22 Mart 2009 Pazar

Galatasaray: 0 - Eskişehirspor: 1

Beklentilerimiz yüksekti bu sezondan. Yapılan transferler ve takımdaki hava bunu fısıldıyordu kulağımıza. Galatasaray'ın umutla tutunduğu dallar birer birer kırılmaya başladı. Önce Türkiye Kupası'nda yaşanan hüsran, ardından UEFA Kupası'nda elde edilen hayal kırıklığı... Zincire son halka olarak ligi de ekledik bu gece. Kulüp tarihinin belki de en iyi kadrosunu kurduğunuz sezonun sonunda, büyük ihtimalle, elinizde kocaman bir sıfır bulacaksınız. İnsan sindiremiyor içine. Sahada gördüklerimiz henüz iki hafta önce şahit olduklarımızı inkar ediyor sanki. Galatasaray, Eskişehirspor'a Ali Sami Yen'de boyun eğerek sadece ligi değil, gelecek sezon için herhangi bir Avrupa kupasını da hiçe saydı.

20 Mart 2009 Cuma

Galatasaray: 2 - Hamburg: 3

Önce UEFA Kupası'nı 6 milyon EURO'ya satan zihniyete bakıyorum, sonra bir de Arda'nın maçtan sonraki gözyaşlarına bakıyorum da isyan etmemek için sebep göremiyorum. Hele hele hâlâ Lincoln denen futbolcu bozuntusuna methiyeler düzen taraftara söyleyecek söz bulamıyorum. Bundan gayrısı iyilik, sağlık! Üzüntüsünde sevincinde...

19 Mart 2009 Perşembe

Yine Aynı Şarkı Çalıyor...

"Rengi solmuş bir fotoğraf
hiç habersiz çekilmiş
belli ki çok eğlenmişiz
Donuk bir an o geceden
o konuşan resimlerden
tanıdık sesler ve bir şarkı

Gün ettik derken günleri
bir baktım geçmiş yıllar
terkettiğim şehirler, dostlar, sevgililer
kaybolmuş birer birer
Yine aynı şarkı çalıyor
başka dostlar etrafımda...
Bir resim de bu geceden..."

17 Mart 2009 Salı

Ne Olmaya Geldim, Nasıl Oldum Ben?

"Seni buraya getiren yeteneğindir,
kalıcı olmanı sağlayacak ise karakterindir"

15 Mart 2009 Pazar

Trabzonspor: 2 - Galatasaray: 2

Yorgun olduğu her halinden belli olan bir Galatasaray var sahada. Buna karşın rakibinden çok daha fazla savaşıyor 3 puan için. Hüseyin Çimşir'i ikinci sarıdan atmayı beceremeyen, bundan birkaç dakika sonra Yaser'i oyun dışına gönderen isim ise son derece tanıdık: Yunus Yıldırım. Anlaşılan Sivasspor maçındaki kararları kendisini rahatlatmamış olacak ki filmin devamını bugün Avni Aker'de seyirciye sundu. Belli ki bundan sonra Galatasaray'a sadece rakiple mücadele etmek yetmeyecek.
Maç sonrası için tek bir hususta üzüntü yaşıyorum. Hayır, bu puan kaybı değil. Galatasaray'ın ve Türk futbolunun en büyük yıldızı Arda Turan'ın son dakikalarda yaşadığı talihsiz olay. Umuyorum ki ciddi değildir...
GOLLER:
Milan Baros, Arda Turan.

Nereden Nereye?

Tarih 6 Nisan 2000... Yer; Ali Sami Yen Stadyumu. Galatasaray UEFA Kupası yolunda... Final için sadece bir adım kalmış önümüzde. 1/4 ilk maçında İngiltere temsilcisi Leeds United'i konuk ediyoruz. Maç öncesi ortam epey gerilmiş. Rakibin kadrosunda profesyonel futbol yaşantısına güneşin hiç batmadığı imparatorlukta başlamış Avustralyalı bir genç yetenek var. Futbolun beşiğinde sonraları adından epey söz ettirecek bu adam Harry Kewell'dan başkası değil. Ali Sami Yen tünelinden çıkıyor... Etrafı şöyle bir süzüyor. Belli ki atmosfer onu epey büyülemiş. Birkaç yıl sonra o taraftarın önüne bu kez sarı-kırmızı forma ile çıkacağını nereden bilsin. O gün Leeds United'in kalemizde yarattığı ender ataklarda yüreğimizi ağzımıza getiren isimdi o.
İki hafta sonra Elland Road'daki rövanş maçında şimdilerin büyük Fenerbahçelisi Emre Belözoğlu'na yaptığı hareket ile belki de kendisine bahşedilmiş bir gelecek öngörüsü olduğun anlatmaya çalışıyordu. Daha o günlerde anlatmaya çalışıyordu Galatasaray taraftarına bir şeyleri...
Hagi'nin gidişinden sonra çok şey kaybetti Galatasaray. Bu yokluk hem saha içinde hem de saha dışında kendini oldukça belli ediyordu. Ne takımı ateşleyecek ne de yapacağı sıradışı bir hareketle tribünleri coşturacak bir lider vardı sahada... Galatasaray taraftarı lambadan çıkacak bir 10 numara için duacıyken, tanrı onlara bir 19 numara gönderdi. Hem de ne 19 numara... Dedim ya, Hagi farklıydı... Bu topraklarda top süren yabancılar içinde en farklısıydı belki de. Onun gözlerine bakınca Galatasaraylılığın ne olduğunu görebiliyordunuz. Bir yabancıydı belki, fakat bizden aşağı kalır yanı yoktu. Barcelona ve Real Madrid gibi Avrupa'nın en önemli iki takımında top koşturmuş bir adamın ömrü yettiği müddetçe unutamayacağı takımdı Galatasaray. Bu onun veda konuşmasında gözlerinden akan iki damla yaşta gizliydi...
Ve şimdi Kewell... Kariyeri boyunca görmediği başarı kalmamış... Kariyerinin başlangıcından bu yana sürekli olarak dünyanın bir numaralı liginde oynamış. Liverpool forması altında, İstanbul'da, Şampiyonlar Ligi kupasını göğe yükseltmiş ve bir nevi Avrupa futbolunun zirve noktasına bayrağı dikmiş. Ve 2008'in bunaltan sıcaklarının ortasında, bir gece, ansızın çıkageldi... İsmi bizi heyecanlandırmaya yetiyordu elbette ama sanıyorum ki o günlerde kimse, hiçbir Galatasaraylı, kendisinin şu an geldiği noktaya geleceğini tahmin bile etmiyordu. Harry Kewell aradan geçen şu birkaç aylık süreçte öyle bir çizgi çekti gönlümüze, bunun paralelinde yer alan çizgi Galatasaraylılık oluyor zaten. Kariyerinde hep zirvede olmuş bir adamın, egolarından bu denli uzakta kalmayı başarması ve Galatasaray forması altında en büyük Galatasaraylı kadar çabalaması bizim için çok şey ifade ediyor. Şahsım adına söyleyebilirim ki Galatasaraylılık şerbetinden içmiş tek yabancıydı belki de Hagi. Hamburg maçında gördük ki takıma katıldığı kısa süreye karşın 40 yıllık Galatasaraylı gibi mücadele veren Kewell, bu anlamda Hagi'nin payesine ortak olmaya yakın görünüyor. Yüzüne bakınca o ışığı görebiliyorsunuz Kewell'in, gülümsemesinde karakterini okuyabiliyorsunuz ve biliyorsunuz bunun Galatasaray ahlakına denk düştüğünü.

Çok yaşa sen Harry Cool, çok yaşa!

12 Mart 2009 Perşembe

Hamburg: 1 - Galatasaray: 1

Tandemde Emre Aşık'ın yanında kimin oynayacağı tartışılırken hafta ortası aniden Fernando Meira'nın Zenit'e satılması ve zorlu Hamburg maçı öncesi yedek kulübesinde stoper olarak Semih Kaya'nın oturacak olması ister istemez kafadaki soru işaretlerini artırıyordu. Üstelik Emre Aşık'ın göreceği bir sarı kart önümüzdeki hafta oynanacak olan rövanş maçında cezalı duruma düşmesine neden olacaktı. Ne yapmalı ne etmeli derken bu akşam gördük ki Bülent Korkmaz'ın Emre Aşık'ın yanında stoperde Hakan Balta'ya görev verdi. Hakan Balta bu görevi birkaç defa EURO 2008'de de ifa etmişti. Fakat yine de bir kanat oyuncusunun stoperde görev alacak olması her daim büyük bir handikaptır. Büyük Kaptan kutsal formayı üzerine ilk defa bir Avrupa kupası maçında giymişti. Mecburiyettendi... Aynı mecburiyet halinde kendisinde görülen ışığı Semih Kaya'da görmemiş olacak ki böyle bir kararla başladı maça. Sonrası futbolcuların ayaklarınaa kalacaktı...
Her zaman söylüyoruz... Israrla belirtiyoruz ancak kimseye anlatamıyoruz. "Biz Galatasaray'ız" dediğimizde insanların bir kulaklarından girip öteki kulaklarından çıkıyor olmalı. Evet, biz Galatasaray'ız ve diğerlerine benzemeyiz. Galatasaray bir şeye yeterince inandığında başaramaması mümkün değildir. Söylemiyor muyuz "İmkansız Galatasarayca değildir" diye. Sezon başında hedefini kupa olarak koymuştu Galatasaray. Tıpkı 2000'de olduğu gibi... Mart ayının ortasını gördüğümüz şu günlerde Galatasaray hedefe sadece iki ay uzak. Çoğu gitti azı kaldı derler ya aynen o konumdayız. Sayılı günün çabucak geçmesini bekliyoruz bir yandan. Steaua Bucharest karşısında sergilenen olumsuz futbolun ardından felaket tellallarının boy gösterdiği ülkemizde bir türlü kendini beğendiremedi Galatasaray. UEFA Kupası gruplarının en zorunda yer aldı. Olympiakos'u yendi "Eski gücünde değil" dediler. Benfica'yı deplasmanda devirdi "Benfica'yı gözümüzde çok büyütmüşüz"cüler üredi utanmadan. Hertha'yı Almanya'da binlerce Türk'ün desteğiyle çimlere gömdüğünde söylenenler de farklı değildi. Gruptan çıkıp birilerinin morali bozulduktan sonra kurada Bordeaux'u çekince aynı güruh "Tamam, bundan öteye gidemezler" demeye başladı. Neticede Galatasaray, bugün, çeyrek finalin kapısını araladı. Hamburg deplasmanından 1-1'lik beraberlikle dönüp hafta içinde Hamburg sempatizanlığı yapanların heveslerini kursaklarında bıraktı.
Galatasaray tur atladıkça milliyet değiştiren bünyeler bu kez Ivica Oliç'i, Petric'i ve Trochowski'yi dillerinden düşürmediler. Kewell'dan, Arda'dan, Ayhan'dan bahseden yoktu hiç... Olaya at gözlüğü ile bakmayı çok sever bizim millet... Galatasaray maça harika başladı. İlk 20 dakika boyunca rakibine top göstermedi. Rakip savunma arkasına uzun toplarla sarkıp gol aradı fakat tek forvet Nonda ileride son derece etkisiz kalınca sonuca gitme işlemi başarısız oldu. 20'nci dakikadan sonra biraz toparlanan Hamburg oyunda dengeyi kurdu. On dakikalık bir periyotta etkili olan evsahibi ekip 28'inci dakikada Trochowski ile maçın o ana kadarki en önemli pozisyonunu yakaladı. Ceza sahasının dışından, kaleyi soldan gören bir pozisyonda şutunu çeken Trochowski'nin yarattığı tehlikeyi De Sanctis mükemmel çıkardı. 33'üncü dakikada sol köşe gönderinden kullanılan korner atışını savunmamız karşıladı ve Lincoln'ün uzun topuyla hızlı bir karşı atağa başladık. Sol kanatta topla buluşan Arda, Kewell ve Lincoln'ün rakip savunmayı dağıtmasını fırsat bilerek sağ kanattan ceza sahasına hareketlenen Ayhan'ı gördü. Ayhan sağ ayağıyla sert bir vuruş yaptı ve Türk futbolunun Avrupa Kupalarındaki 1000'inci golüne imza attı. İlk yarının kalan dakikalarında savunmamızın bir hatasında ceza sahası içinde topu önünde bulan Petric'in yerden sert vuruşunda kalesinde devleşen De Sanctis ilk yarının skorunu tayin etti.
İkinci yarıya başlarken her şeyin güzel gideceğine inandırmıştık kendimizi. Macar hakem Viktor Kassai'yi hesaba katmamıştık tabii. Maçın ilk yarısında gösterdiği harika yönetimden eser yoktu ikinci yarıda. Önce 49'uncu dakikada talihsiz bir gol gördük kalemizde, skora denge geldi. Golden henüz 4 dakika sonra Petric'e arkadan yaptığı müdahale sonucu Emre Aşık doğrudan kırmızı kart gördü. Hakem takdirini Emre'nin son adam olduğu yönünde kullanmıştı ama işin aslının öyle olmadığı son derece açıktı. Biz Emre'yi sarı karttan sakınırken oyundan atılması rövanş için biraz olsun canımızı sıktı. O sırada hafta içi Meira'yı gönderen yönetimi güzelce anmayı ihmal etmedik.
İlerleyen dakikalarda bir kişi eksik olmanın getirdiği dezavantaja karşı mücadele etmeye çalıştık. Büyük Kaptan, Emre'nin oyundan atılmasının ardından beklenmedik bir müdahale yaptı oyuna... Mehmet Güven, Lincoln'ün yerine oyuna dahil olurken; asıl şaşırtıcı olan Harry Kewell'in stoperde Hakan Balta'nın yanına çekilmesi ve bu görevini maç sonuna dek muhteşem bir şekilde yerine getirmesiydi. Çok yönlü futbolcu dedikleri bu olsa gerek... Özellikle oyunun çeyrek saatlik diliminde kalemizde çok etkili pozisyonlar yakalayan Hamburg'un bu pozisyonları cömertçe harcaması bizleri mutlu ederken, oyuna Arda'nın yerine dahil olan Hasan Şaş'ın pasında Ümit Karan'ın attığı temiz golün hakem tarafından iptal edilmesi zaten gergin olan sinirlerimizi titretti. Galatasaray zorlu deplasmandan 1-1'in getirdiği avantaj ile ayrıldı.
Yazı bitmeden önce birkaç isim hakkında da bir şeyler karalamak istiyorum. Maçın ardından baktım da şaşırtıcı bir şekilde herkes Bülent Korkmaz'a yüklenmiş. Bülent Korkmaz'ı çok sevdiğimi bilen bilir, bu konuda duygusal davranmamın zor olduğunu da ben söyleyeyim ama bu maçta Kaptan'ın yaptığı hangi taktiksel değişiklik eleştiriyi hak etti ki? Herhalde yergi oklarının yöneldiği en yoğun nokta Kewell'in yaklaşık 40 dakika boyunca stoperde görev alması oldu. Şimdi düşünelim... Emre oyundan atıldığı anda 18 yaşındaki Semih Kaya futbol hayatının ilk resmi maçına Hamburg karşısında çıksaydı ve olası hataları ile maçın kaybedilmesine neden olsaydı, bu genç adamın sırtına binen yükü bir daha kim indirebilecekti? Türkiye'de futbolcu olmak zor... Türk medyasının eline düşenin vay haline... Bu kez de Kaptan'ın bu tercihi eleştirilmeyecek miydi? Peki ya Semih'in ruh hâli ne olacaktı? Kimse bunları düşünmüyor tabii. Antrenmanlarda takımın başında olan isim Bülent Korkmaz'dır, hiçbirimiz değiliz! Kewell'daki soğukkanlılığı, hırsı gördüyse ve bunda da başarılı olduysa düşün adamın yakasından be! El insaf, dün bir bugün iki! Teknik adamların üstüne yüklenin, hemen sonra Türkiye'de teknik adamların ömrü yok şu kadar yok bu kadar muhabbeti yapın. Samimi olun biraz, samimi!
Dokunduracağım ikinci isim Lincoln. Açıkçası ben bu adamın on maçta bir kafasına eserse top oynamasından bıktım. En sonunda hasta olacağım. Tribünlerden aldığının onda birini göremedik henüz. Bir tek kişiliğine lafım yoktu, bu akşam itibarıyla ona da var artık. Lincoln'ün formasını giydiği kulübün adı Galatasaray. Kimse kusura bakmasın ama dingonun ahırı değil burası. Teknik direktörün seni oyundan alıyorsa eğeceksin başını çıkacaksın. Terbiyesizlik yaptığın adamın bu kulübün bir efsanesi olduğunu da unutmayacaksın. Komiktir, maçın akabinde bazı taraftarlar ve spor yazarları Lincoln'ün bundan sonra toparlanmasının zor olduğundan, kimsenin ondan performans beklememesi gerektiğinden bahsediyorlar. Yok ya! Bugüne kadar var mıydı ki bundan sonra olacak? Hiç kimse Galatasaray'dan büyük değildir, işine gelmiyorsa oturursun tıpış tıpış kulübede. Hiçbir kulüp futbolcusu için özel çaba sarfetmemelidir. Ben bunu bilir bunu söylerim...
Madem ki üç nokta ile uzattık yazıyı üçüncü noktayı da Meira'yı gönderen zihniyete ayıralım. Açıkçası savunmanın revire döndüğü bir dönemde nasıl bir mantıktır Meira'yı göndermek, ben akıl erdiremiyorum. Yahu istediği kadar kötü olsun bu adam, istediği kadar alışamamış olsun takıma, fark eder mi? Senin stoperde oynatacak adamın yok! Amatör kulüp yöneticileri bile yapmaz bunu. Kulüp 6 milyon Euro'ya muhtaç olacak kadar mı acizdi yani? Evet, deplasmanda alınan 1-1'lik sonuç iyidir, hoştur ama Galatasaray bu sonuca karşın rövanşa bir "Acaba" ile yaklaşacaksa bunun nedeni savunmadaki belirsizliktir. Üç ayağı kırılmış masanın dimdik duran ve tüm gövdeyi tek başına sırtlanan tek ayağıydı Emre Aşık. Şimdi o da minimum 2 maç yok... Rövanş maçında stoperde bu kez Arda oynarsa kimse hocayı hedefine almasın bir zahmet.
Kapatmadan birkaç kişiye de birkaç övgü sözcüğü hazırladım, bunları iade etmem gerek. En başta Harry Kewell geliyor. Öyle bir futbolcu düşünün ki kariyerinde kaldırmadığı kupa kalmamış. Avrupa futbolunun zirvesi olarak kabul gören Şampiyonlar Ligi kupası 2005'te onun elinde yükselmiş. Buna rağmen Premier Lig gibi bir yerden kalkıp Türkiye'nin yolunu tutuyor, egosuz bir şekilde hem de... Yeni takımının kazanması için futbola yeni başlamış bir çocuğun hırsıyla mücadele ediyor, yokluktan geçtiği stoper bölgesinde yerini hiç yadırgamadan profesyonelce mücadelesini veriyor. Galatasaraylılık dediğimiz olguya sanki 40 yıldır sahipmiş gibi Harry Kewell. Bu geceki mücadeleden sonra bunu söyleyemeyecek bir Galatasaraylı tanımıyorum. Hep diyorum, sanırım yine söylemekten alıkoyamayacağım kendimi... Ben bu adamın yıllarca Galatasaray'da kalmasını istiyorum, Hagi gibi efsane olsun ki bunun ilk parıltılarını görüyoruz, futbolu da burada noktalasın.
Arda'ya da değinmeden geçmemek gerek. Kendisi tartışmasız bu takımın en büyük yıldızı. "Sen Sahadaki Biz, Biz Tribündeki Sen"e en çok uyan isim. Ağzından dökülüyor ya "Hamburg'u da eleyeceğiz, kupayı da alacağız" sözleri, sonra bir de bu uğurda sahada verdiği mücadeleyi görüyoruz ya, işte bize Galatasaray'a inanmak için bir neden daha...
---------------------------------------
Üniversite hazırlıkta aynı sınıfta okuduğumuz bir kız arkadaşım vardı. Ben ne kadar Galatasaraylı'ysam, o da o kadar Fenerbahçeli'ydi. Bugün kampüste karşılaştık. Ayak üstü sohbet ettik biraz. Tam ayrılırken "Akşam Hamburglu'yum" dedi gülerek. Hemen ekledim; "Saracoğlu'nda konuğum olacaksın"...

9 Mart 2009 Pazartesi

Türk Cannavaro

Bir zamandır aklımdaydı Emre Aşık hakkında bir şeyler yazmak. Erteliyordum nedensiz... Son Bursaspor maçı daha fazla ertelememem gerektiğini bağırıyordu adeta. İtalyan savunma oyuncusu Fabio Cannavaro'ya benzetiyorum ben Emre'yi. Gerek görünüş gerekse yetenek yönünden. Profesyonelliğine de diyecek bir şey yok zaten. İstiyorum ki kulüp önüne uzatsın sözleşmeyi, o da imzalasın. Kalsın birkaç sene daha. Bu haliyle daha birkaç sene daha rakip ileri uç elemanlarının hakkından gelir o.

8 Mart 2009 Pazar

Galatasaray: 2 - Bursaspor: 1

Birkaç koltuk ötemdeki top sakallarına ak düşmüş, entel görünümlü amca piposunu yakmış 10 metrelik bir yarıçapta bulunanlar maruz kaldıkları kötü kokunun etkisiyle çatık kaşlarının desteklediği gözlerini amcanın üzerine dikmişti. Ara sıra yağan yağmur amcanın keyfine toz konduramıyordu. Zamanla etrafındakiler de duruma alışmış ancak pipo tüttüren birisini ilk defa gördüklerini teyit eden o korkunç bakışlarından hiçbir şey kaybetmemişlerdi. En sonunda arka saflardan başka bir amca espri mahiyetinde "Üstad sen yanlış yere gelmişsin, Numaralı'da olman gerekiyor senin" diye seslenirken ben birden ayıldığımı fark ediyorum. Dalıp gitmişim... Bundan tam 8 sene öncesine... Galatasaray'ın Bursaspor'dan Bursa'da 5 tane yediği gündeyim. Evin içinde cirit atıyorum. O vakitler maçları yayınlayan yayıncı kuruluşun dekoderine sahip olmayınca en deli halimizle soluğu maç yayınlayan en yakın kafede alıyoruz. 2000 yılından sonra kupa toplama görevine bir seneliğine ara vermişti Galatasaray. Lucescu ile başladığı ilk sezonda ligde istediğini elde edememiş bir takım vardı elde. Giden pek çok oyuncunun yerleri adları ilk kez duyulan kiralık futbolcularla doldurulmuştu 2001/2002 sezonu öncesinde. Yine de korkulan olmamış ve Galatasaray lige son derece iyi bir giriş yapmıştı. Sıra Bursaspor ile deplasmanda oynanacak maça geldiğinde takım ligde namağlup konumdaydı. Ne olduysa o maçta oldu... Kafeden sinirli adımlarla çıkarken Galatasaray 5'inci golü gördü kalesinde. Eve yolunda önüme gelen taşa tekme atmamın sonucu olarak ayaklarımı yara bere içinde bırakmıştım. Eve geldiğimdeyse o güne kadar taraftarlık bilinci kazanamamış olduğumu öğrenecektim. Evet, taraftardım. Kendimce fanatiktim de, fakat iyi bir taraftar olmadığımı o gün anladım. Ev ahalisi kendi halindeyken ben evi savaş alanına çevirmeye kararlıydım. Avrupa'nın zirvesine bayrak dikmiş bir takım ligde 5 gol birden yiyemezdi, şaka olmalıydı. Durumun vehametini iş işten geçmeden kavrayan babamın, kanımca, tarihi konuşması işte o an oldu. Bana ne mi dedi? "Ben 14 sene şampiyonluk beklediğim günleri biliyorum. Fenerbahçe ligi domine ederken biz seyretmek zorundaydık. Sen ve senin neslin Galatasaray'ın en başarılı dönemine tanıklık etti. Şanslısın ki hiç başarısızlığına tanıklık etmedin takımının. Şimdi bir mağlubiyette ipleri salıyorsun. Senin için taraftarlığın değerini bilmiyorum ama seninki taraftarlık değil." Hiç beklemediğim anda, bana karşı bel altı çalışmıştı babam. Tek söz etmeden yatağın yolunu tutmuştum. Uzunca bir süre uykusuz geçen gece boyunca çok şeye kafa yordum. En güzelinin Galatasaray'ı üzgünken sevmenin olduğunu o gece öğrendim. Bir Bursaspor maçıyla...
Bu yüzdendir her Bursaspor maçına farklı bakarım ben. Taraftarlık bilinci dediğimiz şey gerçekten varsa, ben ona biraz geç de olsa o pek çokları için önemsiz ama benim için çok önemli olan gecede sahip oldum. Yatağımın başucunda her daim asılı duran "En Güzeli Galatasaray'ı Üzgünken Sevmektir"in odamın duvarlarıyla ilk kez buluştuğu gecedir o gece. O gece sadece bir gece değildir.
Galatasaray-Bursaspor maçının ilk düdüğünden son düdüğüne kadar bu ruh halinin bir esiriydim cuma akşamı. Biraz daha içten, biraz daha coşkulu çıkartmaya gayret ettim sesimi. "Buradayım işte" diye inlemekti niyetim. Fakat kime ne anlatacaktım... Kaç Galatasaraylı'nın gönlünde Bursaspor maçlarının ayrı bir önemi vardır ki?

1 Mart 2009 Pazar

Konyaspor: 0 - Galatasaray: 1

Başka çare bırakmamıştı Galatasaray kendine; üç maçlık nagalipliğinin bir sonucu olarak ya kazanacaktı ya da kazanacaktı. Bordeaux maçındaki insanüstü performansa bakarsak takımdan Konya'da iyi bir futbol beklemek yanlış olurdu. Beklemiyordum da zaten... İyi oynamamıza karşın kaybettiğimiz mücadeleler geliyor da aklıma, bir kez de zafer kötü futbola karşın geliversin, nedir yani! "Maçı özetle" derseniz, tek bir kelime ile cevap veririm: Arda. Galatasaray Ruhu'nun yeni nesildeki yansıması bu adam. O forma öyle yakışıyor ki üzerine. Elinden gelen ne varsa verdi bugün. Golünü attı, koştu, koştu, koştu... Sanki perşembe akşamı sahada basmadık yer bırakmayan o değildi. Biz onu hep böyle görmek istiyoruz. Biz onu iki renk altında görmek istiyoruz; sarı ve kırmızı.
Galatasaray üzerindeki şanssızlığı atmalıydı. Liderin Sivasspor olduğu, takipçilerinin de Trabzonspor ve Beşiktaş olduğu bir ortamda, ligin tamamlanması daha 13 hafta varken 8 puan geriye düşmenin pek bir önemi yoktu. Arda fırsatçılığını konuşturdu, Galatasaray patates tarlasından galibiyetle ayrıldı. Fenerbahçe'nin Sivasspor'u mağlup ettiği haftada zirveyle puan farkı beşe indi.

Koleksiyon #10

Kırıktı, maçlardı derken 2 ay olmuş en son Koleksiyon post'unu gireli. Bakıyorum da İşte Galatasaray güzelliğini yaptıktan 1 hafta sonra kırmışım kemiği. O gün bugündür de aklımda çıkmış. Dönüşü 2006/07 sezonunda giyilen çubuklu forma ile yapayım istedim. Her ne kadar çubuklu Galatasaray ile özdeşleşmemiş olsa da bence iyi yapılırsa çok da hoş duruyor takımın üzerinde. Süper Kupa finalindeki formayı hatırlatırım ısrarla. Forma arkasına pek yazı yazdıran birisi değilim. Gerçekten sevdiğim, değer verdiğim bir isim varsa yazdırırım. Elbette ki Hakan Şükür de onlardan biriydiydi... Çok özledik be Kral... Şimdiden!

Ne Diyelim Biz Sana