Tandemde Emre Aşık'ın yanında kimin oynayacağı tartışılırken hafta ortası aniden Fernando Meira'nın Zenit'e satılması ve zorlu Hamburg maçı öncesi yedek kulübesinde stoper olarak Semih Kaya'nın oturacak olması ister istemez kafadaki soru işaretlerini artırıyordu. Üstelik Emre Aşık'ın göreceği bir sarı kart önümüzdeki hafta oynanacak olan rövanş maçında cezalı duruma düşmesine neden olacaktı. Ne yapmalı ne etmeli derken bu akşam gördük ki Bülent Korkmaz'ın Emre Aşık'ın yanında stoperde Hakan Balta'ya görev verdi. Hakan Balta bu görevi birkaç defa EURO 2008'de de ifa etmişti. Fakat yine de bir kanat oyuncusunun stoperde görev alacak olması her daim büyük bir handikaptır. Büyük Kaptan kutsal formayı üzerine ilk defa bir Avrupa kupası maçında giymişti. Mecburiyettendi... Aynı mecburiyet halinde kendisinde görülen ışığı Semih Kaya'da görmemiş olacak ki böyle bir kararla başladı maça. Sonrası futbolcuların ayaklarınaa kalacaktı...
Her zaman söylüyoruz... Israrla belirtiyoruz ancak kimseye anlatamıyoruz.
"Biz Galatasaray'ız" dediğimizde insanların bir kulaklarından girip öteki kulaklarından çıkıyor olmalı. Evet, biz Galatasaray'ız ve diğerlerine benzemeyiz. Galatasaray bir şeye yeterince inandığında başaramaması mümkün değildir. Söylemiyor muyuz
"İmkansız Galatasarayca değildir" diye. Sezon başında hedefini kupa olarak koymuştu Galatasaray. Tıpkı 2000'de olduğu gibi... Mart ayının ortasını gördüğümüz şu günlerde Galatasaray hedefe sadece iki ay uzak. Çoğu gitti azı kaldı derler ya aynen o konumdayız. Sayılı günün çabucak geçmesini bekliyoruz bir yandan. Steaua Bucharest karşısında sergilenen olumsuz futbolun ardından felaket tellallarının boy gösterdiği ülkemizde bir türlü kendini beğendiremedi Galatasaray. UEFA Kupası gruplarının en zorunda yer aldı. Olympiakos'u yendi
"Eski gücünde değil" dediler. Benfica'yı deplasmanda devirdi
"Benfica'yı gözümüzde çok büyütmüşüz"cüler üredi utanmadan. Hertha'yı Almanya'da binlerce Türk'ün desteğiyle çimlere gömdüğünde söylenenler de farklı değildi. Gruptan çıkıp birilerinin morali bozulduktan sonra kurada Bordeaux'u çekince aynı güruh
"Tamam, bundan öteye gidemezler" demeye başladı. Neticede Galatasaray, bugün, çeyrek finalin kapısını araladı. Hamburg deplasmanından 1-1'lik beraberlikle dönüp hafta içinde Hamburg sempatizanlığı yapanların heveslerini kursaklarında bıraktı.
Galatasaray tur atladıkça milliyet değiştiren bünyeler bu kez Ivica Oliç'i, Petric'i ve Trochowski'yi dillerinden düşürmediler. Kewell'dan, Arda'dan, Ayhan'dan bahseden yoktu hiç... Olaya at gözlüğü ile bakmayı çok sever bizim millet... Galatasaray maça harika başladı. İlk 20 dakika boyunca rakibine top göstermedi. Rakip savunma arkasına uzun toplarla sarkıp gol aradı fakat tek forvet Nonda ileride son derece etkisiz kalınca sonuca gitme işlemi başarısız oldu. 20'nci dakikadan sonra biraz toparlanan Hamburg oyunda dengeyi kurdu. On dakikalık bir periyotta etkili olan evsahibi ekip 28'inci dakikada Trochowski ile maçın o ana kadarki en önemli pozisyonunu yakaladı. Ceza sahasının dışından, kaleyi soldan gören bir pozisyonda şutunu çeken Trochowski'nin yarattığı tehlikeyi De Sanctis mükemmel çıkardı. 33'üncü dakikada sol köşe gönderinden kullanılan korner atışını savunmamız karşıladı ve Lincoln'ün uzun topuyla hızlı bir karşı atağa başladık. Sol kanatta topla buluşan Arda, Kewell ve Lincoln'ün rakip savunmayı dağıtmasını fırsat bilerek sağ kanattan ceza sahasına hareketlenen Ayhan'ı gördü. Ayhan sağ ayağıyla sert bir vuruş yaptı ve Türk futbolunun Avrupa Kupalarındaki 1000'inci golüne imza attı. İlk yarının kalan dakikalarında savunmamızın bir hatasında ceza sahası içinde topu önünde bulan Petric'in yerden sert vuruşunda kalesinde devleşen De Sanctis ilk yarının skorunu tayin etti.
İkinci yarıya başlarken her şeyin güzel gideceğine inandırmıştık kendimizi. Macar hakem Viktor Kassai'yi hesaba katmamıştık tabii. Maçın ilk yarısında gösterdiği harika yönetimden eser yoktu ikinci yarıda. Önce 49'uncu dakikada talihsiz bir gol gördük kalemizde, skora denge geldi. Golden henüz 4 dakika sonra Petric'e arkadan yaptığı müdahale sonucu Emre Aşık doğrudan kırmızı kart gördü. Hakem takdirini Emre'nin son adam olduğu yönünde kullanmıştı ama işin aslının öyle olmadığı son derece açıktı. Biz Emre'yi sarı karttan sakınırken oyundan atılması rövanş için biraz olsun canımızı sıktı. O sırada hafta içi Meira'yı gönderen yönetimi güzelce anmayı ihmal etmedik.
İlerleyen dakikalarda bir kişi eksik olmanın getirdiği dezavantaja karşı mücadele etmeye çalıştık. Büyük Kaptan, Emre'nin oyundan atılmasının ardından beklenmedik bir müdahale yaptı oyuna... Mehmet Güven, Lincoln'ün yerine oyuna dahil olurken; asıl şaşırtıcı olan Harry Kewell'in stoperde Hakan Balta'nın yanına çekilmesi ve bu görevini maç sonuna dek muhteşem bir şekilde yerine getirmesiydi. Çok yönlü futbolcu dedikleri bu olsa gerek... Özellikle oyunun çeyrek saatlik diliminde kalemizde çok etkili pozisyonlar yakalayan Hamburg'un bu pozisyonları cömertçe harcaması bizleri mutlu ederken, oyuna Arda'nın yerine dahil olan Hasan Şaş'ın pasında Ümit Karan'ın attığı temiz golün hakem tarafından iptal edilmesi zaten gergin olan sinirlerimizi titretti. Galatasaray zorlu deplasmandan 1-1'in getirdiği avantaj ile ayrıldı.
Yazı bitmeden önce birkaç isim hakkında da bir şeyler karalamak istiyorum. Maçın ardından baktım da şaşırtıcı bir şekilde herkes Bülent Korkmaz'a yüklenmiş. Bülent Korkmaz'ı çok sevdiğimi bilen bilir, bu konuda duygusal davranmamın zor olduğunu da ben söyleyeyim ama bu maçta Kaptan'ın yaptığı hangi taktiksel değişiklik eleştiriyi hak etti ki? Herhalde yergi oklarının yöneldiği en yoğun nokta Kewell'in yaklaşık 40 dakika boyunca stoperde görev alması oldu. Şimdi düşünelim... Emre oyundan atıldığı anda 18 yaşındaki Semih Kaya futbol hayatının ilk resmi maçına Hamburg karşısında çıksaydı ve olası hataları ile maçın kaybedilmesine neden olsaydı, bu genç adamın sırtına binen yükü bir daha kim indirebilecekti? Türkiye'de futbolcu olmak zor... Türk medyasının eline düşenin vay haline... Bu kez de Kaptan'ın bu tercihi eleştirilmeyecek miydi? Peki ya Semih'in ruh hâli ne olacaktı? Kimse bunları düşünmüyor tabii. Antrenmanlarda takımın başında olan isim Bülent Korkmaz'dır, hiçbirimiz değiliz! Kewell'daki soğukkanlılığı, hırsı gördüyse ve bunda da başarılı olduysa düşün adamın yakasından be! El insaf, dün bir bugün iki! Teknik adamların üstüne yüklenin, hemen sonra Türkiye'de teknik adamların ömrü yok şu kadar yok bu kadar muhabbeti yapın. Samimi olun biraz, samimi!
Dokunduracağım ikinci isim Lincoln. Açıkçası ben bu adamın on maçta bir kafasına eserse top oynamasından bıktım. En sonunda hasta olacağım. Tribünlerden aldığının onda birini göremedik henüz. Bir tek kişiliğine lafım yoktu, bu akşam itibarıyla ona da var artık. Lincoln'ün formasını giydiği kulübün adı Galatasaray. Kimse kusura bakmasın ama dingonun ahırı değil burası. Teknik direktörün seni oyundan alıyorsa eğeceksin başını çıkacaksın. Terbiyesizlik yaptığın adamın bu kulübün bir efsanesi olduğunu da unutmayacaksın. Komiktir, maçın akabinde bazı taraftarlar ve spor yazarları Lincoln'ün bundan sonra toparlanmasının zor olduğundan, kimsenin ondan performans beklememesi gerektiğinden bahsediyorlar. Yok ya! Bugüne kadar var mıydı ki bundan sonra olacak? Hiç kimse Galatasaray'dan büyük değildir, işine gelmiyorsa oturursun tıpış tıpış kulübede. Hiçbir kulüp futbolcusu için özel çaba sarfetmemelidir. Ben bunu bilir bunu söylerim...
Madem ki üç nokta ile uzattık yazıyı üçüncü noktayı da Meira'yı gönderen zihniyete ayıralım. Açıkçası savunmanın revire döndüğü bir dönemde nasıl bir mantıktır Meira'yı göndermek, ben akıl erdiremiyorum. Yahu istediği kadar kötü olsun bu adam, istediği kadar alışamamış olsun takıma, fark eder mi? Senin stoperde oynatacak adamın yok! Amatör kulüp yöneticileri bile yapmaz bunu. Kulüp 6 milyon Euro'ya muhtaç olacak kadar mı acizdi yani? Evet, deplasmanda alınan 1-1'lik sonuç iyidir, hoştur ama Galatasaray bu sonuca karşın rövanşa bir
"Acaba" ile yaklaşacaksa bunun nedeni savunmadaki belirsizliktir. Üç ayağı kırılmış masanın dimdik duran ve tüm gövdeyi tek başına sırtlanan tek ayağıydı Emre Aşık. Şimdi o da minimum 2 maç yok... Rövanş maçında stoperde bu kez Arda oynarsa kimse hocayı hedefine almasın bir zahmet.
Kapatmadan birkaç kişiye de birkaç övgü sözcüğü hazırladım, bunları iade etmem gerek. En başta Harry Kewell geliyor. Öyle bir futbolcu düşünün ki kariyerinde kaldırmadığı kupa kalmamış. Avrupa futbolunun zirvesi olarak kabul gören Şampiyonlar Ligi kupası 2005'te onun elinde yükselmiş. Buna rağmen Premier Lig gibi bir yerden kalkıp Türkiye'nin yolunu tutuyor, egosuz bir şekilde hem de... Yeni takımının kazanması için futbola yeni başlamış bir çocuğun hırsıyla mücadele ediyor, yokluktan geçtiği stoper bölgesinde yerini hiç yadırgamadan profesyonelce mücadelesini veriyor. Galatasaraylılık dediğimiz olguya sanki 40 yıldır sahipmiş gibi Harry Kewell. Bu geceki mücadeleden sonra bunu söyleyemeyecek bir Galatasaraylı tanımıyorum. Hep diyorum, sanırım yine söylemekten alıkoyamayacağım kendimi... Ben bu adamın yıllarca Galatasaray'da kalmasını istiyorum, Hagi gibi efsane olsun ki bunun ilk parıltılarını görüyoruz, futbolu da burada noktalasın.
Arda'ya da değinmeden geçmemek gerek. Kendisi tartışmasız bu takımın en büyük yıldızı.
"Sen Sahadaki Biz, Biz Tribündeki Sen"e en çok uyan isim. Ağzından dökülüyor ya
"Hamburg'u da eleyeceğiz, kupayı da alacağız" sözleri, sonra bir de bu uğurda sahada verdiği mücadeleyi görüyoruz ya, işte bize Galatasaray'a inanmak için bir neden daha...
---------------------------------------
Üniversite hazırlıkta aynı sınıfta okuduğumuz bir kız arkadaşım vardı. Ben ne kadar Galatasaraylı'ysam, o da o kadar Fenerbahçeli'ydi. Bugün kampüste karşılaştık. Ayak üstü sohbet ettik biraz. Tam ayrılırken
"Akşam Hamburglu'yum" dedi gülerek. Hemen ekledim;
"Saracoğlu'nda konuğum olacaksın"...