Hiç yorum yok: