29 Ocak 2008 Salı

Leverkusen Maçı Biletleri

UEFA Kupası 3.turunda 13Şubat'ta Bayer Leverkusen ile oynayacağımız maçın biletleri yarın satışa sunuluyor. Bilet fiyatları şöyle;
Numaralı Grup1 --> 250 YTL
Numaralı Grup2 --> 200 YTL
Kapalı Üst --> 80 YTL
Kapalı Alt --> 70 YTL
Yeni Açık Üst --> 40 YTL
Yeni Açık Alt --> 30 YTL
Eski Açık --> 40 YTL

28 Ocak 2008 Pazartesi

Rakibimiz Asvel Basket

Galatasaray'ımız bugün futbolda Türkiye Kupası ile yaşadığı kura heyecanının yanı sıra basketbolda da ULEB Kupası için ayrı bir heyecan daha yaşadı. ULEB Kupası'nda çekilen 2.tur kuraları sonucunda rakibimiz Fransız temsilcisi Asvel Basket oldu. Kendi liginde ikinci sırada bulunan Fransız temsilcisi ile yapacağımız ilk maç 19 Şubat'ta Fransa'da,i rövanş maçı ise 26 Şubat'ta İstanbul'da oynanacak.

Kupa'da Erken Final

Türkiye Kupası'nda çeyrek final eşleşmeleri İstanbul Ataköy Olimpiyatevi'nde çekilen kura sonunda belli oldu. Statü gereği seri başı uygulaması olmadığı için bütün takımların birbirleriyle eşleşebileceği turda rakibimiz Fenerbahçe oldu. Sarı-lacivertli ekiple vereceğimiz çeyrek final mücadelesinin ilk ayağı önümüzdeki pazar günü (3 Şubat 2008) Şükrü Saraçoğlu Stadyumu'nda, rövanş mücadelesi ise 27 Şubat 2008 Çarşamba günü mabedimiz Ali Sami Yen Stadyumu'nda oynanacak.

Ankaragücü: 0 - Galatasaray: 4

Sabri Sarıoğlu, Cassio Lincoln, Ayhan Akman, Hakan Balta, Shabani Nonda, Barış Özbek, Rigobert Song, Tobias Linderoth, Hasan Şaş, Okan Buruk... Bu isimlerin arasına bir de kaleci eklesek alın size süper bir ilk onbir. Sayılan isimlerin hepsi Galatasaray futbol takımının as oyuncularıdır. Kimi sakatlığı yüzünden, kimi cezası yüzünden Ankara deplasmanına götürülmedi. Aynı gün oynanan Sivasspor-Fenerbahçe maçında Sivasspor'lu taraftarların maçtan önce açtıkları "Sivasspor Brezilya'ya Karşı" pankartına ironik bir şekilde yaklaştı akşam Galatasaray. Galatasaray'ımız dün gece Ankaragücü deplasmanına tamamı Türk oyunculardan kurulu bir takımla çıktı. Ayrıca hepsi bu değildi. Mehmet Güven, İlker Cihan, Erhan Şentürk ve Harun Temur... Bu isimler de takımın çektiği futbolcu sıkıntısı yüzünden deplasmana götürdüğü gençlerdi. Anlaşılacağı gibi Galatasaray sadece Ankaragücü'ne karşı değil, aynı zamanda kendisine de karşı mücadele etti.
Cumartesi akşamı Beşiktaş'ın Gaziantepspor'u, dün de Fenerbahçe'nin lider Sivasspor'u mağlup etmesinin ardından Galatasaray'ımız deplasmanda vereceği zorlu mücadeleden mutlak galibiyetle ayrılmalıydı. Açıkçası sahaya çıkan ilk onbiri görenlerin umutlu olduklarını söylemek pek de doğru olmaz. Bu tip sözler söylemeyi sevmemekle birlikte yine de içimde kalmasına yüreğim elvermeyecek. Dün akşam sahaya sürülen Galatasaray ilk onbiri pek çok eleştirmen nazarında 1.Lig'de bile ancak mücadele edebilecek bir güce sahipti. Sahada formsuz bir Arda'nın oluşu, yaşı ilerlemiş bir Hakan Şükür'ün oluşu bu gerçeği değiştirmeyecekti. Lâkin birkaç hafta evvel de belirttiğim gibi söz konusu takım Galatasaray'dı ve bu takımın ne zaman ne yapacağı büyük bir muammaydı. Dün akşamki Galatasaray'ın sahada ortaya koyduğu futbol sadece kendi taraftarlarını değil rakiplerini de şaşırttı.
Galatasaray'da büyük krizler her zaman takıma olumlu yansımıştır. Bu iddiaya en yakın desteği ligin ilk yarısında oynanan Galatasaray-Beşiktaş derbisinde görmüştük. Lincoln ve Hakan Şükür'ün maç günü kadro dışı bırakılması önce takım içinde fırtınalar koparmış ancak akşam saatlerinde skor tabelasına Galatasaray'ın 1-0'lık üstünlüğü olarak yansımıştı. Bu hafta içinde de Sabri kadro dışı bırakıldı. Galatasaray da adeta bu savı desteklercesine Ankaragücü'ne deplasmanda 4 gol atıp, zirveyi yeniden ele geçirdi.
Uzun bir maç analizi yapmayacağım. Yalnız belirtmeden de edemeyeceğim. Oftaş maçının ardından "Sahaya şu takımın formasını koysanız kazanması gerekirdi" diye inleyen ben, bu maçın ardından "Galatasaray'ın adı ve forması kazandı" diyebiliyorum. Bunu derken de ekliyorum, Ghalatasaray çok çok iyi bir futbolla kazandı bu maçı. Ancak yine de insanın sinirini bozabilecek şeyler olabiliyor Türkiye'de. Rize'yi beşlediğimizde Rize'nin zayıflığından yakınan medyamız, şimdi de Ankaragücü'nün savunmasının amatörlüğünden dem vurur oldu. Yahu el insaf! Attığımız bir değil, iki değil. Şimdi ben size Gaziantep'in gelenekselleşen Fenerbahçe mağlubiyetlerinden neden bahsetmediğinizi ya da ne bileyim Fenerbahçe 3-4 attığında neden sesinizi çıkarmadığınızı sorsam olur mu? Olur aslında da ben Galatasaraylı'yım, bana yakışmaz. Ha bir de Ümit'in attığı mükemmel gol var... Alex atsaydı o golü öyle bir şişirirdiniz ki... Patlayıncaya kadar...

27 Ocak 2008 Pazar

Alpella: 81 - Galatasaray: 78

Galatasaray, Beko Basketbol Ligi'nin 18.haftasında konuk olduğu rakibi Alpella'ya 81-78 mağlup olarak üst üste ikinci yenilgisini almış oldu ve sonuç dalayısıyla zirveden de inmiş oldu. Hüseyin Beşok ve Tufan Ersöz'ün devam eden sakatlıkları nedeniyle verdiği mücadelelerde haftalardır zorlanan takımımızda Owens'ın 21, Murat'ın da 19 sayılık performansı galibiyete yetmedi. Karşılaşmanın uzun bir bölümünü önde götüren Galatasarayımız son çeyrekte rakibinin üstün oyununa engel olamadı.

26 Ocak 2008 Cumartesi

Bir Transfer Haberi

Dün düzenlediği basın toplantısında Feldkamp'ın yönetime sert çıkmasının ardından akşam saatlerinde Galatasaray TV'ye konuk olan başkan yardımcısı Adnan Polat transferde sıcak saatler yaşadıklarını ve Roma takımının Gana'lı savunma oyuncusu Ahmed Barusso ile her konuda anlaştıklarını belirtti. Adnan Polat ayrıca 2 futbolcuyla daha görüştüklerini ve 31 Ocak'tan önce bu oyunculara da sarı-kırmızılı formayı giydirmeyi hedeflediklerini sözlerine ekledi. Öyle cümleler kuruyorum ki kendimi haber ajansı gibi hissetmeye başladım. Hayırlısı tabii...

Sabri Kadro Dışı

Dün Galatasaray'da hareketli saatler yaşandı. Önce teknik direktörümüz Karl Heinz Feldkamp düzenlediği basın toplantısında yönetimi eleştiri yağmuruna tuttu ve 4 transfere ihtiyacı olduğunu, transfer döneminin kapanmasına sayılı günler kala istediği oyuncular alınmazsa istifa edebileceğin belirtti. Kendisi bunların yanı sıra Ankaragücü maçı sonrasında takımdan gönderilmesine karar verdiği birkaç ismi kamuoyuna duyuracağını söyledi. Yalnız Ankaragücü maçına kadar sabredemedi ve takımdan ayrılmasına karar verdiği ilk isim akşam saatlerinde kendisinin direktifiyle Adnan sezgin tarafından açıklandı: Sabri Sarıoğlu. 10 yıldır Galatasaray bünyesinde bulunan ve 2001 yılından bu yana A takımda olan Sabri'nin gönderilmesine karar verilmesi taraftarları da ikiye böldü. Bir kısım vefasızlıktan dem vururken, bir kısım da kendisinim 7 yıldır kendini bir türlü geliştiremediğini ve Galatasaray'da oynamayı hak etmediğini savunuyor. Ben de ikinci gruba dahilim. Sabri'nin Galatasaraylılığından zerre kadar şüphe duymam. Maç öncesi taraftarı adeta bir amigo gibi coşturur. Ancak bir futbolcunun görevi de amigoluk değildir. Taraftarına kendini sevdirmek isteyen bir Galatasaray futbolcusu bunu sahadaki performansı ile başarmalıdır. Aksi takdirde Tuncay ve onun gibilerden ne farkımız kalırdı! Bir de vefa konusu var tabii. Bu takım kimlere vefasızlık yaptı da sesleri çıkmadı bazı çevrelerin. Ha, elbette ki bu Sabri'ye de vefasızlık yapılması gerektiği anlamına gelmiyor. Ancak her futbolcuyu vefa niyetine takımda tutmaya kalkarsak başa çıkamayız. Sabri'ye açık yollar diliyorum.

24 Ocak 2008 Perşembe

Gençlerbirliği Oftaş: 3 - Galatasaray: 0

Dün gece oynanan maçta Galatasarayımız deplasmanda Gençlerbirliği Oftaş'a 3-0 mağlup olarak Türkiye Kupası'ndaki grubunu ikinci sırada tamamladı. Daha fazla ayrıntıya girmeye gerek yok sanırım. Skor her şeyi anlatıyor zaten.

22 Ocak 2008 Salı

Hemofarm: 77 - Galatasaray: 84

Galatasarayımız ULEB Kupası C Grubu'nda gruptaki kaderini tayin edecek olan 10. ve son maçında bu gece deplasmanda Sırbistan'ın Hemofarm takımına konuk oldu. Gruptan çıkmayı geçtiğimiz hafta garantileyen takımımız bu maçtan da 77-84'lük bir galibiyetle ayrılınca rakibini üçüncü sıraya iterek grubunu ikinci olarak tamamladı. Takımımız her ne kadar maça iyi başlayamayıp ilk çeyreği 20-16, devreyi de 37-34, üçüncü çeyreği de 60-54 geride tamamlasa da son çeyrekte muhteşem bir geri dönüş ile karşılaşmadan galip ayrılmayı başardı. Galatasarayımızda 17'şer sayı oynayan Charles Gaines ve Chris Owens galibiyetin baş mimarları oldu. Bu sonuçla birlikte Galatasarayımız ikinci tur kura çekimine ikinci torbadan dahil olacak ve 3.torbada yer alan en kötü 2 grup ikincisi veya en iyi 6 grup ikincisinden biriyle eşleşecek.

Galatasaray: 1 - Bursaspor: 0

Üniversitelerde türban serbest kalacak mı kalmayacak mı ikilemi, Kuzey Irak’taki kritik durum, Dink suikastının yıldönümü ve daha nice gündemi meşgul eden olayın pek bir önemi yoktu pazar akşamı Galatasaray taraftarları için. Sivasspor ve Beşiktaş maçlarını kazanmıştı. Gaziantepspor’un Fenerbahçe ile oynadığı karşılaşmadan da yine gelenekselleşen skor çıkmıştı. Haliyle o akşam Galatasaraylıların aklında Bursaspor’u yenmekten başka bir düşünce yoktu. Tüm bunlara iki hafta önce Bursa’da oynanan kupa maçında takımımıza ve oyuncularıma yapılan hakaretleri de ekleyince aslında maçtan önce maçın gidişatını tahmin etmek pek de güç değildi. 90 dakika boyunca edilen küfürler ve bunların çoğunun futbolumuzun en son küfür edilecek adamlarından olan Hakan Şükür’ü hedef alması ister istemez taraftarı Ali Sami Yen’deki lig maçı öncesi ekstra motive ediyordu. Maç başladığında ise adı dokuza çıkan ve asla sekize inmeyecek olan Bursaspor taraftarının takımlarını da kendilerine benzetmiş olduklarını gördük. İsmail Güldüren’in başı çektiği çirkefler ordusunun deplasmana futbol oynamak için gelmediklerini anlamak için âlim olmaya gerek yoktu. Karşılaşma bir futbol maçından çok bir Tarık Solak organizasyonunu andırıyordu. Dilini ısıranlar, yumruk yiyenler, bileğini zedeleyenler arasında sahada oynananların futbol olduğunu bize hatırlatan tek an Nonda’nın skoru 1-0’a getiren golü attığı andı. Bunun dışında Bursaspor takımı maç bittiğinde sahadan 9 kişi ayrıldı. Galatasarayımız lider Sivasspor’un ardından zirve mücadelesini ikinci olarak devam ettirdi.

21 Ocak 2008 Pazartesi

Antalya Büyükşehir Belediyespor: 77 - Galatasaray: 74

Beko Basketbol Ligi'nde 17.hafta mücadelesinde Antalya Büyükşehir Belediyespor'a konuk olan Galatasarayımız sahadan 3 sayılık farkla, 77-74 mağlup ayrıldı. Perşembenin geleceği çarşambadan bellidir derler. Galatasaray için de bu kural değişmedi. Son haftalarda ligde ve ULEB Kupası'nda ortaya konan kötü futbol sonucunda çekirge üçüncü sıçrayışını tamamlayamadı.
Antalya Büyükşehir Belediyespor karşılaşmaya seyircisinin de desteği ile hızlı başladı ve ilk periyodun son 3 dakikasına girilirken skor 15-11 alehimizeydi. Periyodun son anlarında Hite ile bulunan 3 sayılık atış ile farkı 1 sayıya kadar indirerek ikinci çeyreğe 15-14 geride girdik. Antalya ekibi ikinci çeyrekte de oyunun hakimiydi ve karşılaşmanın 14.dakikasını 25-22 önde geçti. Bu dakikadan sonra savunmada toparlanmakta zorlanan sarı-kırmızılı ekibimiz devrenin son 2 dakikasına 38-29 geride girdi. Antalya ekibi soyunma odasına 40-31 önde gitti.
Üçüncü çeyrekte ise takımımız toparlandı. Cüneyt, Erdem ve Hite'nin basketleri sayesinde farkı kapatarak üçüncü periyodu 54-58 önde tamamladı. Son çeyrek ise adeta bir basketbol şöleni halini aldı. Her iki takım da galibiyet için varını yoğunu ortaya koydu ve son 5 dakikaya 62-62'lik beraberlikle girildi. Bu dakikadan sonra oyundan tamamen düşen takımımız sahadan 77-74 mağlup ayrıldı.
Bu yenilgiye rağmen takımımız haftayı lider tamamladı.

20 Ocak 2008 Pazar

Galatasaray: 3 - Sarıyer: 0

Geç kalmış bir maç yazısı. Her ne kadar geçerli bahanelerim olsa da 10 dakikamı ayırıp yazmalıydım. Olmadı. Bursaspor maçı öncesine nasipmiş. Elimizden geldiğince artık...
Türkiye Kupası'nda oynadığımız ilk iki maçta 4 puanla ayrılınca kendi evimizde ağırlayacağımız Sarıyer'i yenmemiz şarttı. Rakibimiz eski gücünden çok uzaktaydı. Bunun ve sakatlıkların etkisiyle de sahaya yedek ağırlıklı bir kadro ile çıktık. Aynı akşam basketbol takımımızın çok kritik bir ULEB Cup maçı olması sebebiyle Ali Sami Yen'de beklenenden de az bir seyirci vardı. Teknik direktör Feldkamp'ın sahaya sürdüğü onbire bakınca şu tabloyu görüyorduk: kalede Aykut; savunmada Sabri, Emre, Servet, Volkan; orta alanda Hasan Şaş, Mehmet Güven, Carrusca, Barış; ileri ikilide de Ümit ve Serkan...
Karşılaşmanın henüz başında Hasan sakatlanarak yerini Mehmet Topal'a bıraktı. Birkaç dakika sonra da şaşırtıcı şekilde yine bir korner organizasyonu ve Serkan'ın kafa vuruşu ile öne geçtik. Dakikalar 26'yı gösterirken Carrusca çok şık bir orta ile topu Ümit'e postaladı ve Ümit de postayı adrese teslim etti. İlk yarı bu skorla sona erdi. Karşılaşmanın ikinci yarısında dengede bir oyun vardı. 83.dakikada Barış Özbek ceza alanı dışından topa vurdu ve yerden de seken top ağlara kavuştu. Bu gol aynı zamanda skoru da tayin etti. Galatasarayımız grubundaki son maçı öncesinde puanını 7'ye çıkardı.

18 Ocak 2008 Cuma

Galatasaray: 72 - CSU Asesoft: 64

Galatasarayımız ULEB Cup'taki grubunda oynadığı 9. maçta Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda Rumen temsilcisi CSU Asesoft'u 72-64 mağlup ederek gruptaki son maçlar öncesinde gruptan çıkmayı garantiledi. Karşılaşma boyunca 21 sayı-5 ribaund-3 asistlik bir performans ortaya koyan Dee Brown aynı zamanda maçın en skorer ismi oldu. Galatasarayımız gruptaki son maçından da galibiyetle ayrıldığı takdirde bir üst tura grup ikincisi olarak çıkmış olacak.

15 Ocak 2008 Salı

Sörf De Yerim Gol De...

Dev Hizmet!

Bilog'un isteğini geri çeviremezdim! İşte yeni kaleci adayımız Martinez'in Polonya'ya attığı gol.

Martinez Florya Yolunda...

Transferin sona ermesine sayılı günler kala yönetim de çalışmalarını dört koldan sürdürüyor. Mondragon'un gitmesiyle sene başından beri istenilen istikrara ulaşılamayan kale için Sakaryaspor'un Kolombiyalı file bekçisi Martinez ile görüşülüyormuş. Oyuncunun kendisi de iki gece önce katıldığı bir televizyon programında bu işin yüzde 90 bittiğini belirtti. Ha, bir de "Türkiye'nin en büyüğü Galatasaray'dır" dedi. Seni yağcı seniii!

Basinas Galatasaray'a Doğru...

Sezonun ikinci yarısı başladı. Bu yarının ilk yarıdan daha çetin geçeceği aşikâr. Gerek lig, kupa ve UEFA Kupası'nda yola emin adımlarla devam ediyor olmamız, gerekse takımdaki birçok eksik yüzünden birkaç takviye gerekiyor. Özellikle Linderoth'un sahalardan 4 ay gibi uzun bir süre ayrı kalacağını düşünürsek o bölgeye acilen bir transfer gerekiyor. Yönetim de boş durmuyor tabii ki. Ön libero mevkisi için şu an en önemli aday Mallorca'da forma giyen ve aynı zamanda Yunan milli takımının da kaptanlığını yapmakta olan 32 yaşındaki Aggelos Basinas. Dün yöneticilerimizden Tunca Haznedaroğlu bu transferin her an sonuçlandırılabileceğini açıkladı.
--UHA--

13 Ocak 2008 Pazar

Bandırma Banvitspor: 77 - Galatasaray: 80

Şampiyonluk yolundaki rakiplerimiz Beşiktaş ve Fenerbahçe'nin puan kaybettiği Beko Basketbol Ligi'nin 16'ncı haftasında bugün zorlu Bandırma Banvitspor deplasmanındaydık. Ligin ilk yarısındaki maçı kazanmıştık ve olası bir playoff eşleşmesi için de farklı bir önemi vardı bu maçın.
Karşılaşmaya hızlı başladık ve maçın başında 6-0 öne geçtik. Rakip takım pota altında etkisiz kalınca 5'inci dakikaya 12-4 önde girdik. Bu dakikadan sonra tökezleyen takımımız sayı bulmakta zorlanıp, rakibin isabetli üçlüklerine de engel olamayınca ilk çeyreği 20-14 geride kapadı. İkinci çeyrek başladığında da ilk çeyreğin sonundan farkı yoktu sahada olanların. Rakip üst üste üç sayılık atışlar bulmaya devam ederken Galatasaray felaket bir üç sayı yüzdesiyle skora katılınca rakip farkı 14.dakikada 13 sayıya çıkardı: 31-18. Bu dakikadan sonra bir nebze toparlanan sarı kırmızılı takımımız Cenk Akyol'un üç sayılım atışı ile farkı 7 sayıya dek indirdi. Karşılaşmanın ilk yarısı 41-34 ev sahibi ekibin üstünlüğü ile son buldu. İkinci yarıya daha istekli başlayan Galatasarayımız önce Cenk'in 3 sayılık atışı ardından da Owens'ın kaydettiği sayılar ile 15.dakikaya gelindiğinde farkı 3 sayıya dek indirdi. Ancak son çeyreğe girilirken skorda Banvitspor'un 60-53'lük üstünlüğü göze çarpıyordu.
Son çeyrek ise adeta bir ölüm kalım savaşı şeklindeydi. Ligin en iyi savunma yapan takımı konumunda olan takımımız savunmada çok hata yapınca ve rakip de çok yüksek bir üç sayı yüzdesi ile oynayınca her şey daha da zorlaştı. Lâkin maçı bırakmayan takımımız son 2 dakikaya girilirken skora 71-71'lik dengeyi getirmeyi başardı. Karşılaşmanın son dakikasına girildiğinde ise sahneye Owens çıktı ve ilk çeyreğin ortalarından sonra takımının ilk defa öne geçmesine vesile oldu. Kalan saniyeler için taktik faul hakkını kullanan ekibimiz rakibin başarısız atışları sonrasında sahadan 80-77'lik skorla galip ayrılmayı başardı.
Bir de Dee Brown bir ara bunu yaptı;

Çaykur Rizespor: 2 - Galatasaray: 5

Öyle bir takımın taraftarıyız ki her an kanser olmaya meyilliyiz. Taraftarı olduğumuz takımın dünü ve bugünü çok karışık. Hani derler ya "bugünün geleceği dünden bellidir" diye. Galatasaray yıktı, yok etti kuralı. Bizim dünümüz bugünümüze uymuyor. Daha 3-4 gün öncesine kadar üst üste 5 pas yapamayan, kaleye şut atamayan, savunmada aksayan Galatasaray dün Rize'de üst üste 10 pas da yaptı, kaleye sayısız şut da attı... Defans yine aksadı. Eee, her şey kusursuz olamaz, değil mi?
Pek umutla başlamadık maça. Ancak "Ne de olsa bu takım Galatasaray. 5-0 da alabilir, yenile de bilir" dedik. Sonuçta 5-0 olmadı ama yaklaştık o skora. Bizim maçımızdan birkaç saat evvel tamamlanan maçta Beşiktaş son saniye golüyle galip gelince iyiden iyiye nefesini ensemizde hissettirdi. Ancak bizim Beşiktaş yaklaştığı için değil, zirveden düştüğümüz için kazanmamız gerekiyordu. Futbolcular da bunun bilincindeydi. Şayet maçın ilk düdüğü çaldığı andan itibaren bunu hissediyorduk.
Ne yaptığı belli olmayan teknik direktörümüz Feldkamp maça kalede Orkun; savunmada Uğur, Servet, Bouzid, Volkan; orta alanda Hakan Balta, Barış, Arda, Mehmet Topal; ileri ikilide de Hakan Şükür ve Nonda ile başladı. Takımdaki eksikleri de düşünürsek bir kişi hariç çıkarılabilecek en iyi ilk onbirdi bu, ona lafım yok. Lafım, dediğim gibi, o "bir kişi"ye. Kim mi o "bir kişi"? Ismael Bouzid! Emre gibi bir alternatifi varken bizi 10, rakibi 12 kişi oynatan bu adama daha sonra değineceğim.
Galatasarayımıza sihirli bir değnek dokunmuş olmalıydı. Çünkü maçın başlamasıyla birlikte takım bu maçta iyi oynayacağının sinyallerini vermişti. Zira ilk dakikalarda kaleye ardı ardına şut yağdırmaya başladık. 5.dakikada sağ köşe gönderinden korner kazandık. Umudumuz yoktu. Çünkü Galatasaray gol atacaksa bunun kornerden olmayacağını çok iyi biliyorduk biz. Ama az önce de dedim ya takım dün herkesi şaşırtmak için sahadaydı. Volkan kesti, Nonda vurdu, takım maçın henüz başında deplasmanda bir farkla öne geçti. Sonrasında da oyunun kontrolü bizdeydi. Üst üste girdiğimiz net pozisyonlardan elimiz boş dönünce "Ulan inşallah aramayız" görüşünde birleştik. Skor tabelası 27'nci dakikayı işaret ettiğinde Bouzid çıktı sahneye. Maçın başından beri sahada görülmemiş olmasına sinirlenmiş olmalı ki alakasız bir pozisyonda ceza yayındaki rakibi biçti. Üstelik topu o bölgeden rahatça çıkarabilecek adamlarımız da varken... Ardından topun başına eski futbolcumuz Altan geçti. Kendisinin usta ayağı kalecimiz Orkun'un hatalı duruşuyla birleşince mükemmel bir gol gördük kalemizde. O an oturduğumuz sandalyeyi kırmamız işten bile değildi. Neden iyi oynadığımız maçlar bu noktaya gelmeliydi ki? Yetmemiş miydi Bordeaux maçında yaşadıklarımız? Takımın oyununun bozulacağından şüphelenmiştik ki golden sonra gaza gelen ve deli gibi saldıran Rizespor'un havasını 42'nci dakikada yine kornerden gelen bir topla söndürdük. Kornerden gelen topa arka direkte maçın en iyilerinde olan Servet kafayı çaktı: 1-2. Golden 3 dakika sonra ise Nonda bir kez daha sahne aldı ve "Soyunma odasına 3-1 önde gidiyoruz uleeen!" dedi.
İlk yarıda rakibi sürklase eden takımımız ikinci yarıda da boş durmadı. Önce Arda attı. Sonra Hakan kaçırdı. Sonra Nonda attı. Ardından Hakan yine kaçırdı. Maç boyunca çok üstün bir futbol ortaya koyan, rakip kaleye 25'e yakın şut gönderen takımız karşılaşmadan 5-2 galip ayrıldı. Evet, sonradan bir gol daha yedik. Unutmuşum, lâkin olur öyle.
Yazmak için bu geceyi bekledim. Gündüz Sivasspor kendi evinde Trabzonspor'u 2-0 ile geçti. İstanbul Büyükşehir Belediyespor da Fenerbahçe deplasmanından şanssız bir şekilde 2-2'lik beraberlikle ayrıldı. Bu sonuçlarla 18.haftayı Sivasspor 40 puanla zirvede kapatırken, Galatasarayımız 39 puanla ikinci sıraya yükselmiş oldu.

Son 16 Yıl

Uluslararası Futbol Tarihi ve İstatistikleri Federasyonu geçtiğimiz günlerde son 16 yılı baz alarak "dünyanın en iyi futbol takımları" değerlendirmesinin sonuçlarını açıkladı. Buna göre listenin zirvesini Barcelona aldı. Türk takımlarından 3 tanesi de ilk 100'e adını yazdırmayı başardı. Galatasarayımız listede kendine 42'nci sırada yer bulurken, Beşiktaş 82'nci, Fenerbahçe ise 92'nci olabildi. Biz her fırsatta belirtiyoruz zaten cepten yediğimizi. Geçmiş başarılarımızla övündüğümüzü. Ancak inkar etmiyoruz bu ülkenin tek Avrupa Fatihi olduğumuzu. Kimileri sözde sözde cumhuriyetlerden prens çıkaradursun yine aynı kimileri zamanında afedersiniz bok attıkları bu istatistiğe isimlerini yazdırınca resmi web sitelerinde haber yaptılar. Allah müstahakınızı versin... Çok garip insanlarımız var. Gerçekten!

10 Ocak 2008 Perşembe

Yiğidi Öldür...

"Yılmaz Güney’i seversiniz. Çirkin Kral’ın filmleri sizin için başyapıttır. O, Türk sinemasının gelmiş geçmiş en büyüklerinden biridir size göre. “Ben de özledim” diye Ferdi Tayfur şarkıları söylersiniz belki de. Eğer ki “hardcore” aşkın içine girmişseniz Müslüm Gürses’tir sizin içinizdekileri dışa vuran adam. “Nobel’i almış da ne olmuş. Benim için yaşayan en büyük Türk yazar Yaşar Kemal’dir” diye konuşursunuz rakının dibine vururken. Orhan Kemal ve Muzaffer İzgü de müthiş yazarlardır. Türk pop müziğinin kitabını Erol Büyükburç yazmıştır değil mi? Tarzınız farklıysa en büyük müzisyen kâh Feridun Düzağaç kâh Haluk Levent’tir ya da Murat Göğebakan ve Murat Kekilli’dir tercümanınız. “Eurovision’da Sertab Erener ile gurur duymamızı sağlayan adam Demir Demirkan’dır” diye bilmişlik taslarsınız. Suna Kan ya da Mustafa Sağyaşar’dır belki de kiminize göre sanatçının tanımı…
Bunlar Adanalılardan sadece birkaçı. Kısacası Türkiye’deki çoğu insan yukarıda isimleri geçen kişileri sever ve onlara hayranlık besler. Ama kabul etmek gerekir ki Adana ya da Adanalı kavramlarından pek hoşlanmaz.
Lafı fazla uzatmayacağım. Ben de Adanalı’yım. Sizin o sadece adliyesiyle, üçüncü sayfa haberleriyle bildiğiniz güzelim şehrin çocuğuyum. Baştan belirtmekte fayda var. Bu, taraflı bir yazı. Hasan Şaş’a; Malik-Mediha Şaş çiftinin nüfus kağıdına yazdırdığı haliyle Hasan Gökhan Şaş’a övgü yazısı. 1 Ağustos 1976’da “yiğitlerin mekanı” diye bilinen Adana’nın Karataş ilçesinde doğan, hayatımıza girdiği andan itibaren üvey evlat muamelesi gören, kaba tabirle hep öldürülen bir yiğide, hakkının teslim ediliş yazısı aynı zamanda.“Demek ki benim Türkiye’de işim kalmamış. Sinirli olduğumu biliyorlar, o nedenle hep üstüme geliyorlar. Kariyerimi yurtdışında sürdüreceğim. Takım bulamazsam da gider evimde otururum” şeklindeki sözler, Hasan Şaş’ın 2 Aralık 2007 tarihindeki isyanının dile gelmiş haliydi. “Ben yaptığımı biliyorum” diyordu. Sahada kendini parçaladığını görmeye alışık olduğumuz adam, saha dışında bu kez kameralar önünde “delleniyordu”. Galatasaray’ın İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile yaptığı maçta çift sarıdan ve bilindik itiraz gerekçesiyle kırmızı görmüştü. Ona göre bu artık fazlaydı. Neredeyse her maçta saha ortasında hakem döven Milan ve İtalya Milli Takımı’nın orta sahası Ivan Gennaro Gattuso’nun bazen de rakiple yaşadığı agresif temasları hakkında, “Vay be ne delikanlı topçu. Tam Sicilyalı. Severim böyle adamları” yorumlarını yapan ama kendisi için sürekli “Vurun abalıya, pardon Adanalı’ya” diyen futbolun iki yüzlülerinden sıkıldı belki de. Evet, gider mi gitmez mi bilinmez ama yurtdışına gitmek istiyor Hasan. Türkiye’nin en sıcak şehrinin çocuğu, belki de soğuğuyla ünlü Rusya’ya transfer olacak. Belki de oğlu Yusuf Deniz ve eşi Sibel ile evinde oturup televizyon izleyecek. Gerçek olan şu ki Yılmaz Erdoğan’ın Vizotele’sini neredeyse her gün izleyen “Futbolun Deli Emin”i artık bizden uzakta yaşayacak. Belki fiziksel belki de kalben.
Adana Demirspor altyapısı Adana’nın en iyisi olmakla beraber, Türkiye genelinde de sözü geçen bir futbol akademisidir. Yazın okullar tatile girdiğinde aileleri tarafından “bir yere çırak olarak verilen” üç numara tıraşlı çocukların terliklerle idmanlarına gittiği bir okuldur. Az maaşla ve hissedilen 50 derece sıcak altında çalışan teknik adamlar, buraya “seçilen” çocuklardan birer yıldız yaratır. Hatta bazıları “İmparator” olur o ayrı.
Futbol yaşantısına Karataşspor’da amatör olarak başlayan Hasan Şaş da Adana Demirspor’un Sular mevkisindeki binasından içeri giren futbolculardan. Altyapıda yeteneği hemen fark edilen Hasan, Mavi Şimşekler’in Samet Aybaba ile iddialı bir şekilde başladığı ancak neredeyse ligin 20. haftasında matematiksel olarak küme düştüğü 1994-1995 sezonunun sonunda A Takım kadrosuna alınır. Üç maçta forma giyer. Bunlardan birinin sarı kırmızılıların 3-0 kazandığı Galatasaray karşılaşması olmasının ise kaderin ördüğü ağlarla ilgisi var mıdır bilinmez? Neticede Karataş sahilinde öğrendiği çalımları yeşil sahada da uygulayabilen bu “kara çocuk” (ki o zamanlar saçı vardı) bir gözü sürekli Adana’da olan Ankaragücü’nün dikkatini çoktan çekmiştir. Dolayısıyla Hasan’ın profesyonel anlamdaki Adana Demirspor macerası kısa sürer. Çünkü Adana Demirspor’un kasası, Birinci Lig tarihinin en başarısız performanslarından birisinin ortaya konması nedeniyle tamtakırdır. Zaten dolu olsa da Adana’da herkesin şikayet ettiği bir gelenek vardır: Kentin öz çocukları karın tokluğuna oynatılır. Futbolseverlerin cevabını aradığı “Adana takımları, başka yerlerde harikalar yaratan Adanalı futbolcuları neden elinde tutamaz ya da yuvaya döndürmez?” sorusunun alt metni budur aslında.
Hasan Şaş, altyapıdan beraber çıktığı adaşı ve yoldaşı Hasan Gelir ile birlikte “Ver elini Ankara” der. Giyeceği forma artık, ilerleyen zamanlarda kendisinde alerji yaratacak olan sarı-laciverttir. Hasan Gelir’in de o zamanlar en az Hasan Şaş kadar yetenekli bir yıldız adayı olduğunu ancak “herkesin kendi kaderini yaşadığı” gerçeğiyle yüzleştiğini belirtelim.
Hasan Şaş; İbrahim Tatlıses ve hemşerisi Haluk Levent’in kasetlerini de yanına almayı unutmaz. Geceler boyu o şarkıları dinler. Yalnızdır. Ama ileride yalnızlığını sona erdirecek ve hayat arkadaşı olan Sibel Yalçın ile de Ankara’da tanışır. İkili 29 Haziran 2003’te Adana’da dünya evine girer.
Herkes ilk yapan Karl Heinz Feldkamp sansın, Hasan’ın Ali Osman Renklibay tarafından dönem dönem sağ bekte oynatıldığı Ankaragücü günleri üç yıl sürer. 18 yaşına kadar kar görmeyen Karataşlı çocuk, Ankara’da kartopu oynamayı öğrendi mi bilinmez ama ayak topunu çok ilerletmiştir. Artık rota daha da batıdır. Hemşerisi Fatih Terim’in çalıştırdığı Galatasaray.
O, 1998 yılının yaz mevsiminde artık Galatasaraylı Hasan Şaş’tır. 1997-1998 sezonunun diğer iki yıldızı Gaziantepsporlu Ayhan Akman, Beşiktaş’a; Bursasporlu Elvir Baliç ise Fenerbahçe’ye transfer olur. Dönemin Galatasaray’ı Hasan’ın hemşerisi Fatih Terim yönetiminde Türkiye’yi domine ediyordur. Gheorghe Hagi, onun bacanağı ve adaşı Popescu, Hakan Şükür, Arif Erdem, Hakan Ünsal, Ergün Penbe, Ümit Davala gibi futbolcuların arasında bulur kendini. Kadro, dışarıdan gelen başka birini kolayca arasına almayacak kadar birbirini tanıyan ve birbirine bağlı öğrencilerden kurulu bir sınıf gibidir. Ancak Hasan yeteneklidir. Adrian Ilie’nin gidişinin de kendisi için şans olabileceğini düşünür. İstanbul basınının karşısına ilk kez TSYD maçlarıyla çıkar. Kadıköy’de Fenerbahçe’ye karşı alına 4-1’lik galibiyetin mimarı olur. Hatta onun için Türk futbolunun yeni Lefter’i benzetmeleri bile yapılır. Ancak ne var ki 1998 senesi onun için bir kabus olur. Doping kullandığı gerekçesiyle 6 ay sahalardan men cezası alır. Halbuki Sakaryaspor ile oynanan Türkiye Kupası maçı öncesi kullandığı ilaç gribal enfeksiyon tedavisine yarayan A-ferin’dir. Sabırlıdır; sabretmeyi tüm sevdiklerinden uzakta, doğduğu topraklardan eksi 15 derece soğuk kışların yaşandığı gurbet elde öğrenmiştir ne de olsa. Çalışır. Bu çalışkanlık Tanrı’nın ona verdiği lütufla da birleşince tekrar Galatasaray forması giymeye başlar. Sarı-kırmızılı forma altında 4 lig şampiyonluğu, 1 UEFA Kupası ve 1 Süper Kupa kazanır. 2002 ve 2006’daki şampiyonluklarda saha ortasında ağlayan, yerinde duramayan adam; kısacası şampiyonlukların sembolüdür.
Fatih Terim döneminde başarılı olmasına ve özellikle UEFA Kupası’nın 2000 yılında ellerde kaldırıldığı yolda çok önemli işler yapmasına rağmen Hasan Şaş’ın en verimli sezonu 2001-02’dir. En iyi anlaştığı teknik direktör de Mircea Lucescu’dur. Rumen teknik adam ile arası çok iyidir. Lucescu ona saha içinde serbestlik tanır ve karşılığını da fazlasıyla alır. Ligde şampiyonluğun Fenerbahçe’ye kaçırıldığı ancak Avrupa’da fırtına gibi esilen 2000-01 sezonunda, Ali Sami Yen Stadı’nda 1-0 kazanılan Paris Saint Germain maçından sonra Mircea Lucescu bir itirafta bulunur: “Hiçbir zaman hiçbir futbolcumdan forma istemedim. Ancak bugün Hasan Şaş’tan formasını istedim. Tek kelimeyle muhteşemdi.” İkilinin arasındaki bu ilişkiyi, onu Galatasaray’a getiren Fatih Terim bile kıskanmıştır. Terim; yine 2000-2001’de sarı-kırmızılıların evinde 3-2 galibiyetiyle noktaladığı Glasgow Rangers karşılaşmasındaki bir gol sevincinde Lucescu’ya koşan Hasan’ı gece cep telefonundan aramıştır: “Ne o! Hocanı çok seviyorsun galiba?”
Tekrar 2002’ye dönelim. 2001-02 sezonu devam ederken Özhan Canaydın’ın başkan seçilmesiyle oluşan Galatasaray yönetimi, o sezon gelen şampiyonluğa rağmen Rumen hoca Mircea Lucescu ile yollarını ayırır. Bu kararın tebliğ edilmesinden sonra gözyaşlarını tutamayan ve 2002-2003’te hem şampiyonluğa hem de UEFA Kupası’nda çeyrek finale taşıyacağı Beşiktaş ile anlaşan Mircea Lucescu’nun yerine gelen kişi ise İtalya seferinden dönen Fatih Terim’dir. Bir zamanların “Ankaragücü’nden alınan genç yıldızı” artık büyümüştür. “İkinci Terim Dönemi”nde takım içinde daha tecrübelidir. Kısacası çömezlikten ağabeyliğe terfi etmiştir. Ama olgunlaşacağına ve mantığıyla hareket edeceğine, büyürken daha da duygusallaşan ve çocuklaşan birisidir Hasan Şaş. Bu dönemde Hasan’ın hakemlerle diyalogları artık daha Adanaca’dır. Haksız olduğu durumlarda bile hakemlerin üstüne yürür. Hakemler de ona acımaz. Kartları gösterirler. Hatta bazen yedek kulübesindeyken bile. Zaten Türkiye’ye veda etmesini düşündüren de İstanbul Büyükşehir Belediyespor maçında hakem Hüseyin Göçek ile yaşadıkları değil midir?
2002’ye dönmüştük galiba. Ama o senenin yaz sonuna değil de başına dönelim. Şenol Güneş yönetimindeki Türk Milli Takımı, Dünya Kupası yolcusuydu. Destinasyon ise Güney Kore ve Japonya’ydı. Geride bırakılan sezonda hem de ligde hem de Şampiyonlar Ligi’nde tüm futbol severlerin dikkatini çeken Hasan Şaş, daha da büyük bir vitrine çıkıyordu. Aslında ay-yıldızlılarda Hasan Şaş’tan ziyade Yıldıray Baştürk, Hakan Şükür belki de Mustafa İzzet gibi isimlerin başrolü kapacağı tahmin ediliyordu. Ama “sahneye çıkan sanatçının” adı Hasan Gökhan Şaş’tı. Önce Brezilya maçında Yıldıray’ın asistini, topa sol ayağıyla gelişine vurarak değerlendirdi. Aslına bakılırsa gol sevinci pek de Aslan burcu bir Adanalı’ya ait değil gibiydi. Zaten o da mücadeleden sonra bu tuhaf durumun nedenini açıklamıştı. İşte asıl o açıklama samimi bir Adana ağzıyla yapılmıştı: “Niye sevinmediğimi soruyorlar. Valla bir şey anlamadım ki. Gol attığıma ben bile inanmadım.”
Dünya Kupası’nın geri kalanında sergilediği ve onun adını dünyada futbol üzerine kafa yoran herkesin bilmesini sağlayan performansa devam etmeden önce bir konuya değinelim. Hasan Şaş’ı, “Gol atamıyor. Böyle bir becerisi yok” diye eleştirenlere verilecek en güzel cevabın, onun Brezilya, Real Madrid ve Milan gibi dünya devlerinin ağlarını sarsmayı başaran tek Türk futbolcu olduğunu vurgulayalım.
Brezilya maçıyla başlayan Japonya ve Kore’deki Hasan Şaş esintisi artık rüzgara dönmüştür. Kosta Rika karşısında “aktif dinlenen” Şaş, Çin karşılaşmasında attığı gol, oynadığı futbol, sıfıra vurulmuş saçı ve meşhur kolyesiyle artık bir “dünya markası” olmuştur. Çoğu gazetelerde bu haliyle karikatürleri bile yer almış Türkiye’nin simgesi haline gelmiştir. Dünya Kupası’nın ardından özellikle İtalya’nın Inter takımından ciddi teklif almıştır. Inter’in neredeyse halı saha turnuvalarında gol kralı çocukları bile isteyen bir “takım” olması kimseyi aldatmasın. Çünkü İngiltere ve Almanya’dan da bazı takımlar Şaş’ı kadrosuna katmak için birbirleriyle yarışmaya başlamıştır. Artık özellikle Avrupa basınında objektifler ona çevrilmiştir. Ama o objektif olmayı bir türlü öğrenemeyen ve ünlü yazar Susana Tamaro’nun dediği gibi yüreğinin götürdüğü yere giden insandır. Herkesin peşinde koştuğu dönemde Galatasaray yönetiminin toplantı yaptığı odaya bir anda girer. Başkan Özhan Canaydın’ın elini öper ve boş mukaveleye imza atar. Transfer dedikoduları da son bulur. Zaten Fatih Terim, 2002’de Ritz Carlton Oteli’ndeki o güzel kravatını taktığı imza töreninde, “Hasan Şaş kalacak mı?” sorusuna, “Zaten o Adanalı. Bir yere gidemez” cevabını vererek, bir anlamda “Ne de olsa hemşerim. Zaten onu Galatasaray’a getiren de benim” demiştir. Şaş böylece Terim’e de veda borcunu ödemiştir.
Dünya Kupası’nın yıldızı, futbolseverlerin bir aylık bayramının ardından ligde beklenildiği gibi değildir. Fatih Terim ile girilen ve ikinci olarak tamamlanan 2002-03 sezonunda Hasan Şaş hakkında en çok akılda kalan iki şey vardır. Birincisi yine hakemlerle ilgilidir. Beşiktaş maçında net penaltılarını vermediğini düşündüğü Kuddusi Müftüoğlu’nun üzerine yürümesi. Ve 6-0 kaybedilen Fenerbahçe derbisinde korner atarken kafasına yediği yumurtaya sinirlenip, ağız dolusu küfürlerle topa vurmasıdır. 2003-04 de aynıdır. Zaten o sezon Galatasaray komple dökülmüş ve ligi altıncı sırada bitirmiştir.
2004-05’e bir önceki sezonun sonunda göreve gelen Gheorghe Hagi ile başlanır. Hagi, Hasan’ın eski takım arkadaşıdır. Bu dönemde Hasan Şaş saçını uzatmış hatta at kuyruğu yapmıştır. Ama o sezon da onun için kayıptır. 2005’te eski sağ bek Erik Gerets’in teknik adamlığa gelişi, sağ ayaklı sol kanat oyuncusunun çıkışını sağlar. O sezon 14 Mayıs 2006’da Fenerbahçe’nin Denizli’de takılmasıyla kazanılan şampiyonluğun sembollerindendir. Yeri gelmişken söyleyelim. Hasan Şaş’ın hayattaki en büyük isteği gerçekleşti o gün. Oğlu Yusuf Deniz, onu futbol oynarken izledi. 14 Mayıs 2006’da da Ali Sami Yen’in çimlerine bastı…
Galatasaray’ın üçüncü tamamladığı 2006-07’de de Hasan Şaş’tan beklenen iyi haberler gelmez. Nitekim bu sezon yaşananlar da herkesin malumu. Sağ bekti, ön liberoydu derken Kalli’nin dama taşı haline gelen Hasan Şaş, kendince “Ben artık piyon olmak istemiyorum” diyerek bizlere el sallamaya hazırlanıyor. Anlayacağınız saha içinde “dellenen” adam saha dışında uysal biri haline geldiği için şunu söyleyemiyor: “Kazanmak için her şeyi yapan, hakemle ve rakiple uğraşan Gattuso’ya, Filippo Inzaghi’ye, Eric Cantona’ya hatta kulübede oturamayıp benim Eser Hocam’ın saçını çeken Fabio Capello’ya hep övgü yağdırdınız. ‘İşte hırs bu’ dediniz. Bana neler dediniz peki? Aynayı yüzünüze tutmamı ister misiniz?”
Oğlunu televizyonda görünce bakamıyordun hem de hiç bakamıyordun Mediha Teyze. Sen de oğlun gibi heyecanlıydın; ne yaparsın işte. Gerçekleşirse bu ayrılık, oğlunu artık sadece uydudan izleyebilirsin zaten. Karataş’ta oğlunun adının verildiği bulvardaki o güzel evinizde uydu var; biliyorum. Ne olur “oğlunu gösterirken” sen açmamaya devam et o televizyonu. Oğlunun içindeki heyecanı el birliğiyle öldürdüler, bari sendekine el uzatmasınlar."


İsmail ANNIKIZIL
(FourFourTwo - Ocak 2008)

9 Ocak 2008 Çarşamba

Spirou Charleroi: 64 - Galatasaray: 62

Galatasarayımız dün gece ULEB Cup'ta grubundaki 8.maçına Belçika deplasmanında çıktı. Spirou Charleroi karşısına maçı kazanarak bir üst turu garantilemeyi isteyerek çıkan takımımızda evdeki hesap çarşıya uymayınca karşılaşmadan 64-62 mağlup ayrıldık. Özellikle son saniyede elde edilen 3 serbest atıştan sadece birini değerlendirince olası bir uzatma şansını tepmiş olduk. Efes maçından sonra bu maçta da serbest atışlar başımızı yaktı. Galatasaray kalan 4 maça grup üçüncüsü olarak girecek.

7 Ocak 2008 Pazartesi

Bursaspor: 2 - Galatasaray: 2

Her ne kadar ligler ara vermiş olsa da futbol maçları Fortis Türkiye Kupası maçları ile birlikte oynanmaya devam ediyor. Bilindiği üzere kupadaki ilk maçımıza bundan yaklaşık iki ay önce Ali Sami Yen'de Denizlispor'u mağlup ederek, 3 puan ile başlamıştık. Gruptaki ikinci maçımızda cumartesi akşamı Bursaspor'a konuk olduk. Basketbol maçı yüzünden karşılaşmanın ilk yarısını izleyemesem de izleyen arkadaşlarımdan aldığım tepki olumluydu. Takımın iyi oynadığını belirttiler. Ne kadar doğrudur bilmiyorum. Ancak ikinci yarıda gördüğüm Galatasaray "ne köy olur ne kasaba" cinsindendi. Üst üste iki pas yapamayan, savunmada sık sık aksayan bir takım vardı sahada. Yediğimiz goller de televizyonda komedi filmi niyetine göstermelikti. "Yediğimiz goller" dedim... Evet, 2 tane atıp 2 tane yedik. Maç 2-2 bitti. Puanımızı 4'e yükselttik. Hafta içi oynanacak olan Sarıyer maçı öncesinde Bursaspor gibi bir takımdan puan kopararak büyük moral depoladık. Harbiden!
Bir de Bursaspor taraftarına sözüm var. Maçın ikinci yarısını izleyebildim ama 45 dakika boyunca durmaksızın Hakan Şükür'e küfrettiklerini duydum. Türk futbolunda küfür yiyecek en son adam Hakan Şükür'dür. Üstelik bu adam sizin formanızı da giydi. Kendi takımınıza da böyle değer veriyorsanız yazık o takımın haline.

GEÇ GELEN EDIT: Sarıyer ile oynayacağımız maç ayın 16'sındaymış. Kusura bakmayın artık.

Efes Pilsen: 72 - Galatasaray: 59

Beko Basketbol Ligi'nde ligin ilk yarısını bizim için nihayete erdirecek olan maçta dün deplasmanda Türk basketbolunun lokomotiflerinden Efes Pilsen'e konuk olduk. Konuk olduk dedik ama Abdi İpekçi Arena'nın her yanı sarı kırmızı idi. Taraftarımız şampiyonluk yolundaki takımımıza desteğini esirgemedi.
Bu maça kadar ligdeki son 8 maçımızı kazanarak ligde liderliği elde etmiştik ve geçen haftaki galibiyet ile de ligin ilk yarısını lider olarak kapatmayı garantilemiştik. Efes Pilsen'in durumu da geçtiğimiz yıllara oranla bu sene pek parlak değil ve onlar da sahaya mutlak galibiyet parolası ile çıktılar. Her ne kadar maçın ilk 15 dakikalık bölümünde başa baş bir oyun sergilesek de sonradan hücumda yaptığımız hatalar bize pahalıya patladı ve maç sonunda skor tabelasına Efes Pilsen'in 72-59'luk galibiyeti yansıdı. Bu maça kadar ligdeki tüm zorlu maçlarını kaybeden Efes Pilsen, ligdeki tüm zorlu maçlarını kazanan Galatasaray'ı mağlup etmiş oldu. Yine de lig lideriyiz ve sonuçta kaybettiğimiz rakip de Efes Pilsen. Bundan sonrasında daha iyi olmak dileğiyle...

2 Ocak 2008 Çarşamba

Horto Magiko

Pana'nın dünya tribünlerine kazandırdığı Horto Magiko'nun bizcesi...