Bir halı saha maçı öncesi bir hayli koyu Fenerbahçeli olan arkadaşımla sahayı turluyoruz. Amacımız maça ısınmak, kasları gevşetmek falan filan. Biz biraz da fazla ciddiye alıyoruz halı saha maçlarını. Sanki Şampiyonlar Ligi maçına çıkıyoruz da biz de takımın en önemli ismiyiz. Küçükken tek bir hayalimiz vardı, o da futbolcu olmaktı. Hayalimin peşinden gitmemiş olmanın getirdiği pişmanlık şöyle dursun, haftada iki kez suni çim üzerinde formamızı terletmek, hesap ödetmesine de olsa top koşturmanın tarifi mümkün değil. İşte yine böyle anlardan biriydi. Hafif tempoda turluyorduk sahayı. Derken muhabbet halı sahadan gerçek sahalara kaydı. Fenerbahçe analizi yapmaya bu sezon sonuna kadar ara vermiş olan arkadaşım Galatasaray'dan girdi muhabbete. Her küslük ve ağız dalaşının faili hep bu GS-FB sidik yarışı olmuştu. Korkulanın başa gelmesini beklerken duyduğum "Galatasaray biraz ciddiye alsa bu ligin tozunu attırır, kimse de peşine düşemez" sözleri üzerine koşuyu bırakıp biraz nefes almam gerektiğini hissettim. 5 dakikalık oyunumuz yetiyormuş...
Son iki haftaya kadar kafamı kurcalayan da buydu. Belki de uzun bir aradan bu yana ilk defa bir sezona şampiyonluğun en büyük favorisi olarak başlıyorduk fakat haftalar ilerledikçe istediğimizi elde ettiğimizi söylemek bir türlü mümkün olmuyordu. Takımın UEFA Kupası'nda ciddi bir konsantrasyonla önüne geleni devirdiğini görünce ligin 5'nci ve 6'ncı sıralarına demir attığımızı görmek bir hayli garip geliyordu doğrusu. Sakatların iyileşmesiyle Vivident çiğnemiş gibi olacağımızı tahmin ediyorduk ama bunun ne vakit gerçekleşeceğini soranlara da dudak büzüyorduk. Neyse ki jeton biraz geç de olsa düştü. Takım UEFA Kupası'na verdiği önem kadar lige de asılmak zorunda olduğunun bilincine vardı. Dünkü Gençlerbirliği maçıyla birlikte bu sezon ligde ilk defa üst üste üç maç birden kazanmış oldu. Üstelik bunu 70 dakika "iyi" oynayarak başardı. Deplasmanda arka arkaya alınan iki galibiyet de takımın deplasmandaki uğursuzluğunu kırması açısından gayet önemliydi. Bundan böyle deplasman maçlarında hakim olan o tedirginlik halinden de eser kalacağını sanmıyorum.
-------------------------------------
Cassio Lincoln faktörü var bu takımda... Geçtiğimiz sezonun aksine bu sezon gerçekten de önemli. Çok değil... Steaua Bucharest maçlarının ardından bloga atmış olduğum bir "post"ta Lincoln hakkında kesin ve net ifadelere başvurmuştum. Biraz da ağzımı bozmuştum... Zira şartlar yine o günkü gibi olsa yine yazardım aynı şeyleri... Bu denli büyük umutlarla takıma kazandırılan, yoklukta bu kadar para alan bir 10 numaranın kendisine umut bağlayanlardan böylesine kaçması sinirlerimi alt üst ediyordu. Fakat her şeyi zamanına göre değerlendirmek gerekiyor. Lincoln'e olan nefretim her geçen yerine ayrı bir sevgiye bırakıyor. Lincoln bu sene yapmakla sorumlu olduğu her şeyi ziyadesiyle yapıyor. Kim dikkate alır, ne denli önemlidir ama kendisine gerçek anlamda özür borçlu olduğumu düşünüyorum. Mahalle abileri "Böyle oyna canımı ye" derler. Aynısından bir demet gönderiyorum kendisine. Cassio Lincoln bu takımın olmazsa olmazıdır bu sezon.
Lincoln-Arda-Baros-Kewell bu takımın karo ası bu sezon. Kewell'in ilk yarıyı kapatmasının ardından kare oldu üçgen. Bu isimler sayesinde Michael Skibbe de en nihayetinde oturduğu koltukta arkasına yaslanabildi.
Galatasaray ligin 15'inci haftasına konuk olduğu ve 1-0 geriye düştüğü Gençlerbirliği karşısında Lincoln, Baros ve Arda'nın golleriyle 3-1 galip ayrıldı, puanını 30'a çıkardı ve gözlerini gelecek hafta oynanacak olan Beşiktaş derbisine çevirdi.
İlk 11 oynadığı ya da oynayacağı maçlar üzerinden eleştiri getirmem
-
Son dakika galibiyeti "rakibin kendi kalesine attığı golle" gelmiş olsa da,
rakibi hataya zorlayan isim Batshuayi. Kazanılan penaltıda da golü rahat
bul...
1 gün önce
1 yorum:
Hello,
it was an important win and after Trabzonspor´s defeat the first position is very near.
Regards,
http://saqueneutral.blogspot.com/
(a blog about sport in English and Español)
Yorum Gönder