skip to main |
skip to sidebar
Profilime bakacak olursanız 2006 yılından bu yana Blogger'in bir üyesi olduğumu söyleyecektir size. İçinde bulunduğunuz blogda ilk göz ağrısıydı... Başlangıçtaki belirsizlik hâli ve blog dünyası hakkındaki bilgisizliğim yüzünden, dürüst olmak gerekirse, uyduruk bir blog ismi seçmiştim. Zamanın blogları internetin en önemli medyalarından biri yapacağını tahmin etmiyordum. Gelinen nokta ortada. Askerlik dönüşü bir yenilik arıyordum. 3 ay sonrasına kısmetmiş... Lafı uzun tutmayacağım. Bu blogun ömrü bu kadarmış. Fakat bu demek değil ki benim blog maceram da aynı şekilde sona eriyor. Yeni heyecanımın adı: Sevdan Olmasa...Israrla bekliyorum: SEVDAN OLMASA!
Hiçbir şeyi kafanızdakine uyduramıyorsunuz işte... Askerlik dönüşüm hangi açıdan bakarsanız bakın hayalini kurduğum yönde seyretmiyor. Eve dönüşte bulduğum ortamdan tutun da 5 ay süresince hazırladığım "döndükten sonra yapacaklarım" listesinin tek bir maddesine bile bakmıyor oluşumun var kendince sebepleri. Nereden baksanız bir isteksizlik hâli, aksi olması gerekirken... Sivil yaşam da sivil yaşam tutkusuyla yanıp tutuşurken bir de bakıyorsunuz ki yeniden karışıvermişsiniz caddelere, sokaklara ama yetmemiş sanki gurbet. 5 ay önce ne bırakmışsan olduğu gibi duruyor, sanki o 5 ay birkaç gün önce bitmemiş gibi...Bloga yazacağım ilk yazı konusunda da fikirler üretiyordum elbette. Alakasız ve bomboş geçen bir sezonun özetini yaşadıklarımdan harmanlayabilirdim mesela. Buydu kafamda aslolan. Sezon ortasında yapılan transferlerden gelecek sezonun planlamasının yapıldığı varsayımını çıkarmıştım ben de... Gio'nun gelişinden ötürü gitmemesi gerekenin Kewell olması için tanrıya yakarma noktasına dahi gelmiştim. Yine de "olmazsa ne halt yerim" dediğim pek çok şeyden de gayet ayrı kalabiliyormuşum. Özgürlüğümü tenzih ediyorum, o üzerine alınmasın... Yarım sene boyunca herhangi bir spor dalına ait maç bile izlemedim desem... Soğuyor insan. Askerlik şubesinin bahçesinde yeşeren sarı kırmızı çiçekler de olmasa renklerin önemini dahi unutacağım, o derece...Eh işte... Uzun zamandır korktuğumuz başımıza geldi. Bir yazımda "daha gitmeden sensizlikten korkar olduk" demiştim Kewell için. Bir futbolcu düşünün ki taraftarları tarafından bu kadar kısa süre içerisinde bu denli çok sevilsin. Kewell'i "büyücü" yapan hiç şüphesiz bu büyüsüydü. Dünya üzerinde 19 numaralı formaya bu denli değer yüklendiği kaç kulüp vardır ki? İşler 2 sezondur iç açıcı olmasa da Galatasaray taraftarının tutunacak dalıydı belki de Kewell. Sahada bulunduğu sürede bir kez dahi yüzümüzü kara çıkarmamış olmasına değinmiyorum bile ama takım kaybedip de suratlar asıldığında aradığımız bir güler yüzdü. Kewell'in yüzüydü... Onun sıcacık gülümsemesi bizlere umut aşılıyordu. "Sabredin, güzel günler yakın..." demiyor muydu?Kewell'in sessiz sedasız gidişinden elimize tutuşturulan Üstünel tarafından dile getirilen iki kuru söz oldu: "Yaşlıydı ve sakattı. Gelecek sezon planlarımızda yok." Hagi'den sonra kaç tane futbolcuyu bu kadar bağrına bastı Galatasaraylılar? Belki Mondi, belki Iliç... Onlar da "bu kadar mı"ydı ki? Yönetimin kararına akıl erdirmek isteyenler mantıklı bulabilir de, sır erdirmek isteyenlerin oklarının ucu Linderoth'a değiyor. Galatasaray ruhu dediğimiz şeyi yerlerde arıyoruz ya son yıllarda, gözümüzün önünde büyümeye çalışan o tek kıvılcımı dahi göremediyse bu yönetimin gözü, artık bittiği yere gelmiyor muyuz sözün?Hagi gibi olsun istiyorduk... Parçalı son forması olsun istiyorduk "Kewell from Galatasaray'ın"... Artık hep bir şeyler eksik olacak. Bunu biliyoruz en azından.